CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA EKONOMİ VE SİYASET / NACİ BOSTANCI 2023-2024




CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA EKONOMİ VE SİYASET / NACİ BOSTANCI



Ekleyen: DersTurkce.COM | Okunma Sayısı: 1820

CUMHURİYETİN BAŞLANGIÇ YILLARINDA EKONOMİ VE SİYASET

 

  Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarındaki ekonomik ve siyasi durumun değerlendirilmesini yapmadan önce Osmanlı’nın son dönemi hakkındaki bilgilere göz atmak değerlendirmemizde önemli bir yere sahiptir. Çünkü Cumhuriyetin, Osmanlı’nın açmazları ve bunalımları (siyasi, ekonomik, askeri) üzerinden yükseldiği ortada olan ve değerlendirilmesi gereken bir gerçekliktir. Bu tür bir değerlendirme, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki siyasi ve ekonomik değişimlerin bir çok yönüyle kavranmasını sağlayacaktır. Öyle ki cumhuriyetle birlikte rejim değişmiş olsa bile zihniyet Osmanlı’nın bir uzantısı olarak varlık göstermiştir.

             Osmanlı’nın son dönemi Batıda gerçekleşen teknolojik, ekonomik ve siyasi değişimlerin, Osmanlı’nın kendini yeterince yenileyememe artık eskisi gibi dinamik ve güç gösterememe durumunu gözler önüne sermiştir. Öyle ki bu gelişmelerin karşısında yenilenememe ve güçsüzlüğünün farkına varan Osmanlı toplumsal karışıklıkların yanında meşruiyet dayanaklarını da yitirmeye başlamıştır. Yaşanan siyasi problemlerin sonucunda 1908’de Meşrutiyet ilan edilerek 1909 yılında Abdülhamit’in tahttan indirilmesi almıştır. Bir yandan batılı devletler ve şirketler Osmanlı pazarlarını nasıl ele geçireceklerinin  projelerinin yaparken İttihat ve Terakki’de, Meclisi ele geçirmiştir. Ayrıca İtalya ve Balkanlardaki savaşlar ve sonucu olarak yaşanan iç göçler ülkeyi ekonomik anlamda daha da zayıf düşürmeye başlamıştır. 1913 yılında İttihat ve Terakki saraya baskın yaparak hükümeti ele geçirirken, birinci dünya savaşında Almanya’nın yanında yer alarak yenilen Osmanlı, 1918 Mondros Mütarekesiyle arazileri paylaşılarak tükenmişliği ilan edilmiştir.

            Osmanlı’nın son dönemiyle beraber alınan büyük darbeler sonucunda devlet, halk ve ülke büyük bir krizin içine girmiş ve bu krizden çıkış yollarına dair alternatif oluşturulabilecek düşünceler bir bir gözden geçirilmeye başlamıştır. Fikir üretme unsuru olarak görülen ve toplumda bu anlamda bir işleve sahip bir entelijensiya, prestij, statü ve onun da ötesinde Osmanlı’dan devraldığı zihniyetiyle yenilenme , yeniden ayağa kalkma, canlanma arzusunu siyasi düzlemde gerçekleştirdiğini iddia etmek yanılsamalarla dolu bir iddia olur. Çünkü onların, eklemlenmek istenilen dünyanın değerlerini kavrayıp pratiğe dönüştürecek zihinsel bir arka plana sahip olmadıkları güçlü bir savunudur. Öyle ki Batılılaşma bir taklit olmanın ötesine geçememiştir.

I.                                                                               Dünya savaşından geriye yoksulluk, yıkılmış evler, işlevini yitiren ulaşım ve hareket alanı daralmış insanlar kalmıştır. Bu belirsizlik ve yıkım ortasında yeniden ekonomik canlanmayı sağlayacağı düşünülen sermaye sahibi gruplar ise beklentileri karşılamamıştır. Bu sonucun oluşmasını sağlayan en önemli unsurlar geleneksel olarak ticaretin ahlaki bulunmaması ve sermaye sahiplerinin üretimden elde ettikleri kazançları sadece ailelerini düşünerek, ailelerini kanalize etmeleri şeklinde değerlendirilebilir. Kısa yoldan zengin olma, vurgunculuk, ekonomik hayatla bütünleşme ve sorunların çözümü ile ilgili yeterli ortak girişimlerde bulunmama ve deyim yerindeyse günü kurtarma telaşı içinde olarak sayılabilir. Güçlü olmamakla birlikte ticaret hayatı varolan sermayeyi kendine çekerken, tarımsal üretimin tamamıyla gözardı edildiği görülmüştür. Bilindiği gibi kalkınma yatırıma, yatırım ise öncelikle tasarrufa bağlıdır. Oysa enflasyonun o dönemdeki büyük artışı tasarrufun istenilen düzeyde oluşmasının önünde en büyük engel olmuştur. Ayrıca ülkede üretimin yediği büyük darbe en basitinden un, şeker ve elbise gibi temel ihtiyaç maddelerinin dışardan ithal edilmesine yol açmıştır. Bu dönemde anlaşılacağı üzere ekonomik hayat üretime dayanmayan ve dışardan ithal edilen malların alınıp satıldığı Pazar şartlarının etkisi ile şekillenmektedir. Osmanlı’da din ve etnik kimliklerden oluşan birlik yerini ticaretin çıkarlarına ve güçlenen “ulus projelerine” bırakmıştır. Öyle ki pazarlarda etkin rol oynayan güçler, Yahudiler, Ermeniler ve Yunanlılar olmuştur. Böylelikle sömürge siyasetinin nesnesine dönüşen Türkler, memur ve köylü olarak varlık göstermek kalmıştır.

