ALLAH'IN YENİLMEZ ARSLANI HZ. ALİ'NİN BÜYÜK CENGİ
Kureyş'in, bahadırlıkta eşsiz tanığı ve bin kişiye bedel bildiği meşhur cengâver Amr b. Abd, kendisinin kim olduğu bilinsin diye bir alamet takınmıştı. Tepeden tırnağa kadar zırhlara bürünmüştü. Atını bir o yana bir bu yana zıplatıp avaz avaz bağırıyordu:
- Benimle çarpışacak kim varsa çıksın er meydanına!
Müslümanlar, Amr, b. Abd'in kim olduğunu bildikleri için, başlarına kuş konmuş gibi kımıldamadılar, oldukları yerde susup kaldılar...
O an, Allah'ın yenilmez arslanı Hazret-i Ali (r.a), yerinden bir ok gibi fırladı ve Allah Resulünün huzuruna dikildi:
- Ey Allah'ın Resulü, dedi; izniniz olursa ben çarpışayım onula!
Kâinatın Efendisi:
- Ya Ali, sen otur! O Amr'dır! Buyurdular...
Hz. Ali yerine oturdu. Amr b. Abd yine atını sürüp haykırdı:
- Hani, sizden öldürülünce Cennet'e gideceğini iddia ettiğiniz kimseler? Er meydanına çıkıp benimle cenk edecek biri yok mu?
Hazret-i Ali (k.v), yine fırlayıp kalktı:
- Ey Allah'ın Resulü, dedi; ben çarpışayım onunla!
Allah'ın Sevgilisi:
- Ya Ali, dediler; sen otur, o Amr'dır!
- Allah'ım! Ona yardımını ihsan et!
Allah'ım Bedir günü, Ubeyde b. Haris'i, Uhud günü de Hamza'yı benden aldın. Bu Ali ise, benim kardeşimdir ve amcamın oğludur!
Beni yalnız başıma bırakma! Sen, varislerin en hayırlısısın!
İslam'ın yegâne mücahidi ve Allah Arslanı Hz. Ali (r.a) Arap yarım adasının en usta, en bahadır cenkçisi bilinen Amr'ın üzerine yürüdü ve haykırdı:
- Acele etme! Ben, sesine, davetine icabetle aciz olmayarak geliyorum sana! Her iyi niyet, basiret ve sadakat sahibi olan kişi, muhakkak düşmana galebe çalmış ve necata ermiştir. Ben de seni Zülfikar'ın bir darbesiyle devirip cenazeler ağıtçısı gibi başucuna dikileceğimi umuyorum!
Amr'ın ağzından köpükler saçılıyordu. Amr öfkeyle haykırdı:
- Sen kimsin?
Hazret-i Ali, şerefli unvanını söyledi:
- Ben, Ali'yim?
- Abd-i Menaf'ın oğlu Ali mi?
- Hayır! Ben, Ebu Talib'in oğlu Ali'yim!
- Ey kardeşimin oğlu! Amcalarından, senden başka, daha yaşlı olan bir kimse yok mudur? Ben, senin kanını dökmek istemem. Çünkü senin baban, benim dostumdur!
- Vallahi, ey Amr! Ben senin kanını dökmek ve canını cehenneme göndermek isterim!
Amr, müthiş kızdı, kılıcını sıyırarak atını Hazret-i Ali'nin üstüne doğru sürdü. Kılıcının yalını, ateş gibi parlıyordu.
Hazret-i Ali (r.a):
- Ya Amr, dedi; ben, seninle nasıl cenk edeceğim? Ben, yayayım, sen atının üzerindesin. Hele in atından da görelim cengâverliğini...
Amr b. Abd, hemen atından yere atladı. Atının bacaklarını da kılıcı ile vurup kesti. Sonra, gelip Hz. Ali'nin karşısına dikildi:
- İşte geldim, ya Ali!
- Ey Amr! Ben, senin Kureyş'ten bir kimse ile karşılaştığında, onun iki dileğinden birisini kabul edip yerine getireceğin hakkında Allah'a söz verdiğini işittim, doğru mudur?
