Bugün Türkçe Var mı? KÖRLERİN OKUMA AŞKI Saat Kaç? |
|||||
BIR SAAT
Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki oğlunu kapının önünde beklerken bulmuş. Çocuk babasına: "Baba 1 saatte ne kadar para kazanıyorsun?" diye sormuş. Zaten yorgun gelen adam "bu seni ilgilendirmez" diye cevaplamış. Bunun üzerine çocuk: "Babacığım lütfen bilmek istiyorum" diye cevap vermiş. Adam, "İlla ki bilmek istiyorsan 20 dolar kazanıyorum" diye cevap vermiş. Bunun üzerine çocuk, "Peki bana 10 dolar borç verir misin?" diye sormuş. Adam iyice sinirlenip: "Benim, senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok hadi derhal odana git ve kapını kapat" demiş. Çocuk sessizce odasını çıkıp kapısını kapatmış adam sinirli sinirli bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder diye düşünmüş aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşmiş ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşünmüş belki de gerçekten lazımdı. Yukarı çocuğun odasına çıkmış ve kapıyı açmış. Yatağında olan çocuğa: "Uyuyor musun?" diye sormuş. Çocuk, "Hayır" demiş. "Al bakalım istediğin 10 doları sana az önce sert davrandığım için üzgünüm ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim" demiş. Çocuk sevinçle haykırmış: "Teşekkür ederim babacığım" Yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkarmış adamın suratına bakmış ve yavaşça paraları saymış bunu gören adam iyice sinirlenerek: "Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?" demiş. Çocuk, "Ama yeterince yoktu" demiş ve paraları babasına uzatarak: "İşte 20 dolar, 1 SAATİNİ BANA AYIRIR MISIN?" demiş...
|
Cep Telefonunun Fiyatı Ne Kadar?
Çok fakir ve paraya çok ihtiyacı olan bu insan gittiği bir yerden eve dönerken bir kese altın buldu. Saydı, tam bin dinardı.
Sevinçliydi. Ne kadar muhtaçlardı ona. Kendisine bağışlanmış bir hediye olarak düşündü. Artık bol bol harcayabilirlerdi. Fakat sevinci kursağında kaldı. Çünkü sevinirken madalyonun diğer yüzünü hiç düşünmemişti. Para bulunmuş bir paraydı. Muhakkak bir sahibi vardı. Sahibini bulmalıydı
Bu duygular içerisinde evine geldi, durumu hanımına anlattı. Çıkışan hanımı, “haydi götür bunu” dedi. “muhakkak bunu birisi düşürmüştür, şimdi arıyordur. Tez sahibini bul teslim et!”
Karısına hak verdi. Çünkü ikinci duygusunu onaylamıştı.
Tekrar keseyi bulduğu yere doğru gitmeye başladı. Daha “bir kese kaybeden var mı?” diye bağırmadan birisinin, “İçinde bin dinar bulunan bir kese kaybolmuştur. Bulanların insanlık namına teslim etmeleri rica olunur” dediğini duydu.
“Tamam” dedi adam. “Şükür sahibini buldum.” Ve seslendi bağıran adama, “İşte kardeşim, kaybolan keseyi ben buldum. Paranızı alabilirsiniz.”
Kese sahibi geldi ve “siz misiniz keseyi bulan?” dedi.
“Evet benim” dedi.
“Para sizin olsun!”
Adam şaşırmıştı. Nasıl olabilirdi? Duyduklarına bir türlü inanamadı.
“Ya, bu para benim mi şimdi?”
“Evet sizin. Üstelik size dokuz bin dinar daha vereceğim.”
“Nasıl olur?”