Yaşanan tüm olumsuz şartlardan çıkış yolu arayan bir kısım unsurlar (aydınlar, siyasiler vs) Batının yeni değerlerinden bağımsız olmayan projeler üretmek için çaba sarfetmişlerdir. Özellikle İttihat ve Terakki Partisi devlet desteğiyle Türk asıllı bir özel sektör oluşturma çabası içerisine girmişlerdir. Bu projenin adı iktisadi Türkçülüktür. Bu sayede 92 şirket kurulmuş (40 kadarı sanai ve ticaretle uğraşmıştır) ve şirketlerin sermayesi 16.5 TL’ye ulaşmıştır. Osmanlı kendi doğal akışı içerisinde Pazar şartlarında bir burjuva sınıfı oluşturmamıştır. Çünkü Osmanlı devleti her zaman mülkün tek sahibi olma iddiasını sürdürmüş ve oluşabilme potansiyeli olan bir burjuva sınıfına imkan vermemiştir. İttihat ve Terakki’nin bu Türk burjuvazisini oluşturma çabası hedeflenen sonuçlara da anlaşılabileceği gibi ulaşamamıştır. Çünkü Osmanlı’da insanlar yüzyıllar boyunca üreticiden çok tüketici olmuşlardır. Dolayısıyla üretim ve dağıtımla ilgili gerekli ilkeler ekonomik hayatlarında doğallığında yer almamıştır.Bu yüzden birden bire dayatılan kapitalist Pazar ekonomisini anlayamamışlardır.

Oluşturulmaya çalışılan Türk burjuvazisi, Batı burjuvazisinden oldukça farklı niteliklere sahiptir. Batıda burjuva sınıfı tüccarlar ve sanayicilerden oluşurken, Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş sürecinde oluşturulan Türk burjuvazisi Osmanlı geleneklerinin sürdürücüsü olan memurlardır. Dolayısıyla bu memurlar modernleşmenin temel dinamiği olamamışlardır. Modernleşmenin ana fonksiyonu olarak burjuva değil devlet kabul edilmektedir.

 

CUMHURİYETİN BAŞLANGIÇ YILLARINDA EKONOMİK ZİHNİYET

 

Osmanlı’dan Cumhuriyete rejim değişikliğiyle beraber bürokrasi ve aydınların ekonomik sorunlara ilgisi ve sorunların çözümüne ilişkin çabalarının yoğunluk kazandığı görülmüştür. Meclis siyasi ve askeri bir merkez olarak ekonomik sorunların çözümünde aktif rol almaya başlamıştır. Örneğin meclisten yerli malların tüketimine yönelik kararlar çıkarılmaya başlanmıştır.(1921) Öyle ki bürokratlar, memurlar, meclis üyeleri, jandarma, belediye mensupları için bu zorunlu bir hale getirilmiştir. Bu Türkiye’deki yerli sermayenin desteklenmesi anlamına gelirken, Bir yandan da Türkiye’yi açık pazar olarak gören yabancı sermayeye karşı sessiz bir direniş olarak da yorumlanabilir. Yabancı sermayenin ülke sermayesini oluşturan el tezgahları ve küçük atölyeleri yenilgiye uğratması durumunun yeniden yaşanmaması için yeniden inşa edilecek toplumun zihniyetinin ne olacağı tartışması meclisten yeni kararların çıkmasına sebep olmuştur. Alınan karalar doğrultusunda toplumun yeni zihniyetinin temel kategorileri olarak “teşebbüs gücü ve üretici düşünce” belirlenmiştir. Basının İstanbul dışındaki yerlere de gazete yayınları ulaştırma konusundaki çabası, askeri amaçlı kurulan demiryolları halka bu düşüncelerin ulaştırılmasında etkin sayılabilecek bir role sahip olmasına karşın zihniyetteki köklü değişim için gerekli sıçramayı yaşatmaktan uzaktır.

