Bugün hem yaşadığımız coğrafyada hem de dünyanın farklı coğrafyalarında savaş ortamı yaşanmaktadır. Bu durum sadece savaş cephelerinde çatışanları değil, sivilleri de etkilemektedir. Şüphesiz ki çocuklar da içinde bulundukları bu çatışma ve şiddet ortamından en acı şekilde etkilenmektedirler. Savaşa doğrudan maruz kalmayan çocuklar da, medya aracılığıyla yaşananlara dolaylı şekilde maruz kalmaktadır. Dünyada milyonlarca çocuk savaş ve şiddet mağdurudur. Özellikle 5 yaş altı çocuklar ölümler açısından daha fazla risk altındadır. UNICEF tarafından hazırlanan raporda 2015 yılında her gün 5 yaş altı 16 bin çocuğun hayatını kaybettiği belirtilmektedir.
Bu oranın özellikle Afrika bölgesinde Avrupa’ya oranla 7 kat; düşük gelirli ülkelerde ise yüksek gelirli ülkelere kıyasla 11 kat daha fazla olduğu dikkat çekmektedir. 1980’li yıllarda Afrika bölgesinde savaştan dolayı binlerce çocuk hayatını kaybetmiştir. Ölüm nedenlerine bakıldığı zaman ölümlerin çoğunun savaşın doğrudan etkisinden değil, dolaylı etkisinden kaynaklandığı görülmektedir.
Savaşın etkileri
Ülkemizde ve bölgemizde artan şiddet ortamı çocukların yaşamlarını ve gelişimlerini kısa ve uzun vadeli olarak etkilemektedir. Bu şiddet ortamına maruz kalan ya da bu ortama tanıklık eden çocukların bilişsel, fiziksel, psikolojik gelişimleri etkilenebilmektedir. Savaş mağfuru çocuklar, başta yaşam hakkı olmak üzere eğitim hakkı, sağlık hakkı ve gelişim hakkından yoksun kalmaktadır.
Savaşların en yıkıcı etkisi ölüm olmakla birlikte, savaşa maruz kalan çocuklar hayatta kalsalar dahi fiziksel ve psikolojik bazı zorluklar yaşayabilmektedir.
Psikolojik Boyut
Toplumsal şiddet olayları çocuğun kendisine ya da kendisi için önem taşıyan diğer kişilerin yaşamına ve fiziksel bütünlüğüne yönelik doğrudan ya da dolaylı tehdit oluşturmaktadır. Çocuğun zihninde ortaya çıkardığı ölüm düşüncesi ve tehdit algısı yoğun ve derin korkuya neden olabilir, çocuğun kendini güvende hissetmesini ve başkalarına güven duymasını zorlaştırabilir. Bununla birlikte çocukların dünyanın iyi ve adil bir yer olduğu ve yetişkinlerin onları koruyacağına ilişkin temel inançları da derinden sarsılabilir. Çünkü en temel ihtiyaçları olan yemek, su vb ihtiyaçları bile süreç içerisinde zaman zaman karşılanamamaktadır.
Hayatı ön görebilme, plan yapabilme pek çok insanın kaygısını yatıştırabilen bir durumdur. Oysa savaş bölgesindeki insanlar her an tehdit ve tehlike altında olduklarından bunu yapamazlar. Bu durum çocuklardaki gelecek algısını etkileyebilmektedir. Bölgedeki çocuklardan gelen mektuplara bakıldığı zaman 15 yaşındaki bir çocuğun belki de öfkeyle, üzüntüyle, çaresizlikle ya da başka duygularla mektubuna “Gelecek diye bir şey bırakmadılar.” yazması bu gerçeği tüm çıplaklığıyla önümüze sermektedir.
Toplumsal şiddete ve ölümlere tanık olmak, ortaya çıkardığı kaygı, korku ve güven kaybı nedeniyle çocuğun gündelik yaşamdaki işlevselliğini bozabilir. Şiddet ortamı çocuğun duygusal, zihinsel, sosyal ve davranışsal düzeyde olumsuz etkilere yol açarak ruh sağlığını tehdit etme potansiyeli taşır. İçinde bulunduğu yaş dönemine göre değişiklik gösterse de tanık olduğu olayların çocuğun ruh sağlığını etkilediğine işaret eden çeşitli ipuçları vardır. Her ne kadar yaş dönemine göre farklılık gösterse de çoğu çocuk, korku, kaygı, öfke, üzüntü gibi yoğun olumsuz duyguları söze dökmek yerine davranışlarına yansıtırlar. Çocuklarda olabilecek korkuların birden çok sebebi olabilir. Bu sebepler tanık oldukları olayın tekrarlanacağına, yaralanmaya ya da ölüme, yalnız ve savunmasız kalmaya, yaptıkları yanlışlar nedeniyle cezalandırılmış olmaya ya da suçlanmaya anlam veremeyebilirler. Kendilerinin ve yakınlarının başlarına gelen bu olayların izlerinin silinmesi uzun zaman alabilir.