“Olmayacak bir şey yok. Aslını sorarsanız bu para benim de değil. Paranın sahibi zengin birisi. Bana dedi ki, ‘Şu parayı al, bin dinarını bir keseye koy ve bir yere bırak. Sonra da tellal çıkart, parayı kim bulmuşsa şu dokuz bin dinarı da ona ver. Çünkü parayı bulup da getiren kişi herşeyden once dürüst birisidir. O sebeple bu parayı hak etmiş olur.’ Dedi. Ben sadece o cömert kişinin elçisiyim.” der. Böylece faklir adam dürüstlüğünün neticesini almış olur.
Tarihte buna benzer hikayeler çoktur. Bir zaman da bir adam çok zengin bir beldede yaşıyormuş ve çok zenginmiş. İyilik yapmak için para verebileceği bir fakir aramış ama bulamamış. En sonunda bir keseye koyduğu altınları şehrin merkezine bırakmıs. Üzerine yazdığı kağıtta ihtiyacı olanların almasını rica etmiş. Ancak günler geçmiş hiçkimse o keseye dokunmamış. Ihtiyacı olan ihtiyacı olduğu kadarını almış ve gerisine dokunmamış. Fertler birbirine güven içinde, dürüst bir yaşam sürüyorlarmış. Böyle bir toplumda yaşamak hem insana güven verir hem de huzur verir. Temennimiz o ki her birimiz bu dürüstlük çizgisini yakalayabilelim.
Ve tarihten bir başka kesit daha. Büyük bir alim aynı zamanda da ticaretle uğraşıyordu. Kimseye yüz suyu dökmemeyi prensip edinmişti. Çalışacak, kazanacak ve geçimini temin edecekti.
Bir dükkanı vardı. Birisi 5, diğeri de 10 dirhem olan iki cins elbiselik kumaş satmaktaydı.
Bir gün dükkanda bulunmadığı bir anda tezgahtar alış-veriş yapmış, beş dirhemlik malı 10 dirheme satmıştı. Bunu duyan adamın rengi kaçtı. Ne yapacaktı şimdi? Bunca kar piyasa ölçülerinin çok üzerindeydi. “Muhakkak onu bulmalıyım” diyerek yola düştü. Sokak sokak dolaştı ve en sonunda adamı buldu. Gönlü rahatlamıştı. Artık bir çözüm bulabilirdi. Kendini tanıttıktan sonar “kusura bakmayın yanlışlık olmuş!” diye söze başladı.
“Beş dirhemlik malı sana 10 dirheme satmışlar.”
“Ben razıyım bundan. Sana ne oluyor?”
“İyi, ama ben razı değilim ki! Vicdanım huzursuz. Bana yapılmasını istemediğim birşeyin sana yapılmasını istemem. Şimdi üç şeyden birini seçmekte serbestsin. Istersen kumaşı geri verir on dirhemini alırsın. Istersen kumaşı geri verir on dirhemini alırsın. Istersen bunun yerine on dirhemlik kumaş alırsın. Istersen fazla verdiğin beş dirhemini geri alırsın.”
Adam beş dirhemi almayı tercih etti. Memnun da olmuştu.
Zararlı Alışkanlıklar Nelerdir?
YAŞLI KIZILDERİLİ REİSİ
Yaşlı adam kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.
Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine.
Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. "Onlar" dedi, "benim için iki simgedir evlat."
"Neyin simgesi" diye sordu çocuk.
"İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları."
Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
"Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:
"Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem o!"
KÜÇÜK BİR DOKUNUŞ
________________________________________
Acile kaldırılıp kardiyoloji (kalp hastalıkları) katına yerleştirilmişti. Uzun saçları, tıraşsız suratı, pisliği, tehlikeli şişmanlığı ve sedyenin alt rafına atılmış siyah motosiklet ceketiyle, bur parlak mozaik zemin, çalışkan, üniformalı personel ve kati enfeksiyon kontrol işlemlerinin steril dünyasında o bir yabancıydı. Kesinlikle dokunulmayacak olanlardan.
