Dostluk Üzerine
A. Tokul / İletişim - Haziran 1987
Parelenince kafes
Ta kesilince nefes
Çağırırım dost dost.
"Dostluğun su ve ateş unsurundan daha elzem ve daha kıymetli bir şey olduğu hususunda mevcut olan atasözü ne kadar doğru ve yerindedir." diyen Montaignenin bu sözü de en az aktardığı atasözü kadar doğru ve yerindedir. Dostsuz hayata hayat denemez. Hayat dostlukla, dostlarla canlılık ve renk kazanır. Hele yüce davaya gönül veren insan için dost herşeydir...
Bacon "Dertlerim dökecek dostu olmayanlar, kendi yüreklerini kemirir" diyor. Evet, bu yönüyle dost bir kaba benzer. Hayatın inişli—çıkışlı yollarında karşı karşıya kaldığı hâdiseler eleme, acıya yahut neş'eye, sevince ait bir şeyler bulaştırır insana. Dolar ve bu doluşla beraber deşarj olma ihtiyacı hisseder insan. Ve koşup dostun kapısına, bağdaş kurup karşısına boşalır, boşalır... Bu hususun dava deyip yola vuranlar için apayrı bir ehemmiyeti vardır. Dava adamı, dava cihetiyle "dostum" dedikleriyle kontak kurmalı, beraber ağlayıp, beraber gülmelidir. Bu hareket tarzı, eskilerin dilinde "istişare" ile yer ve ifadesini kazanırken, yine eskiler, eskimeyen şu veciz sözle yalnızlıkla asla dostluk kurulmamasını salık vermişlerdir: "Sürüden ayrılanı kurt kapar." Aslında yürekleri kemiren de yalnızlık değil midir?
Derler ki: "Dostluk iki vücutta müşterek bir ruh gibidir." Bu söz ancak Yüce Rehber'in "Dostlar sizin için dünya ve ukba sermayesidir."mesajına kulak verip bu düşünce ve bu niyetle filizlendirilen dostluklar ve dolayısıyla mukaddes davaya akord olmuş ruhlar için bahis mevzuu olabilir. Yoksa kabirden ötesini göremeyen göz, karşısındakini dost değil, uşak görecek ve "Buradaki dostlar o günde, yek diğerine düşmandır." fermanının tasdik edicisi olacaktır.
Dost ayrılığının, zamanın bütün musibet ve felâketlerini unutturduğunu söylerler. Ah, bir de "yolda kalan" dostları tanısalardı ne derlerdi? Yıldız belleyip dilek: tuttuklarının, gün gelip kaydıklarını görselerdi ne yaparlardı? Ya her an karşı karşıya bırakılabileceğimiz bir imtihan gününün akla düşürdüğü "Dost kötü günde belli olur, iyi günde yüzlercesi bulunur." sözünün, ideal dilinde ifade ettiği mânâ, bütün bütün belimizi büküp, şakaklarımızı zonklatmalı değil mi? Gayeye;
"Dostun, namerd dehrin mihenk taşına.
Felaket pazarında vurulmuş olsun."
mısralarını atlamış dostlarla varılır. Ser verip; sır vermeyen, tuza ekmek banmasını bilen dostlarla. Öyleyse insan herşeyden evvel dost olabilmelidir. Dost olmasını bilen insan, dost almasını da bilen insandır. O halde insan aramalıdır. Arayan bulur. Dale'nin dediği gibi: "Başkaları 3e alakalanan insan iki ay içinde bir çok dost edinebilir. Ama başkalarının kendisiyle alâkalanmasını bekleyen insan iki yılda tek dost kazanamaz."
Dostlukta aranan ilk şart itimad, güven ve cesaret verebilmektir. Bu sacayağına o-turtulamayan dostluklar aldatıcı ve yıkılmaya mahkumdur. Hak ve hakikat hizmetçilerinde aranılan ilk vasıflar da şüphesiz bunlar olacaktır. Çünkü günümüz insanı bu hislerin hasretini çektiği kadar bir başka şeyin hasretini duymamıştır.
Dostluk esas mânâ ve tonunu, var olduğu için var olduğumuz son rehberle, ilk vekilinin şahsında bulmuştur. Topyekun cihana alkış tutturan her huzur dolu devir de bu dostluktan ilham almıştır. Batılı "Dostluk dünyayı bir arada tutacak tek bağdır." derken belki de bu gerçeği ifade ediyordu.
Soluklarını sinelerimizde duyduğumuz huzur müjdecilerinin de dostluk sırrının sırrına vakıf olması ümidiyle...
Alıntı...