Derslerde Kullanılabilecek Hikayeler 2023-2024




Derslerde Kullanılabilecek Hikayeler



Ekleyen: DersTurkce.COM | Okunma Sayısı: 2259

Bugün Türkçe Var mı?

KÖRLERİN OKUMA AŞKI 
________________________________________
Evden acele ile çıkmıştım. Koşar adımlarla metroya doğru ilerlerken bir yandan öğrencilere vereceğim dersin planını yapıyor, bir yandan da çiseleyen yağmurda ıslanmamaya çalışıyordum.Yürüyen merdivenlerle metro istasyonuna indim. Trenin gelmesine iki üç dakika vardı. Bu treni kaçırırsam, on dakika daha beklemem gerekecekti ve dersime geç kalacaktım.Adımlarımı sıklaştırmaya, neredeyse koşmaya başladım. Elimde çanta olmasa, belki de koşacaktım. 

Metroda benimle aynı yönde ilerleyen birisinin elindeki uzunca değnekten çıkan, "tak, tak, tak" sesleri, telaşımı ve kafamdaki düşünceleri birden unutturdu. Belli ki, onun da acelesi vardı. Sırtındaki büyükçe çantası ve elindeki değneği ile, neredeyse benim kadar hızlı adımlarla ilerliyordu. Biraz dikkatlice bakınca bu kişinin bir bayan ve aynı zamanda 'görme özürlü' olduğunu anladım. Kendi kendime, "Acaba onun telaşı neden?" diye sordum. Belki de dünyayı hiç görmemişti.Özürlü haliyle tek başına ilerlese de;tavırları ve yürüyüş şekli ona, kendisine çok güvenen bir insan görünümü veriyordu. 
Acaba acele bir işi mi vardı? Bir anlık her şeyi unuttum. Sanki her şey ağır çekimdeymiş gibi hareket etmeye başladı. Onun, değneğiyle sağını solunu kontrol ederek önüne çıkabilecek engelleri anlaması, kendine yol açması, belki de yaşama azminin bir göstergesi idi. Merdivenlere yaklaştığımızı hissettim. "Acaba merdivenlerden inerken kendisine yardım etsem mi?" diye düşünürken, o merdivenlerden inmeye başladı. Sanki dünya dümdüz olmuş, karşısında hiçbir engel kalmamış gibi merdivenlerin sonuna geldi. 
Acaba, değneğinin ucunda onu yönlendiren bir şey mi vardı, ya da bu bayan bir şaka mı yapıyordu? Kafamdaki düşünceleri toparlamaya çalışırken, metronun durağa geldiğini fark ettim. Merakım beni bu bayanın yanına çekti ve onunla aynı kompartımana bindim. Oturduğu koltuğa iyice yerleştikten sonra, değneğini katlayıp hızlı bir şekilde çantasının ön bölmesine koydu. Çantasının başka bir bölmesini açarak, büyükçe bir şeyi çıkarmaya çalıştı. Acaba bir walkman veya yiyecek-içecek gibi bir şey mi çıkaracak diye düşünürken, kalbimden de acıma duygularının yükseldiğim hissettim. 
Belki de dünyayı görmeyi ne kadar çok istiyordu; ağaçlar, evler, araçlar, insanlar ve gözler... görecek o kadar çok şey vardı ki! O an için kendimi çok ayrıcalıklı hissettim. Göz, dünyaya açılan bir pencereydi ve ben onların kıymetini fazla bilmiyordum. Ama ne kadar çok şey ifade ettiklerini o bana anlatıyordu. 
Bayanın, çantasından çıkardığı kalınca, kitap türü bir şeyin gözüme ilişmesiyle bu düşüncelerimden sıyrıldım.Acaba o çıkardığı bir katalog muydu diyecektim ki, onun görme özürlü olduğu aklıma geldi. Derken sayfaları karıştırıp, parmaklarının uçlarıyla yoklayarak bir yerde durdu. 
Herhalde aradığı sayfayı bulmuştu. Hemen sağ elinin işaret ve orta parmaklarını kabarık işaretler üzerinde gezdirmeye başladı. Kitap okuyordu Fakat o görmüyordu ki... Birkaç saniye daldım... Kitap okumak yalnızca görenlere has bir şey değil miydi? Anladım... Artık o gözleriyle değil; kalbiyle,duygularıyla, ruhuyla okuyordu.... Ve kendimden utandım. 
Aylardır çantamda taşıdığım ve üç beş sayfanın dışında pek okumadığım kitap geldi aklıma; ve yıllarca hiç kitap okumayanlar. Keşke onlar da, insanı düşündüren, hatta utandıran şu görüntüye şahit olsalardı. Dünyada milyonlarca insan var... Ama okumak... Neden ben... 
Aniden kesik kesik düşüncelerimden sıyrıldım. Bir sayfayı okuyup bitirmiş ve diğer bir sayfaya geçmişti. Parmaklarını kabarık işaretler üzerinde ustaca gezdirmesinden, bu işe yatkın birisi olduğu anlaşılıyordu. Demek ki iyi bir okuyucu idi. Ama ne okuyabilirdi ki? Binlerce kitap, dergi ve gazetenin, görme özürlü olanlar için günlük, haftalık olarak hazırlanması belki de mümkün değildi. 
Anonsun uyarısıyla, ineceğim durağa geldiğimi anladım. Daha dört dakika geçmişti; ve bu kadarcık kısa bir sürede dahi kitap okumak çok önemliydi. Bana bu dersi veren görme özürlü o kadın da kitabını çantasına koymaya ve durakta inmeye hazırlanıyordu. 
Az sonra tren durdu. Önce onun inmesini bekledim. Değneği ile onca insanın arasından "tak... tak... tak.." sesleriyle ilerliyordu. Arkasından birkaç saniye baktım ve sanki değnekten çıkan o tak tak'lar beynimde, oku... oku...oku.. oku ve şükret diye yankılanıyordu.