Bu insan eti öbeği önlerinden geçerken görevli hemşireler gözleri fal taşı gibi açılmış onu izliyor, her biri ürkek ürkek baş hemşire Burak’a bakıyordu. Söze dökmedikleri, ama yalvarırcasına ilettikleri mesaj “Bunu alacak, yıkayacak ve ona bakacak kişi ben olmayayım”dı. Bir önderin, tam bir meslek erbabının gerçek göstergelerinden birisi, akla gelmeyeni yapmaktır. Olanaksızla uğraşmaktır. Dokunulmayacağa dokunmaktır. Burak, “Bu hastayı ben istiyorum” dedi. Bu, bir baş hemşire için olağan dışıydı hiç alışılmadıktı, ama insan maneviyatına hayat veren, onu iyileştiren ve yücelten kaynak işte oydu.
Burak kauçuk eldivenlerini takıp, bu devasa, hiç de temiz olmayan adamı yıkamaya hazırlanırken yüreği sızladı. Ailesi neredeydi acaba?Annesi kimdi? Küçük bir çocukken nasıldı? Çalışırken, usul usul bir şarkı mırıldanıyordu. Bu, adamın hissediyor olduğunu bildiği korkuyu ve utancı yatıştırıyor gibiydi. Sonra tuhaf bir arzuyla “Bugünlerde hastaların sırtlarını keselemek için zamanımız olmuyor, ama bunun sana çok iyi geleceğine bahse girerim” dedi. “Kaslarının gevşemesine ve iyileşmene yardim edecek. Buranın bütün amacı bu değil mi... İyileştirmek” Şişman, pul pul olmuş kırmızı deri, yıkıcı bir yasam tarzının ipuçlarını veriyordu: Muhtemelen yemek, içki ve uyuşturucu bağımlılığı. Burak bu gergin kasları ovarken, mırıldanıyor ve dua ediyordu. Büyümüş, haşin bir yaşam tarafından reddedilmiş ve düşmanca, zorlu bir dünyaya kabul edilme mücadelesi veren bir erkek çocuğun ruhu için dua ediyordu.
Finalde ilik losyon ve bebe pudrası vardı. Görüntü neredeyse gülünçtü; losyon ve pudra, bu kocaman, yabancı yüzeyle nasıl da bir tezat oluşturuyordu. Adam sırt üstü dönerken yanaklarından yaşlar süzüldü ve çenesi titredi. Şaşırtıcı güzellikteki kahverengi gözleriyle Burak’ye bakıp gülümsedi ve titrek bir sesle şöyle dedi: “Yıllardır kimse bana dokunmamıştı. Teşekkür ederim. İyileşiyorum”
Sırlı Olaylara İnanır mısınız?
YARDIMSEVER ŞOFÖR
Kendi halinde yaşayıp giden yaşlı bir adamcağız... Bir karısı, bir de
külüstür kamyoneti var. Şehir içinde yük taşıyor, kazandığı üç-beş kuruşla
geçinmeye çalışıyorlar.
Kamyonetini yenilemek bir yana, doğru dürüst bakımını bile
yaptıramıyor."Bari lastikleri yenileyebilseydik" dediği bir zamanda,
kadına bir miktar miras kalıyor.
Yanlış olmasın, 30 milyon civarında; hani o paranın para olduğu zamanda. Rakamda yanılıyor olabilirim, belki de 30 bin lira. O parayla dört lastiği de yenilemek mümkün. Kadın, parayı eşine veriyor lastik alması için.
Adam yolda giderken, genç yasta dul kalmış olan, önceden tanıdığı bir
kadına rastlıyor.Hal hatır sorduktan sonra, iki çocuğuyla perişan bir
durumda olduğunu anlatan o genç kadına elindeki bütün parayı veriyor adam.
"Al kızım" diyor, "senin ihtiyacın benden daha fazla."
Çaresiz kadıncağızın nasıl sevindiğini tahmin edersiniz. Bin türlü dua
ediyor şoför amcaya.
Şoför amca, aksama eve dönünce eşi soruyor :
"Aldın mi lastikleri ?"