Cumhuriyetin kuruluş aşamasında zihniyet dönüşümünün etkin bir şekilde dillendirildiği yerlerden biri de Ankara’dır. Değişen Türkiye’nin vitrini olarak Ankara geleneksel ve modern değerlerin iç içe olduğu ve yaşadığı alan olarak önemlidir. Meclisin açılması ve Ankara’ya doğru yaşanan göç ekonomik hayatı canlandırmaya başlamıştır. Örneğin, meclisle yapılan işler başlı başına bir sanai kolu haline dönüşmüştür. Yine kısa yoldan zengin olma hayallerinin mekanı haline dönüşen Ankara’daki pazarlar, insanlar için cazip hale gelmeye başlamıştır. Bu zenginler sonradan devlet destekli Türk özel sektörünün ilk isimleri varolacaklardır. Batıdakinden farklı olarak suni şartların ortaya çıkardığı özel sektör toplumsal kalkınmada üstüne düşen görevi yerine getirmek yerine varlığının sürekliliği için devletin güçlenmesini istemişlerdir. Daha öncede belirtildiği gibi bu özel sektör devlet destekli ortaya çıkmıştır.

Özel sektörün kısa yoldan elde ettiği kar daha çok lüks tüketim mallarına ve kısa dönemde yüksek gelir sağlayacak alanlara aktarılmıştır. Ayrıca bürokrasi, sermaye ve müteşebbis ilişkisi kurulmaya başlamıştır. Örneğin kısa yoldan zengin olamaya çalışan Çokzade Fehmi Ankara’da yabancı elçilerin konut ihtiyaçlarını karşılama işini Recep Peker ve Osmanlı Bankası yardımıyla kotarmaya çalışmıştır.Yabancı sermayedarlar daha rahat Pazar alanlarını genişletebilmek için milletvekilleriyle ve yönetimi etkileyecek kişilerle anlaşmalar yapma girişiminde bulunurlar. Lobicilik faaliyetleri haksız kazançlara neden olmakta, rüşvet, nüfuz kullanma, siyasi etkileri ekonomik hayata taşımakta ve çalışma, risk alma, teşebbüs cesareti gibi modern ekonominin bel kemiğini oluşturan bu değerlerin yerini almıştır.

Bu tür ilişkiler yaygınlaştıkça günlük dilde Aferizm diye yeni bir kavramın yaygınlaştığı görülmüştür. Milli mücadele de devrimci bir duruş sergileyen kadroların artık bir kazanç ve menfaat peşinde oldukları belirtilmektedir. Özellikle o dönemde mecliste birbirini rüşvet ve iltimas konusunda suçlayanların sayısı az değildir. Bir süre sonra devlet destekli müteşebbis kesimin halktan kopuk olarak kazancını sadece kendi tüketimleri için harcadığını, ithalatın sadece kendi ihtiyaçlarına yönelik olduğu söylenebilir. Aynı zamanda bu lüks madde ticareti sermaye birikiminin de bir parça kaynağı olmuştur.

Devlet destekli Türk burjuvazisini daha yakından tanımak için karakteristik bazı özelliklerini vurgulamak yerinde olacaktır. Herşeyden önce ilk dönem Türk burjuvazisi sosyal prestije paradan daha çok önem vermiştir. Bilgi ve teknolojideki gelişmeleri önemsemezken yapılan işleri kurumlaştırmak için çaba göstermemişlerdir. Sermayesinin normal kazanç yoluyla büyütme ve riske girme konusunda isteksiz davranmışlardır. Şahsi fikirlerinin uzman kişi veya gruplarca sınırlanmasını engelleme ve aile çevresine karşı büyük bir sorumluluk duyma olarak belirtilebilir.

 

İZMİR İKTİSAT KONGRESİ VE EKONOMİK ZİHNİYETE DAİR İPUÇLARI

 

Kurtuluş savaşından sonra cumhuriyetin idari kadrolarıyla ilişkilerini geliştirmek isteyen İstanbul’lu tüccarlar Milli Türk Ticaret Birliğini kurmuşlardır. Bu organizasyonun amaçları arasında ticareti ellerinde bulunduran gayr-i müslimlerin ülkeyi terk etmeleri ardından ortaya çıkacak boşluğu doldurmak idi. MTTB 1923’de Ticaret-i Hariciye’nin kongresini yapmayı planlar ve sonrasında halkın temsilcilerinin de katılacağı geniş bir kongreye katılma kararı alır.