Saat Kaç? 


BIR SAAT

Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki oğlunu kapının önünde beklerken bulmuş. 
Çocuk babasına:
"Baba 1 saatte ne kadar para kazanıyorsun?" diye sormuş. Zaten yorgun gelen adam "bu seni ilgilendirmez" diye cevaplamış. 
Bunun üzerine çocuk:
"Babacığım lütfen bilmek istiyorum" diye cevap vermiş. Adam,
"İlla ki bilmek istiyorsan 20 dolar kazanıyorum" diye cevap vermiş. Bunun üzerine çocuk,
"Peki bana 10 dolar borç verir misin?" diye sormuş. Adam iyice sinirlenip:
"Benim, senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok hadi derhal odana git ve kapını kapat" demiş. Çocuk sessizce odasını çıkıp kapısını kapatmış adam sinirli sinirli bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder diye düşünmüş aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşmiş ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşünmüş belki de gerçekten lazımdı. Yukarı çocuğun odasına çıkmış ve kapıyı açmış. Yatağında olan çocuğa:
"Uyuyor musun?" diye sormuş. Çocuk,
"Hayır" demiş.
"Al bakalım istediğin 10 doları sana az önce sert davrandığım için üzgünüm ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim" demiş. Çocuk sevinçle haykırmış:
"Teşekkür ederim babacığım"
Yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkarmış adamın suratına bakmış ve yavaşça paraları saymış bunu gören adam iyice sinirlenerek:
"Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?" demiş. Çocuk,
"Ama yeterince yoktu" demiş ve paraları babasına uzatarak:
"İşte 20 dolar, 1 SAATİNİ BANA AYIRIR MISIN?" demiş...
Trafik Kurallarını Biliyor musunuz? 
BİR MASUMUN ÖLÜMÜ

Dün bir partiye gittim anne. Bana öğütlediklerin aklımdaydı. “İçki içme yavrum” demiştin. Yalnızca soda içtim anne. Dediğini yaptığımın için içim gururla doluydu. Diğerlerine benzemedim ve içkili araba kullanmadım. Ben doğru olanı yaptım anne, tıpkı senin dediğin gibi. Şimdi parti sona eriyor anne, ve herkes içkili. Bense sana dönerken sana tek parça döneceğimden emindim. Arabayı kullanmaya başladım anne. Tam yola çıkacaktım, diğer araba beni görmedi anne. Bana bir eşyaymışım gibi çarptı. Kaldırımda uzanmış yatarken yaralı, polisin “bu çocuk sarhoş” dediğini duydum anne. Bana çarpan sarhoşsa onun hatasını ben mi ödeyeceğim anne? Burada ölüyorum anne. Hayatım bir balon gibi sönecek mi? etraf kan dolu anne. Benim kanımla! Hissediyorum, birazdan öleceğim. Sana son bir şey söylemek istiyorum anne: Yemin ederim hiç içmedim. İçen ben değil onlardı anne. Galiba bana çarpanla aynı partideydik. Tek fark o sadece sarhoş, bense ölüyorum anne. İnsanlar neden içer anne? Şimdi keskin bir acı duyuyorum, tıpkı bıçak gibi. Bana çarpan çocuk yürüyor, görüyorum. Bu haksızlık. Ben burada yatıyor ve ölüyorum. Kardeşime söyle ağlamasın anne. Babama söyle cesur olsun. Birileri ona içkili araba kullanmamasını söylemeli anne. Nefesim tükeniyor anne. Gittikçe halsizleşiyorum. Ne olur ağlama arkamdan. Son bir sorum var anne elveda demeden önce: suçlu ben olmadığım halde ölen neden benim?

Cep Telefonunun Fiyatı Ne Kadar? 