Adam ne desin...
- Almadım.
- Neden?
- Lastik yokmuş.
Baştan söylemeyi unuttum, bu tontoncuklar, Anadolu"nun ufak bir şehrinde
yaşıyorlar. Yani lastiğin bulunmaması normal sayılabilir.
- İyi madem... Parayı ne yaptın? Kaybetmedin ya!..
- Yok canım... Para şeyde, lastikçide. Gelince verecek.
Ondan sonra, kadın her aksam aynı soruyu soruyor, adam aynı cevabı veriyor:
- Gelmiş mi lastikler?
- Gelmemiş.
- Gelmiş mi?
- Gelmemiş.
Derken, o meşhur "Körfez Krizi" patlak veriyor. Adam artık her aksam aynı
yalanı söylemekten usanmış, eve gittiğinde diyor ki:
- Hanım, bizim lastikler yurt dışından gelecekti. İşte şimdi
gelmesi imkansız.
- Neden?
- Malûm işte, Körfez Krizi çıktı ya...
Kadıncağız günlerce, aylarca dua ediyor,
"Şu Körfez savaşı bir an önce bitsin de bizim adam, arabanın tekerlerini
yenilesin" diye.
şoför amca kabak lastiklerle yoluna devam ediyor. Günün birinde savaşın
bittiği ilan ediliyor.
Artık adam da söylediği yalanın ağırlığı altında iyice ezildiğini
fark ederek,
"Bu akşam eve gidince doğrusunu açıklayacağım" diye geçiriyor içinden, "ne
olursa olsun, kıyamet mi kopar?"
O kararlılıkla eve gittiğinde,
"Hanım, hani şu bizim lastik meselesi vardı ya..." diye söze başlamak
üzereyken,
Eşi "Hah tamam" diyor,
- Biliyorum.
- Neyi biliyorsun?
- Gelmiş, gelmiş.
- Ne gelmiş?
- Lastikler.
- Ne lastiği yahu?
- Arabanın...
- Nerden biliyorsun?
- Canım, senin lastikçi geldi.
- Benim lastikçi mi?
- Evet, iste şu kartı bıraktı bugün. Muhakkak yarın gelsin alsın
lastikleri dedi.
- Allah!..
Adam şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemiyor. Yemeğini yiyor, namazını
kılıyor, yatıyor ama uyku ne mümkün? Sabahı zor ediyor. Erkenden kalkıp
elinde kart, lastikçinin kapısına dikiliyor.
Lastikçi,
"Nerdesiniz beyim?" diye söze başlıyor, "Allah aşkına gelin alın şu lastiklerinizi !"
Şoför amcamız "Bu neyin nesi?" diye ısrarla sorunca, lastikçi meselenin aslını anlatıyor.
- Geçenlerde rüyamda Efendimizdi gördüm. "Filanca adama git, ona dört
lastik ver." buyurdu. Ben de hayırdır inşallah dedim ama, sonra rüyadır bu
deyip pek önemsemedim. Ne ettiğimi fark edemedim... Cahillik işte,
bağışlayın. Hayatım altüst oldu. Evvelki gece tekrar gördüm. Beni bir
azarladı ki sormayın.Bana şöyle söylendi :
"Senin kurtuluşun o adama vereceğin dört lastikte..."
"Ne olur, su lastikleri alın da kurtarın beni."
Kalbinizin Sesini Dinleyin |
Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışa koşarak atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin genç oğluna kadar uzanır.