Huysuzluk, çabuk öfkelenme, saldırgan davranışlar, içe kapanma, geceleri kâbuslar yaşama, hareketliliğin artması ya da tersine çok azalması gibi davranış değişiklikleri ortaya çıkabilir. Ek olarak yaşananlar karşısında çocukların ellerinden hiçbir şey gelmemesi çaresizlik hissi yaratabilmektedir. Kaygısı artmış ve bu nedenle de yatıştırılamaya ihtiyaç duyan çocuklar, altını ıslatma, sık sık ağlama, anne-babaya yapışma gibi yaşlarının gerisinde, bebeksi davranışlar gösterebilirler. Zihinleri, tanık oldukları şiddet görüntüleri ve olup bitenin nedenlerini anlamaya yönelik birçok türlü soru ile karışmış olan çocuklar, kendilerini başka bir işe vermekte, dikkatlerini toplamakta ve sürdürmekte zorlanabilirler.
Sürekli endişeli ya da üzgün bir ruh hali içinde olabilirler. Uyku ve yeme düzenleri bozulabilir. Ayrıca uzun süre şiddet ortamına maruz kalan, şiddetin egemen olduğu toplumlarda yetişen çocuklar, genellikle şiddet döngüsünü devam ettirecek biçimde, şiddet gösteren saldırgan bireyler ya da şiddet kurbanları durumuna gelebilmektedirler. Unutulmaması gereken bir diğer nokta ise olaya doğrudan maruz kalan çocukların yanı sıra, dolaylı yoldan maruz kalan çocuklarda dünyanın güvensiz bir yer olduğuna dair endişeler yaşayabilirler.
Fiziksel Boyut
Yukarıda da söz edildiği gibi savaşa maruz kalan birçok çocuk hayatını kaybetmekte, yaralanmakta, sakat kalabilmektedir. Doğrudan silaha maruz kalmasalar bile, savaş zamanlarında arazilere mayınların döşenmesi, savaşan tarafların yiyecek ve içecek depolarını hedef alması, temiz suya ulaşımda dahi zorlukların olması, iş hayatının aksaması ile beraber gelen ekonomik zorluklar, sağlık hizmetinin ve aşılama programlarının sekteye uğraması yani sağlık hakkı ihlalleri de çocuk ölümlerini ve hastalıklarını arttırmaktadır. Çatışmalar sırasında bebek ölümlerinin de arttığı bilinmektedir.
Özellikle yeni doğan döneminde herhangi bir sağlık problemi olmasa dahi bebeklerin düzenli kontrolü önem taşımaktadır. Bu dönemde yapılan kontroller ve aşılamalar, bebeğin ileriki hayatındaki bağışıklığını etkileyen roldedir. Çocukların hastanelere ulaşamamasının, gerekli kontrollerinin yapılamaması, bunun engellenmesi çocuk hakları sözleşmesi hükümlerine göre suçtur.
Sonuç olarak, gerek ülkemizde gerekse de bölgemizde sürmekte olan savaş, çatışma ve şiddet ortamı milyonlarca çocuğu doğrudan veya dolaylı olarak etkilemektedir. Çocukları en temel insanı haklarından yoksun bırakmakta, geleceğe ilişkin beklentilerinde derin kaygılar yaşamasına neden olmaktadır. Savaş ortamlarını yaşayarak büyüyen çocuklarda sendroma bağlı değişik belirtiler ortaya çıkmaktadır. Bu hastalık tablosu saptanan çocukların eğitim yaşamlarının başarılı olması olanaklı değildir. ”Barış olsun, çocuklar ölmesin” demenin, bu konuda duyarlılık göstermenin “hainlik” ve “suç” sayıldığı bir dönemden geçiyoruz. Tüm yasaklamalara inat biz eğitimciler, “barış olsun, çocuklar ölmesin, bütün çocukların temel hakları korunsun” tavrında kalmaya, bu tutumda ısrarcı olmaya devam edeceğiz.
Alaaddin DİNÇER
www.dersturkce.com
2024