Çok fakir ve paraya çok ihtiyacı olan bu insan gittiği bir yerden eve dönerken bir kese altın buldu. Saydı, tam bin dinardı. 
Sevinçliydi. Ne kadar muhtaçlardı ona. Kendisine bağışlanmış bir hediye olarak düşündü. Artık bol bol harcayabilirlerdi. Fakat sevinci kursağında kaldı. Çünkü sevinirken madalyonun diğer yüzünü hiç düşünmemişti. Para bulunmuş bir paraydı. Muhakkak bir sahibi vardı. Sahibini bulmalıydı
Bu duygular içerisinde evine geldi, durumu hanımına anlattı. Çıkışan hanımı, “haydi götür bunu” dedi. “muhakkak bunu birisi düşürmüştür, şimdi arıyordur. Tez sahibini bul teslim et!”
Karısına hak verdi. Çünkü ikinci duygusunu onaylamıştı. 
Tekrar keseyi bulduğu yere doğru gitmeye başladı. Daha “bir kese kaybeden var mı?” diye bağırmadan birisinin, “İçinde bin dinar bulunan bir kese kaybolmuştur. Bulanların insanlık namına teslim etmeleri rica olunur” dediğini duydu.
“Tamam” dedi adam. “Şükür sahibini buldum.” Ve seslendi bağıran adama, “İşte kardeşim, kaybolan keseyi ben buldum. Paranızı alabilirsiniz.”
Kese sahibi geldi ve “siz misiniz keseyi bulan?” dedi. 
“Evet benim” dedi.
“Para sizin olsun!”
Adam şaşırmıştı. Nasıl olabilirdi? Duyduklarına bir türlü inanamadı. 
“Ya, bu para benim mi şimdi?”
“Evet sizin. Üstelik size dokuz bin dinar daha vereceğim.”
“Nasıl olur?”
“Olmayacak bir şey yok. Aslını sorarsanız bu para benim de değil. Paranın sahibi zengin birisi. Bana dedi ki, ‘Şu parayı al, bin dinarını bir keseye koy ve bir yere bırak. Sonra da tellal çıkart, parayı kim bulmuşsa şu dokuz bin dinarı da ona ver. Çünkü parayı bulup da getiren kişi herşeyden once dürüst birisidir. O sebeple bu parayı hak etmiş olur.’ Dedi. Ben sadece o cömert kişinin elçisiyim.” der. Böylece faklir adam dürüstlüğünün neticesini almış olur. 


Tarihte buna benzer hikayeler çoktur. Bir zaman da bir adam çok zengin bir beldede yaşıyormuş ve çok zenginmiş. İyilik yapmak için para verebileceği bir fakir aramış ama bulamamış. En sonunda bir keseye koyduğu altınları şehrin merkezine bırakmıs. Üzerine yazdığı kağıtta ihtiyacı olanların almasını rica etmiş. Ancak günler geçmiş hiçkimse o keseye dokunmamış. Ihtiyacı olan ihtiyacı olduğu kadarını almış ve gerisine dokunmamış. Fertler birbirine güven içinde, dürüst bir yaşam sürüyorlarmış. Böyle bir toplumda yaşamak hem insana güven verir hem de huzur verir. Temennimiz o ki her birimiz bu dürüstlük çizgisini yakalayabilelim. 


Ve tarihten bir başka kesit daha. Büyük bir alim aynı zamanda da ticaretle uğraşıyordu. Kimseye yüz suyu dökmemeyi prensip edinmişti. Çalışacak, kazanacak ve geçimini temin edecekti. 
Bir dükkanı vardı. Birisi 5, diğeri de 10 dirhem olan iki cins elbiselik kumaş satmaktaydı. 
Bir gün dükkanda bulunmadığı bir anda tezgahtar alış-veriş yapmış, beş dirhemlik malı 10 dirheme satmıştı. Bunu duyan adamın rengi kaçtı. Ne yapacaktı şimdi? Bunca kar piyasa ölçülerinin çok üzerindeydi. “Muhakkak onu bulmalıyım” diyerek yola düştü. Sokak sokak dolaştı ve en sonunda adamı buldu. Gönlü rahatlamıştı. Artık bir çözüm bulabilirdi. Kendini tanıttıktan sonar “kusura bakmayın yanlışlık olmuş!” diye söze başladı. 
“Beş dirhemlik malı sana 10 dirheme satmışlar.”
“Ben razıyım bundan. Sana ne oluyor?”
“İyi, ama ben razı değilim ki! Vicdanım huzursuz. Bana yapılmasını istemediğim birşeyin sana yapılmasını istemem. Şimdi üç şeyden birini seçmekte serbestsin. Istersen kumaşı geri verir on dirhemini alırsın. Istersen kumaşı geri verir on dirhemini alırsın. Istersen bunun yerine on dirhemlik kumaş alırsın. Istersen fazla verdiğin beş dirhemini geri alırsın.”
Adam beş dirhemi almayı tercih etti. Memnun da olmuştu.

 

Zararlı Alışkanlıklar Nelerdir?

 

YAŞLI KIZILDERİLİ REİSİ 
Yaşlı adam kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.

Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine.
Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. "Onlar" dedi, "benim için iki simgedir evlat."
"Neyin simgesi" diye sordu çocuk.
"İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları."
Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
"Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"

Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:

"Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem o!"