Babasının işi nedeniyle çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı. Orta 2. sınıftayken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası.. Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi. Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi.. iki gün sonra ödevi geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı. "Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk. "Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal..." dedi, hocası. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız!" dedi ve ekledi: "Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm" Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı. "Oğlum..." dedi babası. "Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!." Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına. "Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi. "Ben de hayallerimi..." O orta 2 öğrencisi bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki 1000 metrekarelik evinde oturuyor. Yıllar önce yazdığı kompozisyon ödevi şöminenin üzerinde çerçevelenmiş olarak asılı. Öykünün en can alıcı yanı şu: Aynı öğretmen geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya götürdü. Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine: "Bak..." dedi. "Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken hayal hırsızıydım. O yıllarda öğrencilerimden pek çok hayal çaldım. Allah'tan ki sen hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın" Kimsenin hayallerinizi çalmasına izin vermeyin. Ne durumda olursanız olun, kalbinizin sesini dinleyin !. |
HAYVANLAR
Her Şeyde Bir Hayır Vardır
|
Bir zamanlar Afrikadaki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral,daha çocukluğundan itbaren arkadaş olduğu,birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü. Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı.İster kendi başına gelsin ister başkasının,ister iyi olsun ister kötü,her olay karşisinda hep ayni şeyi söylerdi: "Bunda da bir hayır var!" Bir gün kralla arkadaşi birlikte ava çiktilar. Kralin arkadaşi tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşi muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın baş parmağı koptu.Durumu gören arkadaşi her zamanki her zamanki sözünü söyledi: "Bunda da bir hayır var!" Kral acı ve öfkeyle bağırdı: "Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?" Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşini zindana attirdi. Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadigi ve aslinda uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini,ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar. Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki,kralın başparmaginin olmadigini farkettiler. Bu kabile, batil inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarina kötü olaylar gelecegine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler. Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştigini anlayan kral, onca yillik arkadaşina reva gördügü muameleden dolayi pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çikardigi arkadaşina başindan geçenleri bir bir anlatti."Haklıymışsın!" dedi. "Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum. Yaptığım çok haksız ve kötü birşeydi." "Hayır" diye karşılık verdi arkadaşı. "Bunda da bir hayır var." "Ne diyorsun Allah aşkına?" diye hayretle bağırdı kral. "Bir arkadaşimi bir yil boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir." "Düşünsene, ben zindanda olmasaydim, seninle birlikte avda olurdum, değil mi? Ve sonrasını düşünsene? " |
Hiç Hayallerinizden Sıfır Aldınız mı? Beş Maymun
Kafese beş maymunu koyarlar, ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar. Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde çok soğuk suyla ıslatılır, bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar.
Bir süre sonra muzlara hareketlenen maymunlar diğerleri tarafından engellenmeye başlanır. Su kapatılıp, maymunlardan biri dışarı alınıp ve yerine yeni bir maymun konulur, ilk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur. Fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler. Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir ve merdivene ilk yaptığı atakta dayak yer, bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur. Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin, en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiçbir fikirleri yoktur. Son olarak en baştaki ıslanan maymunların dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir. Tepelerinde bir salkım muz asılı olduğu halde artık hiçbiri merdivene yaklaşmamaktadır. Neden mi? Çünkü burada işler böyle gelmiş ve böyle gitmektedir...' Kendinizi Nasıl Hissediyorsunuz?
PROBLEM KİMDE?