- Evet!
- Öyle ise ben seni, Allah'a ve Resulüne İmana ve İslam'ı kabule davet ediyorum!
Küfür kuduzu yine atını şaha kaldırıp seslendi:
- Ne oluyor size? Bağıra bağıra kısıldı, gitti sesim. Hala karşıma bir cengâver çıkarmadınız.
Hz. Ali (r.a), hemen ileri atıldı:
- Ben çarpışayım onunla, ey Allah'ın Resulü!
- O, Amr'dır!
- Amr olursa olsun! (Ben kimseden korkmam, ey Allah'ın Resulü) !
- O halde çarpışmana müsaade ediyorum!..
Hazret-i Ali (r.a), sevincinden dolup taştı. Allah'ın Resulü, Hz. Ali'ye zırh gömleğini giydirdi, sarığını da onun başına sardı ve onu meydana saldı. Arkasındanda dua buyurdu:
- Bu, bana gerekmez, ey kardeşimin oğlu! Geç bunu, benden böyle bir şey isteme!
- Öyle ise, bizimle çarpışmayı bırak. Yurduna dönüp git. Eğer, Allah Resulünün işi yoluna girip, kendisi, düşmanlarına galip gelirse, sen, bu hareketinle ona yardım etmiş olursun. Şayet, düşmanları, onu ortadan kaldırırsa, senin arzun, O'nunla çarpışmaksızın yerine gelmiş olur.
- Bu sözü, hiçbir zaman Kureyş kadınları bile söylemezler. Ben, adağımı yerine getirecek güçte olduğum halde, onu yerine getirmeden nasıl dönüp giderim?
Hazret-i Ali öfkeyle haykırdı:
- Öyleyse, seni çarpışmaya davet ediyorum. Haydi davran!
Amr, bir kahkaha attı:
- Doğrusu ben, Araplar içinde benden korkmadan, benimle çarpışmak isteyecek bir kimse bulunabileceğini ummazdım! Sen, ne diye benimle çarpışmak istiyorsun, ey kardeşimin oğlu! Vallahi, ben seni öldürmek istemiyorum! Baban, benim dostumdu. Geri dön, git! Sen çiçeği burnunda bir gençsin. Ben, ancak, Kureyş'in Ebu Bekir ve Ömer gibi yaşlıca ve olgunca olanlarıyla cenk isterim.
İmanın billurlaşmış nurdan abidesi Hazret-i Ali:
- Ey Amr, dedi; ben seni öldürmek istiyorum!
Arap yarımadasının en usta, en bahadır cenkçisi bilinen Amr, ağzından kıvılcımlar saçarak Hazret-i Ali'ye öyle bir kılıç indirdi ki, Hazret-i Ali'nin kalkanı ikiye bölündü ve yere düştü. Kılıcın ucu, Hazret-i Ali'nin başını yaraladı...
Kalkanı ikiye bölünüp parça parça yere dökülen Allah'ın arslanı Hz. Ali, bu müthiş madde pehlivanı önünde artık bir şey yapamayacak hissini verir ve kuduz kâfir hemen ikinci hamlesine davranırken; evet, tam o anda... Cenab-ı Ali (r.a), kalkansız ve müdafaasız, kılıcını şimşek hızıyla sağdan sol tarafa kaldırıp küfür ejderi Amr'ın sağ ense köküne öyle bir indirdi ki, Amr'ın boynu gırtlağına kadar kesildi. Tek saniye içinde aynı noktadan bir indiriş daha... Amr'ın, bin kişiye bedel meşhur cenkçi Amr'ın imansız başı yere düştü... Sefil kâfirin leşi kan kusuyordu...
Çığlıklar koptu. Toz, duman feryat birbirine karıştı. Allah arslanının tekbir getiren sesi cenk meydanında yankılar yaptı...
Varlığın sebebi olan Cenab-ı Mustafa, tekbir seslerini işitince, Hz. Ali'nin, Amr'ı öldürmüş olduğunu anladı...