KÜÇÜK BİR DOKUNUŞ 
________________________________________
Acile kaldırılıp kardiyoloji (kalp hastalıkları) katına yerleştirilmişti. Uzun saçları, tıraşsız suratı, pisliği, tehlikeli şişmanlığı ve sedyenin alt rafına atılmış siyah motosiklet ceketiyle, bur parlak mozaik zemin, çalışkan, üniformalı personel ve kati enfeksiyon kontrol işlemlerinin steril dünyasında o bir yabancıydı. Kesinlikle dokunulmayacak olanlardan. 
Bu insan eti öbeği önlerinden geçerken görevli hemşireler gözleri fal taşı gibi açılmış onu izliyor, her biri ürkek ürkek baş hemşire Burak’a bakıyordu. Söze dökmedikleri, ama yalvarırcasına ilettikleri mesaj “Bunu alacak, yıkayacak ve ona bakacak kişi ben olmayayım”dı. Bir önderin, tam bir meslek erbabının gerçek göstergelerinden birisi, akla gelmeyeni yapmaktır. Olanaksızla uğraşmaktır. Dokunulmayacağa dokunmaktır. Burak, “Bu hastayı ben istiyorum” dedi. Bu, bir baş hemşire için olağan dışıydı hiç alışılmadıktı, ama insan maneviyatına hayat veren, onu iyileştiren ve yücelten kaynak işte oydu. 
Burak kauçuk eldivenlerini takıp, bu devasa, hiç de temiz olmayan adamı yıkamaya hazırlanırken yüreği sızladı. Ailesi neredeydi acaba?Annesi kimdi? Küçük bir çocukken nasıldı? Çalışırken, usul usul bir şarkı mırıldanıyordu. Bu, adamın hissediyor olduğunu bildiği korkuyu ve utancı yatıştırıyor gibiydi. Sonra tuhaf bir arzuyla “Bugünlerde hastaların sırtlarını keselemek için zamanımız olmuyor, ama bunun sana çok iyi geleceğine bahse girerim” dedi. “Kaslarının gevşemesine ve iyileşmene yardim edecek. Buranın bütün amacı bu değil mi... İyileştirmek” Şişman, pul pul olmuş kırmızı deri, yıkıcı bir yasam tarzının ipuçlarını veriyordu: Muhtemelen yemek, içki ve uyuşturucu bağımlılığı. Burak bu gergin kasları ovarken, mırıldanıyor ve dua ediyordu. Büyümüş, haşin bir yaşam tarafından reddedilmiş ve düşmanca, zorlu bir dünyaya kabul edilme mücadelesi veren bir erkek çocuğun ruhu için dua ediyordu.
Finalde ilik losyon ve bebe pudrası vardı. Görüntü neredeyse gülünçtü; losyon ve pudra, bu kocaman, yabancı yüzeyle nasıl da bir tezat oluşturuyordu. Adam sırt üstü dönerken yanaklarından yaşlar süzüldü ve çenesi titredi. Şaşırtıcı güzellikteki kahverengi gözleriyle Burak’ye bakıp gülümsedi ve titrek bir sesle şöyle dedi: “Yıllardır kimse bana dokunmamıştı. Teşekkür ederim. İyileşiyorum”

 

Sırlı Olaylara İnanır mısınız? 

 

YARDIMSEVER ŞOFÖR

Kendi halinde yaşayıp giden yaşlı bir adamcağız... Bir karısı, bir de
külüstür kamyoneti var. Şehir içinde yük taşıyor, kazandığı üç-beş kuruşla
geçinmeye çalışıyorlar.

Kamyonetini yenilemek bir yana, doğru dürüst bakımını bile
yaptıramıyor."Bari lastikleri yenileyebilseydik" dediği bir zamanda,
kadına bir miktar miras kalıyor.

Yanlış olmasın, 30 milyon civarında; hani o paranın para olduğu zamanda. Rakamda yanılıyor olabilirim, belki de 30 bin lira. O parayla dört lastiği de yenilemek mümkün. Kadın, parayı eşine veriyor lastik alması için.

Adam yolda giderken, genç yasta dul kalmış olan, önceden tanıdığı bir
kadına rastlıyor.Hal hatır sorduktan sonra, iki çocuğuyla perişan bir
durumda olduğunu anlatan o genç kadına elindeki bütün parayı veriyor adam.

"Al kızım" diyor, "senin ihtiyacın benden daha fazla."

Çaresiz kadıncağızın nasıl sevindiğini tahmin edersiniz. Bin türlü dua
ediyor şoför amcaya.

Şoför amca, aksama eve dönünce eşi soruyor :

"Aldın mi lastikleri ?"

Adam ne desin...

- Almadım.
- Neden?
- Lastik yokmuş.

Baştan söylemeyi unuttum, bu tontoncuklar, Anadolu"nun ufak bir şehrinde
yaşıyorlar. Yani lastiğin bulunmaması normal sayılabilir.

- İyi madem... Parayı ne yaptın? Kaybetmedin ya!..
- Yok canım... Para şeyde, lastikçide. Gelince verecek.

Ondan sonra, kadın her aksam aynı soruyu soruyor, adam aynı cevabı veriyor:

- Gelmiş mi lastikler?
- Gelmemiş.
- Gelmiş mi?
- Gelmemiş.

Derken, o meşhur "Körfez Krizi" patlak veriyor. Adam artık her aksam aynı
yalanı söylemekten usanmış, eve gittiğinde diyor ki:

- Hanım, bizim lastikler yurt dışından gelecekti. İşte şimdi
gelmesi imkansız.
- Neden?
- Malûm işte, Körfez Krizi çıktı ya...

Kadıncağız günlerce, aylarca dua ediyor,

"Şu Körfez savaşı bir an önce bitsin de bizim adam, arabanın tekerlerini
yenilesin" diye.

