Metin Türü: Roman
Alt Tema: Yardımlaşma
Süre: 8 saat
ÇALIKUŞU
İstanbullu bir subayın kızı olan Feride, küçük yaşta anne ve babasını kaybeder. Teyzesininkorumasıyla Notre Dame de Sion (Nötre Dam dı Sion) Fransız yatılı okulunda okur. Yaramazlıklarıyüzünden arkadaşları, okulda, ona “Çalıkuşu” adını takarlar.Feride, yaz tatillerini teyzesinin köşkünde geçirir. Teyzesinin yakışıklı oğlu Kâmuran ile birbirleriniseverler ve nişanlanırlar. Feride, düğün günü bir kadının getirdiği mektuptan Kâmuran’ınİsviçre’de iken Münevver adında hasta bir kızla ilişkisi olduğunu, ona evlenme sözü verdiğiniöğrenir; her şeyi yüz üstü bırakıp kaçar.Feride; Anadolu’nun çeşitli yerlerinde (Zeyniler köyü, Bursa, Çanakkale...) öğretmenlik yapar.Son olarak Kuşadası’na gelir.
Kuşadası, 25 Kasım
Kuşadası’na gider misiniz?” dedikleri vakit, birden sevinmiş, kendi kendime: “Kuşadası, benimadam, bu kadar zamandan beri aradığım saadeti, gönül rahatımı mutlaka orada bulacağım!”demiştim. Bu his beni aldatmamıştı. Burasını her yerden ziyade sevdim. Pek güzel bir memleket diyemi? Hayır. Rahatım pek yolunda olduğu için mi? Bu da değil. Bilakis her zamankinden ziyade çalışıİlköğretimyorum.
Şu hâlde? Verilecek cevap biraz gülünç. Fakat ne yapayım ki hakikat. Ben Kuşadası’nı güzelve rahat yer olmadığı için seviyorum. Öyle sanıyorum ki kudret, yalnız güzel simaları değil güzel toprakları,güzel denizleri de insana gizli gönül azapları versin diye yaratmış.
Bir ay evvel buraya geldiğim vakit, mektebin başmuallimesi beni karşısına aldı. Elli yaşlarındakadar, hasta, bitkin bir kadın, bana dedi ki:
– Kızım, birbirinden tam üç ay fasıla ile dağ gibi iki oğlumu kara toprağa verdim. Dünyayı gözümgörmüyor. Seni buraya ikinci muallimelikle göndermişler. Gençsin, malumatlı görünüyorsun, mektebisana bırakıyorum. Bildiğin gibi idare et. İki muallimemiz daha var, yaşlı iki hanım, onlardanhayır yok.
Elimden geldiği kadar çalışacağımı vaat ettim ve sözümde durdum.
Çalışmak, bütün ruhuyla, kendini başkalarına vermek ne güzel şey! Çalıkuşu tamamıyla eski Çalıkuşuoldu. Ne o Ç.’deki belirsiz yaşamak yorgunluğu ne İzmir’deki isyanlar, hiçbiri kalmadı, bir yazsemasına musallat olmuş geçici bir bulut gibi hepsi dağıldı.
Saçlarım, birer birer ağarıncaya kadar başkalarının çocuklarına, onların saadetlerine kendimivakfetmek artık beni korkutmuyor. İki sene evvel, bir sonbahar akşamı, gönlümün içinde öldürülenküçüklerin boş yerini başkalarının çocuklarına verdim.
Kuşadası, 1 AralıkBir zamandan beri etrafımda bir muharebe sözü dolaşıyordu. Hayatımı mektebe vakfettiğim içinkulak bile vermiyordum. Bugün kasaba birbirine girdi. Muharebe başlamış.
Kuşadası, 15 Aralık
Muharebe başlayalı on beş gün oldu, hastaneye her gün kafile kafile yaralı geliyormuş. Mektebebir neşesizlik çöktü, küçüklerimden birçoğunun orduda babaları, kardeşleri var. Biçareler tehlikeyi,şüphesiz, bilmiyor fakat hissediyorlar. Üstlerine büyük adam gibi halim bir mahzunluk çöktü.
Kuşadası, 16 Aralık
Ne aksilik, Yarabbi, ne aksilik! Bugün kumandanlığın emriyle mektebi işgal ettiler. Geçici hastaneyapacaklarmış. Ne isterlerse yapsınlar, umrumda değil. Fakat mektep kurtuluncaya kadar ben neyapacağım, nasıl vakit geçireceğim?
Kuşadası, 26 Aralık
Bir aydan beri Hayrullah Bey’in yanında hasta bakıcıyım. Muharebe devam ediyor, hastaneyegelen yaralı kafilelerinin ardı arkası kesilmiyor. İş o kadar çok ki... Bazı geceler evime biledönemiyorum.