Kongre 1135 delege (tüccar, işçi, sanayici, çiftçi) katılmıştır. İzmir İktisat Kongresinin siyasi mesaj içeren bir yanı olduğunu özellikle belirtmek gerekir. Lozan antlaşması henüz imzalanmamıştır. Ve bu kongrede teşebbüs-i şahsinin esas alınacağı vurgusu yabancı sermayeye açık olunduğunun bir mesajı verilirken, sosyal ve siyasi yakınlık mesajı verilmek istenmiştir. Kongrede ilk kez iktisat kavramı sınırlarını aşacak şekilde kullanılmış ve siyasi kimlik iktisat idaresi ile nitelendirilmiştir. Burada anlaşılması gereken ülke şartlarının ve ekonomik şartların birbiriyle iç içe şekillendirilmesidir. Kongrede açığa çıkan bir sonraki husus yönetimin asıl sorun alanı olarak ekonomik sorunları gördüğü, bu sorunları çiftçi ve köylünün sesine kulak vererek aşılması hedeflenmiştir.

Kongrede farklı görüşler ortaya atılmıştır. Bunlardan ilki ekonomik faaliyetlerin bir kısmının devlet bir kısmının özel sektör eliyle düzenlenmesidir.(karma sistem) Batı ve Sovyetler arasında kalmış ve  bu sayede her iki tarafında tepkisini almaktan kaçınmaya çalışmıştır. Kazım Karabekir kongrede yaptığı konuşmada ekonomi kavramının Türkiye için ne anlama geldiğini saptarken şunları vurgulamıştır. Öncelikle insanların, hayvanların ve ürünlerin korunması; üretimi arttırmak ve pazarları canlandırmak için kara, deniz ve demir yollarına işlerlik kazandırmak, son olarak da ekonomik kaynakların nasıl kullanılacağını halka öğretmek.

Atatürk’ün ekonomik yaklaşımıysa şöyledir; Atatürk’ün ekonomiyle ilgili söylemlerine askeri ve ekonomik kavramların sentezi hakimdir. O ekonomik bunalımdan çıkmayı ve güçlü bir ekonominin oluşumunun ülkenin bağımsızlığının sürdürülmesi için teminat olarak göstermiştir. Dolayısıyla iktidar ve egemenliğin merkezine ekonomiyi koymuştur. O girişimci bir sınıfın oluşmasını ister. Tek tip toplum yaratma çabasında bir yandan Batı modelinde güçlü bir ekonomi istenmekte; diğer yandan Batıdaki burjuva ve proleter gibi sınıfların ortaya çıkmasıyla hedeflenen toplumsal birliğin oluşamayacağı endişesi vardır. Yabancı sermayeye açık olunduğu belirtilirken bu ilişkiden çıkarları uzlaştırılacak bir işlev beklenmektedir. Kongrenin sonucunda alınan kararlar rasyonel olmaktan çok ahlaki bir nitelik taşımaktadır. Örneğin “Türkiye halkı tahribat yapmaz, imar eder...sarfettiği eşyayı mümkün mertebe kendi yetiştirir, çok çalışır. Ormanlarını sever...” Bu kararların modernleşmede ekonomik zihniyeti değiştirmesi mümkün değildir. Kullanılan dil daha çok ahlaki ve dini alana atıfta bulunmaktadır. Çünkü devlet halkın davranışlarını belirleme noktasında din kanalını kullanmıştır.

 

CUMHURİYETİN BAŞLANGIÇ YILLARINDAKİ SİYASİ ZİHNİYET VE EKONOMİK ALANLA İLİŞKİSİ

 

Cumhuriyetin ilk yıllarındaki zihniyeti anlamak için bir parti olmaktan öte cumhuriyetin ideolojik omurgası olan CHF’yi anlamak gerekir. CHF askeri (Kuva-yi Milliye hareketinin asker liderleri) ve sivil ( Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri) iki önemli kaynağı sahiptir. Cumhuriyetin ilk 27 yılında iktidar olan CHF hakkındaki bu bilgilerden sonra Birinci Meclisin yapısından bahsetmek gerekirse, öncelikle mecliste birbirinden farklı görüşler olduğu belirtilebilir. Birinci Mecliste Milliyetçiler, Komunistler ve Tenasütçüler bulunmaktadır. Çoğunluk Milliyetçilerden oluşmakta ve milliyetçilerde kendi içlerinde üç alt bölüme ayrılmaktadırlar. Bunlar; Islahatçılar, Muhafazakarlar ve Liberallerdir.