şoför amca kabak lastiklerle yoluna devam ediyor. Günün birinde savaşın
bittiği ilan ediliyor.

Artık adam da söylediği yalanın ağırlığı altında iyice ezildiğini
fark ederek,

"Bu akşam eve gidince doğrusunu açıklayacağım" diye geçiriyor içinden, "ne
olursa olsun, kıyamet mi kopar?"

O kararlılıkla eve gittiğinde,

"Hanım, hani şu bizim lastik meselesi vardı ya..." diye söze başlamak
üzereyken,

Eşi "Hah tamam" diyor,

- Biliyorum.
- Neyi biliyorsun?
- Gelmiş, gelmiş.
- Ne gelmiş?
- Lastikler.
- Ne lastiği yahu?
- Arabanın...
- Nerden biliyorsun?
- Canım, senin lastikçi geldi.
- Benim lastikçi mi?
- Evet, iste şu kartı bıraktı bugün. Muhakkak yarın gelsin alsın
lastikleri dedi.
- Allah!..

Adam şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemiyor. Yemeğini yiyor, namazını
kılıyor, yatıyor ama uyku ne mümkün? Sabahı zor ediyor. Erkenden kalkıp
elinde kart, lastikçinin kapısına dikiliyor.

Lastikçi,

"Nerdesiniz beyim?" diye söze başlıyor, "Allah aşkına gelin alın şu lastiklerinizi !"

Şoför amcamız "Bu neyin nesi?" diye ısrarla sorunca, lastikçi meselenin aslını anlatıyor.

- Geçenlerde rüyamda Efendimizdi gördüm. "Filanca adama git, ona dört
lastik ver." buyurdu. Ben de hayırdır inşallah dedim ama, sonra rüyadır bu
deyip pek önemsemedim. Ne ettiğimi fark edemedim... Cahillik işte,
bağışlayın. Hayatım altüst oldu. Evvelki gece tekrar gördüm. Beni bir
azarladı ki sormayın.Bana şöyle söylendi :

"Senin kurtuluşun o adama vereceğin dört lastikte..."
"Ne olur, su lastikleri alın da kurtarın beni."

 

Kalbinizin Sesini Dinleyin 

Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışa koşarak atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin genç oğluna kadar uzanır. 
Babasının işi nedeniyle çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı. Orta 2. sınıftayken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası.. Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi. 

Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi.. iki gün sonra ödevi geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı. 
"Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk. 
"Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal..." dedi, hocası. 
"Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız!" dedi ve ekledi: 
"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm" 
Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı. "Oğlum..." dedi babası. 
"Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!." Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına. 
"Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi. 
"Ben de hayallerimi..." 
O orta 2 öğrencisi bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki 1000 metrekarelik evinde oturuyor. Yıllar önce yazdığı kompozisyon ödevi şöminenin üzerinde çerçevelenmiş olarak asılı. Öykünün en can alıcı yanı şu: Aynı öğretmen geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya götürdü. Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine: 
"Bak..." dedi. "Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken hayal hırsızıydım. O yıllarda öğrencilerimden pek çok hayal çaldım. Allah'tan ki sen hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın" 
Kimsenin hayallerinizi çalmasına izin vermeyin. Ne durumda olursanız olun, kalbinizin sesini dinleyin !.

HAYVANLAR

Her Şeyde Bir Hayır Vardır


Bir zamanlar Afrikadaki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral,daha çocukluğundan itbaren arkadaş olduğu,birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü. Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı.İster kendi başına gelsin ister başkasının,ister iyi olsun ister kötü,her olay karşisinda hep ayni şeyi söylerdi:
"Bunda da bir hayır var!"

Bir gün kralla arkadaşi birlikte ava çiktilar. Kralin arkadaşi tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşi muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın baş parmağı koptu.Durumu gören arkadaşi her zamanki her zamanki sözünü söyledi:
"Bunda da bir hayır var!"

Kral acı ve öfkeyle bağırdı: "Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?" Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşini zindana attirdi.

Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadigi ve aslinda uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini,ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar. Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki,kralın başparmaginin olmadigini farkettiler. Bu kabile, batil inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarina kötü olaylar gelecegine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler.

Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştigini anlayan kral, onca yillik arkadaşina reva gördügü muameleden dolayi pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çikardigi arkadaşina başindan geçenleri bir bir anlatti."Haklıymışsın!" dedi. "Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum. Yaptığım çok haksız ve kötü birşeydi." "Hayır" diye karşılık verdi arkadaşı.
"Bunda da bir hayır var." 