Adamın biri artık karısının eskisi kadar iyi duymadığından korkuyormuş ve karısının işitme cihazına ihtiyaç duyduğunu düşünüyormuş. Ona nasıl yaklaşması gerektiğinden emin değilmiş. Bu durumu konuşmak için aile doktorunu aramış; doktor adamın karısının ne kadar duyduğunu anlayabilmesi için basit bir yöntem önermiş. "Yapacağın şey şu, karından 40 adım ileride dur, normal bir konuşma tonuyla bir şeyler söyle; eğer duymazsa 30 adım ilerisinde aynı şeyi tekrarla, sonra 20 adım; cevap alana kadar aynı şeyi tekrarla" O akşam karısı mutfakta akşam yemeğini hazırlarken adam işlemi uygulamaya koymuş. 40 adım uzaklıktan karısına normal bir konuşma tonuyla seslenmiş "Hayatım bu akşam yemekte ne var?" Cevap yok Mutfağa biraz yaklaşmış. Mesafeyi 30 adıma indirmiş ve soruyu tekrarlamış "Hayatım bu akşam yemekte ne var?" Gene cevap yok Mutfağa biraz daha yaklaşmış, mesafe 20 adım ve tekrar sormuş "Hayatım bu akşam yemekte ne var?" Hala cevap yok Adam mutfağın kapısına gelmiş artık mesafe iyice azalmış ve soruyu tekrarlamış "Hayatım bu akşam yemekte ne var?" Gene cevap alamamış Bu sefer karısına iyice yaklaşmış ve aynı soruyu tekrar sormuş "Hayatım bu akşam yemekte ne var?" "Hayatım beşinci kez söylüyorum, Tavuk" Hikayenin ana fikri: Belki de genelde düşündüğümüz gibi problem daima karşımızdaki kişilerde olmayabilir.Problemlerin sebebini iyi analiz etmeliyiz. |
Kaç Beden Gömlek Giyiyorsunuz? Giyimler Konusu
GÖRÜNÜŞE ALDANMA
Bir gün güzellik ve çirkinlik bir deniz kıyısında karşılaştılar. Hadi, denize girelim dediler ve giysilerini çıkartıp sularda yüzdüler.
Bir süre sonra, çirkinlik kıyıya dönüp güzelliğin giysilerine büründü ve yoluna gitti. Güzellik de denizden çıktı; ama kendi giysilerini bulamadı.
Çıplak olmak utandırıyordu onu, çaresiz çirkinliğin giysilerine büründü ve yoluna devam etti... O gün bugündür erkekler ve kadınlar onları birbirine karıştırır. Ancak içlerinden güzelliğin yüzünü önceden görmüş kimileri vardır ki, giysilerine bakmaksızın tanırlar onu.
Ve yine çirkinliği tanıyan bazıları vardır ki, güzelliğin elbisesi onu gözlerinden gizleyemez...
Misket
Yaşlı adam, bir konfeksiyon mağazasına ait vitrine uzun uzun baktıktan sonra, ilerideki yeşillikte oynayan çocukların en zayıfına dönerek:
-Küçüüük! diye seslendi. Bana biraz yardımcı olur musun?
Çocuk, hafta sonlarında yaptıkları misket oyununu ilk defa kazanmış olmasına rağmen arkadaşlarını bırakıp geldi. 7-8 yaşlarındaydı ve üzerindeki elbiseler, "tek kelimeyle" dökülüyordu.
Yaşlı adam, çocuğun saçlarını okşadıktan sonra:
Vitrindeki elbiseyi giymeni istemiştim, dedi. Bakalım üzerine
uyacak mi?
Çocuk, bu teklifi ilk önce şaka sandı. Ama adam son derece ciddiydi. Onunla birlikte mağazaya girerken, ilk önce rüyâda olup olmadığını, daha sonrada şimdiye kadar yeni bir elbise giyip giymediğini düşündü. Genellikle ailedeki büyük çocuğa alınan veya komşular tarafından verilen giyecekler, elbiselerin ona dar gelmesiyle birlikte ortanca kardeşe kalır, birkaç sene sonra da dizleri aşınmış veya delinmiş vaziyette kendisine yamanırdı.
Ama "her zaman hasta" dedikleri babasının ne kadar zor para kazandığını bildiğinden, bu işe bir kere bile itiraz etmemişti. simdi ise, ilk defa yeni bir elbisesi olacaktı. Üstelik de bayrama üç gün kala.
Çocuk, yaşlı adamın gösterdiği elbiseleri giydiğinde, büyümüş
olduğunu ilk defa farketti. Çizgili kadifeden yapılmış pantolon, bacaklarının ne kadar uzun olduğunu ortaya koyarken, yeni ceketi de omuzlarını iyice geniş göstermişti. Fakat hepsinin üzerine giydiği kaban bir başkaydı ve artık üşümeyecekti. Çocuk, biraz önce kazandığı misketleri onun cebine bıraktığında, iyice keyiflendi. İrili ufaklı misketler, gayet derin olan ceplerin bir köşesinde kalmıştı. Demek ki her bir cep, en az elli misket alabilirdi.