Dün gece geç vakte kadar ağır yaralı bir ihtiyar yüzbaşı ile meşgul olmak lazım gelmişti.
Sabahakarşı yorgunluktan bitap düşmüş, ecza odasındaki bir koltuğun içinde uyuklamıştım.
Omuzlarıma hafif bir elin dokunduğunu hissettim; gözlerimi açtım, Doktor Hayrullah Bey’di.Benim üşümemden korkmuş, uyandırmamaya çalışarak üstüme ince bir battaniye örtmek istemişti
pencereden giren hafif seher aydınlığı içinde daha solgun ve yorgun görünen mavi gözleriylegülümsedi:
– Uyu küçük, rahatsız olma, dedi.
İki büyük kusuruna rağmen, bu ihtiyar doktoru çok seviyorum. Bunlardan biri kaba kelimeler kullanması.Gerçi etrafındakiler de buna hak kazanacak münasebetsizlikler yapıyorlar ama bu da sebepolur mu ya? Bazı ağzından öyle şeyler çıkıyor ki yanından kaçıyorum. Günlerce yüzüne bakamıyorum.Bununla birlikte, kabahatini kendi de biliyor. Hayrullah Bey, kabahatlerini, saf pişmanlıklarını,sevimli mahcubiyetleriyle affettiren hatta hoş gösteren çocuklara benziyor.
İkinci kabahati bundan daha büyük. Bu kaba saba adamda anlaşılmaz bir nitelik var. İnsanınkendine bile itiraf edemediği en olmayacak şeyleri öyle ustalıkla ağzından alıyor ki... Mesela, benimkimseye söylememek için o kadar çalıştığım sergüzeştimin büyük bir kısmını biliyor. Bunları nasıl söyledim.Kendim de farkında değilim. Ara sıra sorduğu tek tük suallere kuru cevaplar vermekten başkabir şey yapmamıştım. Hâlbuki o, bu sözleri bir araya toplaya toplaya bütün bir hikâye meydanaçıkardı.
Doktorun kimsesi yok, yirmi beş sene evvel evlenmiş, dokuz ay sonra karısı tifodan ölmüş. O vakittenberi bekâr kalmış, kendisi Rodosluymuş fakat Kuşadası’nda da bazı emlakı var. Miralaylık maaşınaherhâlde ihtiyacı olmayan bir adam. Çünkü onun birkaç mislini hastalara sarf ediyor. Mesela birgün evvel, yaralı bir neferin memleketinden gelen mektubunu okumuştum. Neferin ihtiyar anası,sefaletlerinin son dereceyi bulduğunu, çocukların açlıktan, sokaklara döküldüklerini yazıyordu. Yaralı,bu mektubu dinlerken derin derin ah etti.
Hayrullah Bey, yanımızdaki yatakta bir askeri muayene ediyordu. Birdenbire bu biçare neferedöndü:
– Çok memnun oldum, neyinize güvenir de böyle alay alay yumurcak çıkarırsınız ortaya, dedi.
Bu zalim alay, ok gibi yüreğime saplanmıştı. Münasip bir vakitte bunu ihtiyar doktora söyleyecektim.Fakat o, bana daha evvel bu meseleden bahsetti:
– Küçük, belli etmeden anasının adresini al, beş on lira gönderelim, dedi.
Öyle anlıyorum ki bu ihtiyar doktor ne para için ne de bir vazife fikriyle askerlik ediyor, onun birdüşkünlüğü var:
“Sevgili ayıcıklarım” dediği biçare neferlerle muhabbet! Fakat bilmem niçin, bumuhabbeti, utanılacak bir şey gibi daima gizlemeye çalışıyor.
Kuşadası, 28 OcakBu sabah, hastaneye geldiğim vakit ağır yaralı dört zabit getirildiğini haber aldım. Hastabakıcılar,Hayrullah Bey’in beni aradığını söylediler. Ne vakit nazik bir ameliyat yapacak olsa beni yanındaistiyor:
– Sana, böyle şeyler göstermek doğru değil ama küçük, elinden iş gelecek adam yok, beni kızdırıpbağırtıyorlar, ne yapacağımı şaşırıyorum, diyor.7
Çarşafımı attım, acele acele gömleğimi giydim. Fakat ben hazırlanıncaya kadar ameliyat bitmişti.Yaralıyı sedye içinde yukarıya gönderiyorlardı.
Hayrullah Bey, beni yanına çağırdı:
– Küçük, dedi. Ehemmiyetli bir terzilik ettik: “Ameliyata terzilik diyor.” Genç bir erkânıharp binbaşısı.Bir bomba, sağ kolu ile yüzünün bir tarafını berbat etmiş, kendi odamı verdim. Artık, onunla senmeşgul olursun. Çok büyük ihtimama ihtiyacı var.