"Ne diyorsun Allah aşkına?" diye hayretle bağırdı kral. "Bir arkadaşimi bir yil boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir." "Düşünsene, ben zindanda olmasaydim, seninle birlikte avda olurdum, değil mi? Ve sonrasını düşünsene? "
Hiç Hayallerinizden Sıfır Aldınız mı? Beş Maymun
Kafese beş maymunu koyarlar, ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar. Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde çok soğuk suyla ıslatılır, bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar. 
Bir süre sonra muzlara hareketlenen maymunlar diğerleri tarafından engellenmeye başlanır. Su kapatılıp, maymunlardan biri dışarı alınıp ve yerine yeni bir maymun konulur, ilk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur. Fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler. Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir ve merdivene ilk yaptığı atakta dayak yer, bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur. Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır. 
Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin, en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiçbir fikirleri yoktur. Son olarak en baştaki ıslanan maymunların dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir. Tepelerinde bir salkım muz asılı olduğu halde artık hiçbiri merdivene yaklaşmamaktadır. 
Neden mi? Çünkü burada işler böyle gelmiş ve böyle gitmektedir...'
Kendinizi Nasıl Hissediyorsunuz?
PROBLEM KİMDE?

Adamın biri artık karısının eskisi kadar iyi duymadığından korkuyormuş ve karısının işitme cihazına ihtiyaç duyduğunu düşünüyormuş. Ona nasıl yaklaşması gerektiğinden emin değilmiş. Bu durumu konuşmak için aile doktorunu aramış; doktor adamın karısının ne kadar duyduğunu anlayabilmesi için basit bir yöntem önermiş. 
"Yapacağın şey şu, karından 40 adım ileride dur, normal bir konuşma tonuyla bir
şeyler söyle; eğer duymazsa 30 adım ilerisinde aynı şeyi tekrarla, sonra 20 adım; 
cevap alana kadar aynı şeyi tekrarla" O akşam karısı mutfakta akşam yemeğini hazırlarken adam işlemi uygulamaya koymuş. 40 adım uzaklıktan karısına normal bir konuşma tonuyla seslenmiş "Hayatım bu akşam yemekte ne var?"
Cevap yok
Mutfağa biraz yaklaşmış. Mesafeyi 30 adıma indirmiş ve soruyu tekrarlamış "Hayatım bu akşam yemekte ne var?" 
Gene cevap yok 
Mutfağa biraz daha yaklaşmış, mesafe 20 adım ve tekrar sormuş "Hayatım bu akşam yemekte ne var?" Hala cevap yok 
Adam mutfağın kapısına gelmiş artık mesafe iyice azalmış ve soruyu tekrarlamış
"Hayatım bu akşam yemekte ne var?" Gene cevap alamamış Bu sefer karısına iyice yaklaşmış ve aynı soruyu tekrar sormuş "Hayatım bu akşam yemekte ne var?" 
"Hayatım beşinci kez söylüyorum, Tavuk" 

Hikayenin ana fikri: Belki de genelde düşündüğümüz gibi problem daima karşımızdaki kişilerde olmayabilir.Problemlerin sebebini iyi analiz etmeliyiz.

 

 

Kaç Beden Gömlek Giyiyorsunuz? Giyimler Konusu 

GÖRÜNÜŞE ALDANMA

Bir gün güzellik ve çirkinlik bir deniz kıyısında karşılaştılar. Hadi, denize girelim dediler ve giysilerini çıkartıp sularda yüzdüler. 

Bir süre sonra, çirkinlik kıyıya dönüp güzelliğin giysilerine büründü ve yoluna gitti. Güzellik de denizden çıktı; ama kendi giysilerini bulamadı.
Çıplak olmak utandırıyordu onu, çaresiz çirkinliğin giysilerine büründü ve yoluna devam etti... O gün bugündür erkekler ve kadınlar onları birbirine karıştırır. Ancak içlerinden güzelliğin yüzünü önceden görmüş kimileri vardır ki, giysilerine bakmaksızın tanırlar onu. 
Ve yine çirkinliği tanıyan bazıları vardır ki, güzelliğin elbisesi onu gözlerinden gizleyemez...

Misket

Yaşlı adam, bir konfeksiyon mağazasına ait vitrine uzun uzun baktıktan sonra, ilerideki yeşillikte oynayan çocukların en zayıfına dönerek: 

-Küçüüük! diye seslendi. Bana biraz yardımcı olur musun? 

Çocuk, hafta sonlarında yaptıkları misket oyununu ilk defa kazanmış olmasına rağmen arkadaşlarını bırakıp geldi. 7-8 yaşlarındaydı ve üzerindeki elbiseler, "tek kelimeyle" dökülüyordu. 
Yaşlı adam, çocuğun saçlarını okşadıktan sonra: 
Vitrindeki elbiseyi giymeni istemiştim, dedi. Bakalım üzerine 
uyacak mi? 
Çocuk, bu teklifi ilk önce şaka sandı. Ama adam son derece ciddiydi. Onunla birlikte mağazaya girerken, ilk önce rüyâda olup olmadığını, daha sonrada şimdiye kadar yeni bir elbise giyip giymediğini düşündü. Genellikle ailedeki büyük çocuğa alınan veya komşular tarafından verilen giyecekler, elbiselerin ona dar gelmesiyle birlikte ortanca kardeşe kalır, birkaç sene sonra da dizleri aşınmış veya delinmiş vaziyette kendisine yamanırdı. 
Ama "her zaman hasta" dedikleri babasının ne kadar zor para kazandığını bildiğinden, bu işe bir kere bile itiraz etmemişti. simdi ise, ilk defa yeni bir elbisesi olacaktı. Üstelik de bayrama üç gün kala. 