Meclise yoğun bir şekilde devletçilik anlayışı hakimdir. Dolayısıyla liberallere fazla bir şans tanınmamıştır. Meclisin genel kanaatini açmak gerekirse öncelikle hükümet halkın ekonomik durumuyla yakından ilgilenme hayat standartlarını iyileştirme gibi işlevlere sahiptir. Toplumsal ihtiyaçlar bir modernleşme çerçevesinde ele alınmaktadır. Ekonominin performansını bağımsızlık mücadelesi şekillendirecek ve üretim tüketim ve dağıtım savaş halinin zorunlulukları dikkate alınarak belirlenecektir. Bu kanaatler sonraki meclis hükümetlerinin de genel karakteri olmuştur.

Cumhuriyet Türkiye’sinin anlaşılmasında siyasi toplumsal merkezi temsil eden elitlerin anlaşılması gerekmektedir. Cumhuriyet elitlerinin ve siyasi örgütlülüğünün adı Cumhuriyet halk Fırkasıdır. Örgütlü bir halk temeli vardır. CHF Partisi Avrupa’daki parti oluşumlarından farklıdır. Çünkü Avrupa’da partiler sınıf çıkarları ve çatışmaları sonucunda ortaya çıkarken, Türkiye’de Atatürk’ün de ifade ettiği gibi sınıflar değil halk vardır. CHF bir sınıf partisi değil bir halk partisidir. Halk partisinin temel prensipleri olarak halkın uğradığı haksızlıklar düzeltilecek, tütün ekimi ve ticareti milli menfaatler doğrultusunda düzenlenecek banka kredileri tüccar, çiftçi vs için işler hale getirilecek, ziraatte makinalaşma sağlanacak, teknik donanımın ithali hammaddesi ülke içinde bulunan sanailerin kurulmasına çalışılacak, yol yapımı için harekete geçilecek...(Seçim Beyannamesi) Tüm bu ifadeler elit ile halk arasında sıcak bir ilişki kurmak için belirtilmiştir. Mevcut elit grubun kendine has değerlerinden bahsetmek oldukça güçtür. Çünkü bu grup Avrupa’dakilerin aksine ülkenin bağımsızlık mücadelesinde bir araya gelmiş bir gruptur. Ülkede birliğe ihtiyaç duyulan dönemde birliğin temsilcisidir. Birliğin temsilcisi CHF’nin ideolojikleşmeye başlaması ilişkiye girilmiş ülkelerdeki ideolojik örgütlenme biçiminden bağımsız düşünülemez. 1931 yılından itibaren partinin Cumhuriyetçilik, Halkçılık ve Milliyetçilik ilkelerinin yanına Devletçilik laiklik, İnkılapçılıkta eklenerek partinin amblemindeki altı ok oluşturulmuştur.

CHF çok sesliliğin karmaşa, tek sesliliğin ise düzen olarak nitelendirildiği dönemin tek sesidir. CHF Recep Peker’in genel sekreterliği Erdal İnönü’ye devretmesinden sonra parti üst yönetimi ile devlet üst yönetiminin birleştirilmesinin temelleri atılır. Böylelikle Osmanlı’daki mülkü hanedana ait gören anlayışın yerini mülkü partiye ait gören anlayış almıştır. Aydınlar varoluşlarını ise iktidara irrasyonel bağlılıkta arayan yeni”kapıkulu aydını” olarak sürdürürler. Bunun nedeni devlette eğitimli kadronun azlığı ve sonucunda zihniyet ideolojik yönden devlete bağlı olan aydınların meslek olarak da bağlılığı söz konusu olmuştur. 1930’larda parti kavramı bir araç olmaktan çok adeta her şeyin feda edilebileceği kutsal bir amaç haline almıştır. Devlet ve millet parti için vardır. Halkın rıza gösterdiği bir araçtan çok halkı yönlendiren yol gösteren bir kimliğe bürünmüştür. Partiye kutsallık atfedilirken, parti başkanı şef (karizmatik ilahi önder) halk ise tebaadır. Şeflik sadece otoritesiyle siyasi alanın belirleyicisi olmaz, aynı zamanda ekonominin de belirleyici, merkez noktası haline gelir. Modern devlete ait ekonomik ve siyasi yapılanma yerine, CHP 1938 ‘de şefliği kurumsallaştıran düzenlemeler yapar. Partinin ebedi başkanı M.K.Atatürk, değişmez başkanı İsmet İnönü olarak ilan edilir. Şefliğin kurumsallaşması giderek darlaşan ve içine kapanan bir bürokrat kesimini ortaya çıkarmıştır. Bu model halkı dışlanmaya meyilli otoriter bir modeldir. Amaçları ve kullandığı araçlar bakımından .Ayrıca bu anlayışı ilerleme ve gelişme gibi her türlü tepeden inme anlayışa meşruiyet dayanağı sağlayarak kapı açmıştır.