Yaşlı adam, çocuğu sağa sola döndürdükten sonra, elbiselerin
paketlenmesini istedi. Ve iş tamamlandığında, tezgâhtara dönerek:
-Elbiseleri torunuma alıyorum, dedi. Kendisine sürpriz yapacağım
için, onları bu çocuğun üzerinde denedim. İkisinin de boyu falan aynı
da...
Çocuk, bir anda beyninden vurulmuşa döndü ve ne diyeceğini bilemedi.
Ama artık büyüdüğüne göre, bir şey belli etmemeliydi. Aynaya son bir defa baktıktan sonra, üzerindekileri yavaşça çıkartarak bir kenara fırlattığı eskileri giydi.
Adam, elbiselerin torununa uyacağından emindi. Yaptığı hizmet için çocuğa bir ciklet parası vermek istediğinde, onu yanında göremedi. Haylaz velet, belli ki bu isten sıkılmıştı.
Çocuk, arkadaşlarının yanına döndüğünde, bir kenara çekilerek onları seyretmeye koyuldu. Ve bütün ısrarlara rağmen oyuna katılmadı.
Arkadaşları :
-Niçin oynamıyorsun? diye sordular. En güzel misketleri sen
kazanmıştın.
-Çocuk, inci gibi yaslar süzülen gözlerini arkadaşlarından
kaçırmaya çalışırken:
-Misketlerim, bu elbiselere yakışmayacak kadar güzeldi, dedi. Bu
yüzden onları, bayramlık kabanımın cebine sakladım.
ASLINDA HER YAŞTA AMA FARKLI SEKILLERDE HEP BIRILERI TARAFINDAN KANDIRILIP SONRA DA BIR KENARA FIRLATILMADIK MI İŞİMİZDE – DOSTLUKTA - ARKADASLIKTA - BELKI DE AILEMIZDE..
KİMİN UMURUNDA -BIR BASKASININ- DUYGULARI, HISSETTIKLERI VEYA KANDIRILMASI, GÖZYASLARI YA DA KALP KIRIKLIKLARI.
BÜTÜN BIR ÖMÜR BOYU KALAN IZLER NE YAZIK Kİ KÜLLİYEN HİÇ KİMSENİN...
KEŞKE... KEŞKE... FARKLI OLABİLSEYDİ HER ŞEY.
BİRAZ DAHA İNSANCA, BİRAZ DAHA HASSASCA, DÜRÜSTÇE VE BİRAZ DAHA YÜREKLİCE...
Yemeklerden Ne Alırsınız?
BİR ÇOCUĞUN DUYARLILIĞI
Bir pastanın üç otuz paraya satıldığı günlerde 10 yaşında bir
çocuk pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu..
Çocuk sordu: "Çikolatalı pasta kaç para?.."
"50 cent!.."
Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı.
Bir daha sordu: "Peki dondurma ne kadar.."
"35 cent" dedi garson kız sabırsızlıkla..
Dükkanda yığınla müşteri vardı ve kız hepsine tek başına
koşuşturuyordu.
Bu çocukla daha ne kadar vakit geçirebilirdi ki...
Çocuk parasını bir daha saydı ve "Bir dondurma alabilir miyim
lütfen" dedi.
Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın kenarına koydu ve öteki
masaya koştu.
Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi kasaya ödedi.
Garson kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu
birden. Masayı sanki akan yaşları ile temizleyecekti.
Bos dondurma tabağının yanında çocuğun bahşiş olarak bıraktığı 15 cent duruyordu...
Ne İş Yapıyorsunuz?
|
|
||
www.dersturkce.com
2024