Çocuk, yaşlı adamın gösterdiği elbiseleri giydiğinde, büyümüş
olduğunu ilk defa farketti. Çizgili kadifeden yapılmış pantolon, bacaklarının ne kadar uzun olduğunu ortaya koyarken, yeni ceketi de omuzlarını iyice geniş göstermişti. Fakat hepsinin üzerine giydiği kaban bir başkaydı ve artık üşümeyecekti. Çocuk, biraz önce kazandığı misketleri onun cebine bıraktığında, iyice keyiflendi. İrili ufaklı misketler, gayet derin olan ceplerin bir köşesinde kalmıştı. Demek ki her bir cep, en az elli misket alabilirdi. 
Yaşlı adam, çocuğu sağa sola döndürdükten sonra, elbiselerin 
paketlenmesini istedi. Ve iş tamamlandığında, tezgâhtara dönerek: 

-Elbiseleri torunuma alıyorum, dedi. Kendisine sürpriz yapacağım 
için, onları bu çocuğun üzerinde denedim. İkisinin de boyu falan aynı 
da... 
Çocuk, bir anda beyninden vurulmuşa döndü ve ne diyeceğini bilemedi. 
Ama artık büyüdüğüne göre, bir şey belli etmemeliydi. Aynaya son bir defa baktıktan sonra, üzerindekileri yavaşça çıkartarak bir kenara fırlattığı eskileri giydi. 
Adam, elbiselerin torununa uyacağından emindi. Yaptığı hizmet için çocuğa bir ciklet parası vermek istediğinde, onu yanında göremedi. Haylaz velet, belli ki bu isten sıkılmıştı. 
Çocuk, arkadaşlarının yanına döndüğünde, bir kenara çekilerek onları seyretmeye koyuldu. Ve bütün ısrarlara rağmen oyuna katılmadı. 
Arkadaşları : 
-Niçin oynamıyorsun? diye sordular. En güzel misketleri sen 
kazanmıştın. 
-Çocuk, inci gibi yaslar süzülen gözlerini arkadaşlarından 
kaçırmaya çalışırken: 
-Misketlerim, bu elbiselere yakışmayacak kadar güzeldi, dedi. Bu 
yüzden onları, bayramlık kabanımın cebine sakladım. 
ASLINDA HER YAŞTA AMA FARKLI SEKILLERDE HEP BIRILERI TARAFINDAN KANDIRILIP SONRA DA BIR KENARA FIRLATILMADIK MI İŞİMİZDE – DOSTLUKTA - ARKADASLIKTA - BELKI DE AILEMIZDE.. 
KİMİN UMURUNDA -BIR BASKASININ- DUYGULARI, HISSETTIKLERI VEYA KANDIRILMASI, GÖZYASLARI YA DA KALP KIRIKLIKLARI. 
BÜTÜN BIR ÖMÜR BOYU KALAN IZLER NE YAZIK Kİ KÜLLİYEN HİÇ KİMSENİN... 
KEŞKE... KEŞKE... FARKLI OLABİLSEYDİ HER ŞEY. 
BİRAZ DAHA İNSANCA, BİRAZ DAHA HASSASCA, DÜRÜSTÇE VE BİRAZ DAHA YÜREKLİCE...

 

Yemeklerden Ne Alırsınız? 

 

BİR ÇOCUĞUN DUYARLILIĞI

Bir pastanın üç otuz paraya satıldığı günlerde 10 yaşında bir 
çocuk pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu.. 
Çocuk sordu: "Çikolatalı pasta kaç para?.." 
"50 cent!.." 
Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı. 
Bir daha sordu: "Peki dondurma ne kadar.." 
"35 cent" dedi garson kız sabırsızlıkla.. 
Dükkanda yığınla müşteri vardı ve kız hepsine tek başına 
koşuşturuyordu. 
Bu çocukla daha ne kadar vakit geçirebilirdi ki... 
Çocuk parasını bir daha saydı ve "Bir dondurma alabilir miyim 
lütfen" dedi. 
Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın kenarına koydu ve öteki 
masaya koştu. 
Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi kasaya ödedi. 
Garson kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu 
birden. Masayı sanki akan yaşları ile temizleyecekti. 
Bos dondurma tabağının yanında çocuğun bahşiş olarak bıraktığı 15 cent duruyordu...

 

Ne İş Yapıyorsunuz?

 