Allah'ın yenilmez arslanı Hazret-i Ali'nin Peygamber elinden aldığı "Zülfikar" isimli kılıçla vuruşundaki hız, şiddet ve iman, buzları kaynatacak kadar müthiş...
Küfür safından naralar yükselirken, Müslümanların tekbir sesleri nağme nağme göklere çıkıyor ve Arap yarımadasının yenilmez cenk ejderi, başı bir yanda, yerde, bir kan havuzu içinde yatıyor...
Cenk meydanlarının şanlı mücahidi Hazret-i Ali:
- La ilahe illallah Muhammedün Resulullah! Diye tehlil getirerek Allah Resulünün huzuruna geldi. Gelirken de şu mısraları okuyordu:
- O, beyinsizliği, akılsızlığı yüzünden, taşa, puta yardım ediyordu. Ben ise, Allah'ın dini için cenk ediyordum.
Ben onu, yumuşak kum yığını ile sert ve yüksek yer arasında hurma gövdesi gibi yere yapışmış bir halde bırakıp ayrıldım.
Onun elbisesine, soykasına tenezzül etmekten kendimi uzak tuttum.
Ey İslam mücahidleri! Allah, dinini ve Peygamberini yardımsız bırakır sanmayınız!..
İslam hesabına yine büyük bir imtihan... Yine her taraf yığın yığın düşman... Yine karşılıklı ok atışları...
Müşriklerin kan yuvası gözleri Müslümanları süzüyor... Medine içine de casuslar sızdırıp gerideki düşmanı dürtüklüyor... Hain Yahudi kanının hükmünü işliyor ve yavaş yavaş kıpırdanmaya başlıyor... Münafıklar kalplerindeki gizli zehri Medine'nin nurlu havasına üfürüyor... Ve ıstırap oldukça büyük...
Ön, arka, doğu, batı hep düşman... Öyle bir an geldi ki, Allah'ın Resulü sahabiler demetinden yalnız 300 kişi ile kaldılar... Günlerdir süren muhasara canlara tak dedi...
Sahabilerden Huzeyfe hazretleri o dehşet anını şöyle anlatır:
- Ahzab gecesi kendimizi en çetin şartlar içinde bulduk. Karşımızda Ebu Süfyan ve yığın yığın kâfir... Arkamızda Yahudiler ve çoluk çocuk kaygısı... Münafıkların sırıtan dişleri... Neticede Nebiyyi Ekrem'in yanında 300 küsür insan ancak kaldı... Ben dizlerimin üzerine çökmüş oturmuştum. Allah'ın Resulü yanıma geldiler:
- Ya Huzeyfe, dediler; git, Kureyş'ten bize haber getir!..
Ve bana dua ettiler. O anda kalbimde korku ve endişenin tek izi kalmadı...
Karanlık ve rüzgârlı bir geceydi... Üzerimize ondan daha korkunç bir gece gelmemişti... Hemen fırladım, kâfirlerin arasına karıştım. Oraya vardığım zaman görülmemiş bir rüzgâr beni uçurmaya başladı... o yarin bir karış dışında o şiddetten eser yoktu... Döndüm. Yolda bir takım atlılar gördüm. Bana seslendiler:
Peygambere haber ver, Allah kafirlerin hakkından geldi!..
Yine o şanlı sahabinin görüp işittikleri; küfür ordusunun başbuğu Ebu Süfyan şöyle bağırıyormuş:
- Ey Kureyşliler! Burası durulacak gibi değil! Devletimiz ve atlarımız kırıldı, gitti!.. Bu rüzgârın ne bela olduğunu görüyorsunuz! Hemen göçüp gidelim... İşte ben gidiyorum... Aklı olan peşimden gelsin..
Allah Resulünün duası:
"Ey Allah! Ey Kur'an gönderen Allah! Ey düşmanlarla hesabı tez (Rabbim!): Sen (Medine önünde toplanan) şu Arap kabilelerini dağıt Allah'ım! Onların topluluklarını kır, iradelerini sars (da yerlerinde tutunamasınlar) Rabbim!"
