Öğretmenliğe dair mükemmel bir hikaye...
"Hatice öğretmen yeni mezun olmuştu fakülteden...anadolunun steplerinin güneşin sıcağı altında cayır cayır yandığı, buğday başaklarının çoktan sarardığı bir köyün tek öğretmenli 5 derslikli okulunda görev yapmaktaydı.
ilk iş olarak kendisinden önceki öğretmenlerin öğrenciler hakkındaki görüş ve gözlemlerinin bulunduğu dosyaları inceledi...hepsi için birkaç yorum, yuvarlak cümleler yazıldığını gördü.
aralarından en çok Mehmet adlı öğrencisi dikkatinin çekmişti. Mehmet 5. sınıf öğrencisiydi. ruhsal dosyasında her yıl için birer cümle yazılmıştı önceki öğretmenleri tarafından;
"1. sınıf: mehmet; yaşıtlarına göre daha zayıf ve çelimsiz. ama gözlerinden ateş çıkıyor adeta. zeka pırıltılarının yayılmasını üzerindeki abisinden kaldığı belli büyüklükteki elbiseleri ile siyah lastik ayakkabıları dahi engellemekete...babasının, Mehmet daha bebek iken ölmüş olması, onu, çocuk saflığından çıkarmış, annnesinin hayatındaki yükünü sırtlaması gereken bir büyük adam yapmış.
2. sınıf: Mehmet; bu yıl çok durgun, dalga dalga büyüyen bir denizin sahildeki son çırpınışları gibi. annesinin hastalığı, tedavisindeki güçlüklere göğüs germesi sanırım onu yorgun düşürdü.
3. sınıf: Mehmet bu yıl neredeyse bambaşka birisi oldu. derslerine artık ilgi göstermiyor. birkaç defa sınıfta uyuyakaldı. arkadaşlarından birisi bugün onu okul duvarının yanında yere bağdaş kurmuş ağlarken gördüğünü söyledi...annesinin ölümü ile hayatın sona erdiğini düşünüyor.
4. sınıf: mehmet okula devam etmesi gerektiğinin bilincinde değil. okulda bulunduğu sıralarda ise gözleri donuk, aklı başka biryerlerde...güzel hayaller kurmadığı belli..."
evet işte bir öğrencinin yüksekten düşüşünün hikayesi buydu. Hatice öğretmen sınıf öğretmen idi ama biliyordu ki; mesleği onu bazen bir çocuğa ana, bir başkasına abla olmasını gerektiğini emrediyordu.
bugün 24 kasım. hatice öğretmen daha bir gururla, daha bir neşe ile doğruldu yatağından. kendinceen güzel olduğunu düşündüğü elbisesini giydi...bir yarım saat sonra tek odalı lojmandan çıktı. okulun kapısını açtı, pencereleri açtı, sınıfı havalandırdı.
az sonra okul bahçesinden "kuş cıvıltıları" gelmeye başlamıştı. dışarı çıktı, çocukalr sıra oldular ve hep bir ağızdan çoşkuyla başladılar
"Türküm, doğruyum, çalışkanım,."
önce öğrenciler içeri girdiler sonra hatice öğretmen. önce bir öğrenci sonra diğerleri üşüştüler başına, önce elini öpüyorlar, sonra hediyelerini masanın üzerine bırakıyorlardı. en son mehmet geldi masanın yanına, başı önde, utana sıkıla eski bir gazete kağıdına sardığı ama özenle bantlanarak paketlendiği belli hediyesini masanın üzerine bıraktı. yerine geçti. gözleri doldu, elleri titredi, dizlerinin bağı çözüldü hatice öğretmenin...mesleğinin ilk yılıydı ve ilk öğretmenler günüydü. kendisini çabuk toparladı, öğrencilerden birisi hediyelerini açmasını istedi.
hediyeleri tek tek açıyordu hatice öğretmen, çok güzel saç tokaları, rengarenk çoraplar, işlemeli mendiller... dikkat etti her hediye paketinin açılışında mehmet sırasında daha bir küçülüyor, daha bir eziliyordu. sıra gazeteye sarılı pakete geldi, açtı...içinden birkaç taşı düşmüş bir bakır bilezik ile yarısı boşalmış bir şişede parfüm denemez durumda bir çeşit esans duruyordu. arkadaşları hafifçe gülüştüler. hatice öğretmen mehmetîn yanına gitti, yanaklarından öptü, sınıfa seslendi;
- "en güzel hediyeyi mehmet getirmiş." mehmet birden doğruldu gülümsedi. hatice öğretmen anlamıştı bileziğinde esansın da mehmet‘in annesinden kalan birer hatıra olduğunu.
ertesi gün hatice öğretmen sınıfa girmeden önce bileziği taktı, kokuyu sürdü. günün sonunda mehmet hatice öğretmene tek bir cümle söyledi;
- "öğretmenim bugün bütün gün annem gibi koktunuz..."
o gün Mehmet için bir milat olmuştu. zeka pırıltılarının üzerindeki tozlardan birkaç günde silkindi...gözlerindeki ateş tekrar yerine geldi. bir hırs ile derslerine verdi kendisini. ve nihayet yatılı okul sınavlarını zor da olsa kazandı.
.
aradan üç yıl geçti. bir mektup geldi hatice öğretmene mehmet‘ten. mektupta "8. sınıfı bitirdim ve artık fen lisesinde okuyacağını ama değişmeyen şeyin hala, hatice öğretmenin kendi hayatındaki en iyi öğretmen olduğu"nu söylüyordu mehmet.
bir kaç yıl sonra mehmet‘ten bir başka mektup daha geldi..."tıp fakültesinin kazandığını, artık daha çok çalışması gerektiğini bildiğini ve hala hatice öğretmenin hayatındaki en iyi öğretmen olduğu" nu söylüyordu mehmet.
ve bir mektup daha geldi 6 yıl sonra mehmet‘ten..."okulu 3.lük ile bitirdiğini, bu sırada bir kız ile tanıştığını ve evlenmeye karar verdiklerini, kendisinden bu törende annesinin yapması gereken temsil işini yapıp yapamayacağını" soruyordu mehmet. "elbette" diye cevap yazdı hatice öğretmen. nikah günü geldiğinde damadının annesine ayrılan yere oturdu hatice öğretmen. imzalar atıldı, mehmet ve eşi ellerinden öptüler hatice öğretmenin ve gelin
"- bileziğiniz ne kadar orjinal ne kadar hoş" derken mehmet gururlanmıştı.
eşinin sözlerine bir cümle de kendisi ekledi;
"- öğretmenim bugün yine annem gibi kokuyorsunuz..."
www.dersturkce.com
2024