İDARECİLİK SANATI

Büyük Amerikan imalat fabrikalarından birinin yönetim kurulu üyeleri kâr ve zarar hesaplarını incelerken, fabrika müdürünün aylığına takılmışlar ve bunu bir hayli indirmek kabil olacağını düşünmüşler. İçlerinden iki kişi seçerek fabrika müdürü denen bu adamın neler yaptığını bir görmelerini ve ondan sonra bu konuda karar verilmesini kabul etmişler. 
İki kişilik heyet bir sabah sessizce fabrikaya gitmiş ve fabrika müdürünün odasına girmiş. Gördükleri manzara şu olmuş: 
Fabrika müdürü elinde kahve fincanı, ayakları masanın üstünde, etrafa halka gülücükler yaymakla meşgul. Masanın üstünde ne bir dosya, ne bir kağıt hiç bir şey yok. 
Bir müddet kendisi ile oradan buradan konuşan heyet azaları bu müddet zarfında müdürün hiç bir işle meşgul olmadığını ve yalnız bir kaç basit telefon konuşması yaptığını görmüşler.Heyet aldığı intibadan memnun İdare Meclisine fabrika müdürü denilen zatın yanında bulundukları üç küsür saat zarfında hemen hemen hiç bir şeyle meşgul olmadığını ve bu bakımdan böyle basit bir iş için verilen yıllık 100.000 dolardan en aşağı üçte iki nispetinde bir tasarruf sağlanabileceğini söylemiş. Tabii fabrika müdürü bu indirmeye razı olmamış, işten ayrılmış.Yeni maaşla çalışmayı kabul eden bir çok istekli arasında bir zat yeni fabrika müdürü tayin edilmiş. 
Üç aydan sonra idare meclisine gelen imalat istatistiklerinde az, fakat dikkati çekecek kadar bir düşme başlamış, fabrika müdürü yenidir, tabii bu kadar acemilik olur demişler. Altıncı ayın sonunda istatistik eğrisi bir hayli düşmüş. Eski heyet azaları yeni fabrika müdürünü odasında ziyaret etmişler. Adamcağız kan-ter içinde, bir elinde telefon, öteki eli evrak imzalamakla meşgul, başıyla gelenlere oturmalarını işaret etmiş. Gelen giden o kadar çok ki, adamla doğru dürüst konuşmaya bile imkan olmamış. Fakat heyetin kanaati şu olmuş; böyle canla başla çalışan bir adam başta olduğu müddetçe işlerin düzelmemesi için hiçbir sebep yoktur, biraz daha bekleyelim. 
Sene sonu gelmiş, her zaman kâr eden fabrikanın bilançosu zararla kapanınca idare meclisi azaları birbirine girmişler ve işi yeniden incelemeğe başka bir heyeti memur etmişler. 
Yeni heyet müdürün odasına değil, fabrikaya gitmiş ve iş başında 
bekleyen insanlar görmüş, sebebini sormuş aldıkları cevap şu: Hususi bir döküme başlayacağız, fabrika müdürü ben gelmeden başlamayın dedi, biz de bekliyoruz, her halde elektrik atölyesinden bir türlü ayrılmaya vakti olmadı. 
O sırada gözleri, yaşlı bir ustabaşıya ilişmiş, adamı şöyle bir kenara çekmişler ve fabrikanın eskiye nazaran daha fena çalışmasının sebeplerini sormuşlar. Yaşlı ustabaşı içini boşaltmak ihtiyacını uzun zamandır hissetmiş olacak ki : 
-Baylar demiş, eski müdürümüz teferruatla uğraşmaz, ileriye ait planlar yapar, işi bize bırakır, biz de normal zamanlarda onu rahat bırakırdık. Ani, içinden çıkamayacağımız olağanüstü bir problemle karşılaştığımız zaman ancak ona başvururduk ve o zaman da bilirdik ki, o bizim bu müşkülümüzü çözecek. O hakiki fabrika müdürü idi. Güler yüzlü idi, bizle şakalaşır, fakat hepimiz için düşünürdü. 
Şimdiki müdür de çok dürüst, iyi niyet sahibi, hatta çok daha çalışkan bir adam. Fakat o hiçbirimize inanmıyor, her işin kendisi tarafından görülmesini istiyor. Yani o, bizim yerimize ustabaşılık yapıyor, tabii biz de amele çavuşu mertebesine düşüyoruz, haydi neyse buna da aldırmayalım, ama fabrika müdürlüğü boş kalıyor. 
Elinde piposu, ileriyi görmeğe çalışan, tedbir alan, düşünen adamın yerinde kimse yok. 
Eski fabrika müdürünü tekrar oraya getirmek isteyen idare meclisi, bir senelik acı tecrübesinden sonra 100.000 yerine 150.000 dolarla onu ancak gelmeye razı etmiş. 
İdarecilik güç bir sanattır. Öyle bir sanat ki, eseri gözle görülmez ve ölçülmesi de ancak mukayeselerle ve senelerin tecrübeleriyle biraz kabil olabilir. Büyük liderler gibi onları da, o müessesenin bitaraf bir tarihçisi kıymetlendirebilir. Onun için günlük takdir bekleyenlerden bu sanatın sanatçısı çıkmaz. 
Başkaları için tavsiyede bulunmak, yeni bir yol teklif etmek, hatta karar vermek kolaydır. Güç olan, bunları yapmaktan kaçınmak, gururumuzu yenmek ve ancak ve ancak kendimiz için karar vermektir.

 





 Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece dersturkce.com'a aittir. Sitemizde yer alan dosya ve içeriklerin telif hakları dosya ve içerik gönderenlerin kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Telif hakkına sahip olan dosyaları lütfen iletişim bölümünden bize bildiriniz. Dosya 72 saat içerisinde siteden kaldırılır.Telif Hakkı Hakkında|Editör, ziyaretçi ya da üyelerimiz tarafından eklenen hiç bir içerikten dersturkce.com sorumlu değildir.İLETİŞİM:dersturkcem@gmail.com
Sitemiz hiçbir şekilde kar amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.