Tek parti rejiminin temel karakteristiği mevcut tüm güçleri tek elde toplamasıdır. Hedef, parti ideolojisini pratiğe geçirmek adına devlet- parti bütünleşmesini hükümeti ele geçirerek sağlamaktır. Bu duruma eleştirel yaklaşacak her hangi bir oluşumun ortaya çıkmasının nesnel şartları mevcut değildir.

 

TARIMSAL YAPININ GENEL KARAKTERİSTİĞİ

 

Romalılar’dan Osmanlı’ya ve Cumhuriyet rejimi de dahil, Anadolu’nun ekonomik olarak bel kemiğini tarım oluşturmuştur. Tüm üretim ilişkileri bu ana unsur çerçevesinde şekillenmiştir. Tarımcılıkta ilişkilerin sanayi ve ticaret ilişkilerine nazaran daha durağan olması, bundan kaynaklı rekabet ortamının oluşamaması, modernleşme çabası içindeki Cumhuriyet Türkiye’sinin modernleşme eğiliminin bu alanda aranmaması fikrinin oluşmasına neden olmuştur. Cumhuriyetle beraber tarımda makinalaşma çabalarının önem kazandığı görülmektedir. Öyle ki askere alınan köylüye tarımda kullanılması gereken makinaların tanıtılması ve kullanımının öğretimine dair eğitimler verildiği bilinmektedir. Ayrıca Atatürk’ün toprak sahibi olmayan köylü ailelerin toprak edinmesine yönelik projeler geliştirmiş olması o dönem de süreklileşemese de önemli girişimlerdendir. Amaç tarımda bir canlanma yaşatma ve bu canlanmayı şehir pazarlarında yaratmak olarak da değerlendirilebilir. Fakat hedeflenilen sonuca ulaşılamamıştır. Bunun sebepleri olarak makinalı tarımın endüstri üreten bölgelerde yoğunlaşması ve dengeli bir dağılımın olamaması olduğu gibi gerçekleştirilmek istenen zihni değişimleri sağlayacak olan maddi şartların mevcut olmaması olarak belirtilebilir.

Tarım kesimiyle devlet arasındaki en sıkı ilişki vergi alanında görülmektedir. Aşar bütçenin ’sini teşkil etmektedir.Bürokrasi en önemli hedef olarak modernleşmeyi belirlediği için halkla bir gerilim yaşamış ve bu gerilimi ortadan kaldırmak için ise aşar vergisini 1925 yılında kaldırarak, halkla yaşadığı gerilimi ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Devlet kredilerle büyük işletmeleri desteklemiş ve bu şirketler halkla bütünleşmekten, değişimi halka ulaştırmaktan uzaktır. Ayrıca bürokrasi tarım alanındaki düzenlemelere zaten sıcak yaklaşmamıştır. Çünkü Batılılaşmayı sağlayacak olan milli burjuvaziyi bağrından çıkaramaz ve sanayileşmenin öncü gücü olabilmekten oldukça uzaktır. Bu yüzden gücünü ve imkanlarını tarımdan daha çok sanayileşmeye harcamış ve gerekli tarımsal düzenlemelerle düşük yoğunluklu ilgilenmiştir.