Konuşa konuşa odaya girdik, yatakta yüzü, kolu sargılar içinde sessiz bir insan yatıyordu. Doktorlayanına yaklaştık, yalnız yüzünün sol tarafı bir parça görünüyordu. Bu çehre bana yabancıdeğildi. İlköğretim Türkçe Ders Kitabı - 8 80Fakat bu yüzü bir türlü bulup çıkaramıyordum.
Hayrullah Bey, yaralının sol nabzını tutmuştu.
Yüzüne doğru eğilerek iki kere:
– İhsan Bey, İhsan Bey! diye seslendi.
Birdenbire zihnimde bir şimşek çaktı. Ç.’de Abdürrahim Paşa’nın evinde tanıdığım erkânıharpyüzbaşısı idi. Bir adım geri çekildim; odadan çıkacak, bir daha beni bu yaralı zabitin yanına göndermemesinidoktordan rica edecektim. Fakat hasta, gözlerini açmış, beni görmüştü. Tanıdı, lakin benolduğuma ihtimal vermedi. Yaralandığı günden beri, kim bilir, kaç defa kendini kaybetmiş, hastalığı,ateşi, ona ne çılgın rüyalar vermişti? Evet, dalgın gözlerin bakışlarından anladım ki ben olduğumaihtimal vermedi, bembeyaz dudaklarında, hafif bir gülümsemeyle tekrar gözlerini kapadı.
Kuşadası, 7 Şubat
İhsan Bey’in yarası tehlikeli değilmiş, bir aya kadar kendini toplayabilirmiş. Fakat sağ kaşınınüstünden başlayarak çenesine kadar bütün yanağını kaplayan yara onu korkunç bir surette çirkinbırakacakmış.
Zavallı adam, ne çehre ile hastaneden çıkacağını biliyor, açıktan açığa bir şey söylemediği hâlde,derin bir ümitsizlik içinde bulunuyor.
Hayrullah Bey:
– Biraz daha gayret delikanlı, yirmi güne kadar dipdiri ayağa kalkacaksın, dediği zaman, âdetatelaşa düşüyor.
Yaralının bugünlerini hoş geçirmesi için kalbimin bütün şefkat kabiliyetini sarf ediyorum; bazenyatağının başucunda kitap okuyorum hatta masal bile söylediğim oluyor.
Evet, biçarenin hiçbir şey söylemediği hâlde daima çirkin kalmak azabından bir dakika kurtulamadığıo kadar belli ki... Bazen gizli teselliler icadını çalışıyordum. Büsbütün başka şeylerden bahsediyorgibi görünerek yüz güzelliği kadar dünyada lüzumsuz hatta muzır bir şey olmadığı, asıl güzelliği ruhta,gönülde aramak lazım geldiğini söylüyorum.
Kuşadası, 25
Şubatİhsan Bey, ümit ettiğimizden az zamanda iyi oldu. Bu sabah sütlü çayını götürdüğüm zaman, onugiyinmiş buldum.
Bir sene evvel Abdürrahim Paşa’nın bahçesinde tesadüf ettiğim parlak elbiseli, güzel ve mağrurçehreli erkânıharp yüzbaşısı gayri ihtiyari gözümün önüne geldi.
Binbaşı üniformasının yakası içinde incecik boynunu yana doğru meylettiren, yüzündeki yarayerinden, bir ayıp gibi utanan hasta asker, o güzel, mağrur erkânıharp zabiti miydi?
Teessürümü galiba gizleyememiştim. Onu, başka bir şeyle tevil etmeye çalışarak yalandan darılmayabaşladım:
– İhsan Bey, bu yaptığınız âdeta çocukluk, daha tamamıyla iyi olmadan niçin giyindiniz, dedim.
-Yatmak daha ziyade hasta ediyor da ondan, diye cevap verdi.
İkimiz de susuyorduk. O, hırçın asabiyetini gizlemeye çalışarak:
– Artık gitmek istiyorum, bir şeyim kalmadı, tamamıyla iyi oldum, diye ilave etti
Gözlerini önüne indirdi:
Yüreğim merhametten eziliyordu, renk vermemek için şakaya vurdum:
– İhsan Bey, görüyorum ki beni dinlemeyeceksiniz. Yine asker inadınız uyandı. Fakat şunu habervereyim ki ben şimdi fitnelik etmeye gidiyorum. Doktorunuza her şeyi haber vereceğim, sizi iyice paylasında görünüz, dedim.
Tepsiyi bırakarak acele acele dışarıya çıktım. Fakat doktoru görmeye gitmedim.(...)Reşat Nuri GÜNTEKİN
www.dersturkce.com
2024