İşte o gece Nebiyyi Muhterem'den Arş'a yükselen dilek...
Gece...
Ses ve hareketi yutmuş bir gece...
Birden bir kıyamet...
Kasırga... Bir rüzgâr ki, kum denizinin dibine kadar işlemekte, çölü okyanus dalgalarıyla kabarmakta...
Bir kıyamet ki şimşek şimşek düşmanların başında patlıyor. Düşman şaşkın, perişan ve bitkin... Düşman tarafında, at, çadır, silah, ne varsa rüzgâr rüzgâr uçuyor... Develer acı acı bağırıyor. Cihan, ateş şimşekleri gibi yakıcı...
Düşmanın ordugâhı birbirine girdi. Ebu Süfyan ciğerine mızrak saplanmış gibi avaz avaz bağırmaya başladı:
- Haydin, ey Kureyş topluluğu! Durulacak zaman değil!..
Devesinin üstüne zıpladığı gibi o müthiş kasırganın önünde bir yapraktan farksız, Mekke'ye doğru süzülürken herkes onun arkasına düştü. Gökler, müşrikleri Mekke'ye doğru üfleyip duruyor... Kâfirler öyle bir hale geldiler ki canlarını Mekke'ye zor attılar...
Ayet:
"(onlar) derme çatma partilerden (mürekkep) öyle bir ordudur ki işte şurada hezimete uğratılmış(lar) dır."
(Sâd Suresi / 11)
Ahzab Gazası, iman ordusuna bir destan daha kazandırmıştır. Müslümanların imanı fokur fokur yine kaynamıştır.
İşte bu imana işaret eden bir başka ayet:
"Mü'minler (düşman) orduları (nı) görünce: "İşte, Allah'ın ve Resulünün bize va'd ettiği şey budur. Allah ve Peygamberi doğru söylemiştir" dediler. (Bu), onların imanlarını, teslimiyetlerini arttırmaktan başka bir şey yapmadı." (Ahzab Suresi / 12)
İmam-ı Ali (r.a) nakli:
- Allah'ın Resulü kâfirlere beddua ettiler. Kâfirler bizi uğraştırıp ikindi namazından alı koydu. Allah kabirlerini ve evlerini ateşle doldursun!
Süleyman bin Sured (r.a) den rivayete göre Ahzab günü (Arap kabileleri vatandan defedildikten sonra) Nebi (s.a.v): (Artık bundan böyle) biz, müşriklere karşı (tecavüzi) harp edeceğiz. Onlar bize harp edemeyecekler (biz onlara doğru yürüyeceğiz! Buyurdu. Ravi Süleyman bin Sured bunu kulağımla işittim, demiştir.) (Tecrid-i Sarih tercemesi, c. 10,s. 230).
Hendek savaşı devam ederken varlığın sebebi olan Peygamber (s.a.v), Hz. Huzeyfe'yi düşman ordugâhına tecessüse göndermişlerdi. Huzeyfe (r.a) Ebu Süfyan'ın avaz avaz bağırdığını duydu:
- Artık burası durulacak yer değil; ben gidiyorum, sizde hemen göç ediniz!
Ve devesine binip rüzgâr rüzgâr Mekke istikametinde uçtuğunu gördü. Gelip Allah'ın Resulüne haber etti. Kâinatın Efendisi de Cenab-ı Hakk'ın lütuf ve inayetine hamd ü sena etti. Ve şu hadis-i şerifte geçen duası ile memnuniyetini izhar eyledi:
Ebu Hureyre (r.a) den rivayete göre Allah'ın Resulü (selam üzerine olsun) zaman zaman şöyle buyurdu:
- Allah'tan başka ilah yoktur. Yalnız bir o vardır. Allah ordusunu aziz kıldı. Kulu (Muhammed Sallallahu aleyhi ve selem) e de yardım etti. Bir başına da Arab kabilelerine galebe etti. Son söz: Allah'tan başka hiçbir şey (in hakiki varlığı) yoktur. (Sahih-i Buhari / C.10 / S.236)
alıntı..
www.dersturkce.com
2024