Tüm bu sorunları bürokrasinin dönemsel politikalarından daha çok, Osmanlı’dan devraldığı zihniyetin anlaşılmasıyla, daha anlaşılabilir olduğunu bilmek gerekir. Cumhuriyet Türkiye’si Osmanlı’dan çok köklü bir devlet geleneğini devralmış ve Batılılaşma politikalarını devlet eksenli oluşturmaya çalışma yollarından bu yüzden kaçamamıştır. Batıda modernleşme, sınıflı toplum yapısı, sivil toplumun varlığı ve burjuva proleter sınıflarının iktidar mücadeleleri ekseninde ortaya çıkmıştır. Oysa belirtilen bu maddi şartların hiç biri Osmanlı ve mirasçısı Türkiye Cumhuriyetinde mevcut değildir. Bu yüzdendir ki Batılılaşma konusunda hemen ön plana çıkan devlettir. Çünkü o zamana kadar toplum adına yapılması gereken her şeyi devlet yapmış ve bundan sonrada yapması gerektiği beklentisi anlaşılması zor bir durum değildir. Cumhuriyet döneminde halk destekli bir Kurtuluş savaşının sonrasında, halk için halka rağmen çağdaşlığı tepeden inme bir zihniyetle adeta dayatmıştır. İyiliğin ve kötülüğün kaynağı olarak görülen devlet, 1930 yılından itibaren örgütlenmesindeki geleneksel eğilimlerde ve kimliğinde oldukça farklı nitelikler başlamıştır. Merkezi iktidarın omurgası olan bürokrasi devletçiliği sosyal ve siyasi alandaki inkılapları, vasıtasıyla ekonomik alanla bütünleştirmek istemektedir. Böylelikle Batının sanayisi hızla Türkiye şartlarında gerçekleştirilebilecektir. Devletçilik, ideolojik anlamda tanımlanıp, çerçevesi belirlenerek ortaya çıkmaktadır. İkinci olarak da, devletçilik geleceğe yönelik planlamalar ışığında belirlenmekten çok geçmişe yönelik planlamalarca inşa edilmektedir. Devletçiliğin, yönetimin oturmuş genel bir ideolojisinin olmamasından kaynaklı oluştuğu iddia edilebilir. Artık devletçilik özel sermayenin oluşturulması ve güç kazanmasını sağlayacak bir unsur olarak algılanmıştır. Cumhuriyet bürokrasisi, ekonomik ve toplumsal değişimi devletçilik kanalıyla kendi denetiminde tutmak istemiştir.

Devletçilik kanalı içerisinde yorumlanabilecek faaliyetlerden ilki, 1924’de kurulan İş Bankasıdır. Bu banka, Yurt içi tasarrufları belli bir bankada toplamak ve yerli tüccar ve sanayiciye finansman kaynağı sağlamak için kurulmuştur. Banka ayrıca serbest teşebbüsçülerin etrafında toplandıklar fikir beyan ettikleri önemli bir unsur olmuştur. Böylelikle İş Bankası ekonomik işlevinden öte bir grubun sembolü haline gelmiştir.

1925’de Sanayi ve Maadin Bankası kurulur. Kuruluş amacı, Özel sektörün çalışmalarını finanse etmek, varolan şirketleri özel sektöre devredilinceye kadar işletmek ve yeni işletmeler olarak belirtebiliriz. Bankanın adı sonradan Sümerbank olarak değiştirilmiştir.

Gelişmeye çalışan Türkiye ekonomisi gelişim seyrini dış ülkelerden bağımsız olarak sürdürmemekte ve oralarda yaşanan ekonomik krizler direk yansımaktadır. 1929’da New York borsasındaki düşüş Türkiye’deki ithalat ve ihracatı azaltmıştır. Türk parası değer kaybetmiştir. Bu kriz burjuvasını yaratmaya çalışan Türk ekonomisini oldukça olumsuz etkilemiştir. Ve devletin merkezi rolü bir kez daha güçlü bir şekilde vurgulanmıştır. Devletçiliği ortaya çıkaran maddi şartlar yeniden vurgulanmaya başlanmıştır. Bu bağlamda Dünya ekonomisinde liberalizmin içine düştüğü bunalım ve devletin yeniden ön plana çıkışı,ekonomik hayatta beklenen hızlı değişmenin özel sermayeye fırsat tanıyan sistemle örtüşmemesi, kaynak açığını kapamak konusunda yabancı sermayenin yeterli olduğunun düşünülmesi, kültürel anlamda gerçekleştirilen inkılapların halk tarafından fazla bir tepkiyle karşılanmamasına bağlı olarak, ekonomik hayatta da gerçekleştirilecek uygulamaların başarılı olacağı fikri, devletin gümrük üzerinde tam hakimiyet kurması, iyi planlama ve kaynakların rasyonel kullanılmasıyla dışardan ithal edilen bir çok maddenin ülke içinde imal edilmesi ve dövizlerin dış ülkelere aktarılmasının engellenmesi olarak sayılabilir.

Devletçilik döneminin diş ticaret rejiminin özelliği, devletin özel sektöre destek olması gerektiği görüşünün hayata geçirilmemesidir. Milli burjuvaziyi oluşturma çabasından önce ülkenin genel ekonomik verilerinden hareket edilmeye çalışılmıştır. Bürokrasi iç ticarette milli burjuvaziyi öncelerken, dış ticarette devleti öncelemiştir. 1930’lardan sonra devletleşme politikası artık ekonominin bir kuralı haline getirilmiştir. İlk millileştirilen ekonomik alanlar, demiryolları, su şirketleri, rıhtım şirketleri, telefon şirketleri, maden işletmeciliği gibi alanlardır.

Entelijensiyanın fikir üretememesi sonucunda Cumhuriyet bürokrasisi ekonomik uygulamalarında sınama-yanılma yolunu benimsemiştir. Osmanlı’da tarım kesiminin sorunlarına yönelik kurulan Ziraat Bankası da bu yöntemle zaman zaman sınama-yanılma yöntemiyle tarıma yönelik gerçekleştirdiği politikaları sonuçsuz kalmaktadır. Çünkü ilkel üretim tarzı tarıma hakimdir. Tarım sektörünün kapalı ekonomik yapısını kıramamasındaki en büyük faktörlerden diğeri ise, bankanın gerektiği kadar kredi sağlayamamasıdır. Nüfusun çoğunluğunun tarımla uğraşıyor olmasına rağmen, ticaret ve sanayiyle uğraşanların sorunlarına daha çok eğilinmiştir. Halkın yönetimde dışarıda bırakılması tek parti Türkiyes’sinin bir sonucudur.Ekonomi teknokratlar ve bürokratlarca belirlenmiştir.

Bu bağlamda Birinci 5 yıllık plan devletin doğrudan kendinin gerçekleştireceği sanayi yatırımlarını ifade eder.Amaç, ülke ekonomisinde dengeyi sağlayacak unsur olmaktan uzak olan devlet, Birinci Beş Yıllık Planda Madencilik, Maden Kömürü İşletmeleri, Mıntıka elektrik santralleri, ev mahrukatı sanayi ve ticareti, toprak sanayi, gıda sanayi ve ticareti, kimya sanayi, mihaniki sanayi, denizcilik maddeleri bulunmaktadır. Plan özünde bir sanayi planıdır ve sadece 6. madde de tarımdan bahseder. Ağır sanayinin kurulmasına ve üretime büyük ağılık verilmiştir.Yabancı sermaye artık Türkiye’ye sıcak bakmamaktadır. Çünkü Türkiye’de ekonomik anlamdaki tutarsızlıklar, büyük bir güvensizlik ortamının oluşmasını sağlamıştır. Dolayısıyla her hayata geçirilmeye çalışılan politikanın fiyaskoyla sonuçlanıyor olması devletçiliği biraz daha ön plana çıkarmıştır. Bunun sonuçları olarak, ekonomik devletçiliğin uygulandığı dönem içinde en göze çarpan hususlardan biri milli gelirin % 28 artmasıdır. Bu oran toplumda dengeli bir şekilde dağılmamıştır. Tekstil ürünleri ihtiyacı için yatırımlar yapılmıştır. Ağır sanayi komplekslerinin tesisine önem verilmiştir. Devlet yatırımlarında özel teşebbüs gibi sadece kar sağlama değil, ekonomik hayatın diğer alanlarına kaynak sağlama, ülkenin geleceğini planlama, sosyal etkide bulunmak için yatırım yapmıştır. Karabük demir çelik üretimlerinin, üretime geçtikten sonra iç piyasaya çok pahalı ürünler olarak sürülmesi devletin önemli bir sermaye birikimi aracı haline dönüşmüştür. Bu onun handikaplarından biridir. Devlet sanayi tesislerini bir bölgede toplayarak Anadolu’ya dağıtmamıştır. Bu ise sanayinin belirli bölgelerle sınırlı kalmasına yol açmıştır. Öte yandan devlet sanayiyi sadece işletmenin karlılığı olarak görmemekte, aynı zamanda bölgeler arasındaki eşitsizliğin giderilmesi, halkın çalışabileceği iş sahalarının açılması vs hedeflenmiştir.

Son olarak zamanın rasyonel kullanımı üretimde verimlilik, yeni ekonomik tekniklerin deneyimi gibi konularda fabrikalar, halkın önünde ciddi modeller oluşturmaya başlarlar. Modern ekonomik zihniyete geçişi sağlayan unsurlar olacaktırlar.

 

 

YAZAR: NACİ BOSTANCI KİTABI ÖZETLEYEN: SEVGİ YILDIRIM

 




 Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece dersturkce.com'a aittir. Sitemizde yer alan dosya ve içeriklerin telif hakları dosya ve içerik gönderenlerin kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Telif hakkına sahip olan dosyaları lütfen iletişim bölümünden bize bildiriniz. Dosya 72 saat içerisinde siteden kaldırılır.Telif Hakkı Hakkında|Editör, ziyaretçi ya da üyelerimiz tarafından eklenen hiç bir içerikten dersturkce.com sorumlu değildir.İLETİŞİM:dersturkcem@gmail.com
Sitemiz hiçbir şekilde kar amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.