Seyid onbaşı 1889′da Balıkesir’e bağlı Havran ilçesinin Çamlık köyünde dünyaya geldi. 1909′da vatani vazifesini yapmak üzere askere giden Koca Seyid, üç senelik asker iken Balkan harbi patlak verince, birliğiyle birlikte savaşa katıldı. 1913′te Balkan savaşı sona erdi fakat o terhis edilmedi. 1914′te Birinci Dünya Savaşı başlayınca Çanakkale’de topçu eri olarak vazife aldı ve burada tek başına destan yazdı…
Seyid onbaşının 215 okkalık (275 kg) gülleyi bir başına kaldırıp, ağzına sürdüğü topla Ocean zırhlı gemisini boğazın kanlı sularına gömmesi, Çanakkale savaşının dönüm noktasıdır. İkindi çayını İstanbul’da içeceklerini düşünen haçlı zihniyeti, aylarca süren göğüs göğüse mücadeleden sonuç alamayınca, denizden Gelibolu sahilindeki topçu bataryalarını yıkarak ilerlemeyi düşünüyordu. Fakat bu hamleyi yaparken Seyid Onbaşı’yı hesaba katmamışlardı. Düşman saldırısı sırasında kısa bir süre baygınlık geçiren Koca Seyid, kendine geldiği zaman, etrafındaki bütün askerlerin şehit düştüğünü gördü. Düşman donanmasının boğazı geçmek üzere olduğunu görünce kendini toparladı ve tarif edilemez bir kuvvetle, top güllesini sırtladı! Daha önce top mermisi kullanmayan Koca Seyid’in ilk iki hamlesi boşa gitti ama üçüncü top, Ocean zırhlısını delip geçmeye ve düşman askerlerinin, karşılarında koca bir ordu durduğuna inanıp kaçışmalarına yetti. Tek başına koca ordu kadar korku saçan Koca Seyid’in bu kahramanlığı dillere destan oldu. Seyid Onbaşı, savaşın ardından Balıkesir’deki köyüne döndü ve burada mütevazı bir hayat yaşadı. Ömrünün sonuna kadar bir fabrikada hamallık yapan, devletin vermek istediği maaşı kabul etmeyen Seyid Onbaşı, 1939 yılında zatürreden öldüğünde, geriye, “mertlik, iyilik” bıraktı. Havran ilçesindeki Çamlık Köyü’nün adı, artık Kocaseyit Köyü. Seyid Onbaşı’nın burada, halen bir kızı ve 250′ye yakın torunu ikamet ediyor.
Kızı ve torunları Koca Seyid’i anlatıyor
“Babamın mezarını taşıtmadım”
Ayşe Yıkar
(Seyid Onbaşı’nın kızı)
Ayşe nine 98 yaşında. 4 yıldır kısmen felçli, yatağa mahkum, kulakları işitmiyor. Yakın zaman önce geçirdiği ufak bir kazada sağ kolu da kırılmış. İhtiyaçlarını geliniyle oğlu gideriyor. Elini öptük ve dizinin dibine oturduk. Ayşe nine, babası Seyid Onbaşı vefat ettiğinde 15 yaşındaymış. Onun nazarında da babası xçok güçlü, mert ve iyi yürekli’… Ayşe nine de babası gibi, çocukları ve torunlarıyla, mütevazı ve huzurlu bir ömür sürüyor. Fakat Ayşe ninenin, kahraman babasına dair hissettiği özleme, bundan 15 yıl kadar önce acı da eklenmiş. Babasının mezarını Havran ilçesine taşımak isteyen Belediye ile uzun bir süre karşı karşıya kalmış. Tamamen turistik amaç taşıyan bu projenin gerçekleşmesine şiddetle karşı çıkan Ayşe nine, kardeşleri ile birlikte günlerce babasının mezarı başında bekçilik yapıp, göz yaşı dökmüş.
Devlet, son yıllarda sağlığıyla yakından ilgileniyor. Köye, periyodik olarak doktor geliyor ve kontrolünü yapıyor. 65 yaş üstü ihtiyarlık maaşı alıyor.
‘Çocuklarım da dedelerine özeniyor’
Şaban Çabuk
(Seyid Onbaşı’nın torunu)
• Dedeniz Seyid Onbaşı hakkında neler biliyorsunuz?
Dedem buralarda Koca Seyid diye anılır. ‘Koca’ lakabı, pehlivanlıktan gelir. Dedem iki-üç kişinin kaldıramadığı yükü tek başına omuzlarmış. Geçimini hamallık yaparak sağlarmış. Diğer hamallar bir çuvalın altında zorlanırken, dedem iki çuvalı birden, hem de hiç zorlanmadan taşırmış. Tek çuval taşımayı kabullenemezmiş. Çanakkale zaferinde de gemiyi tek seferde değil de üç seferde vurduğu söylenir. Bu demektir ki 215 okka (276 kilo) kg gülleden 3 kere kaldırıp topun ağzına sürmüş.
• Koca Seyidin torunu olmak nasıl bir duygu?
Gurur verici. ‘Ben Seyid Onbaşı’nın torunuyum’ demek kadar güzel bir duygu olamaz. Ama biz bu duyguyu kırgın olarak yaşıyoruz.”
• Neden?
Dedem 1939 yılının Aralık ayında vefat etmiş. Ama daha 5 sene öncesine kadar arayan, soran, mezarını ziyaret eden insanlar yok gibiydi. Gerçi şimdi insanlar geliyor, 18 Mart’larda resmi törenler yapılıyor.
• Yeterli mi bu törenler sizce? Bence yetersiz. Köyün gelişmesi lazım. Burada gelecek nesle dedemi anlatacak bir kültür merkezi yapılmalı. Varsa resimleri bulunup asılmalı. Böyle bir kahraman başka millette olsaydı, bir sürü filmini yapmışlardı. Bizim amacımız meşhur olmak değil, dedemizin önemini anlatmak.
• Bu köyde dedenizden başka Çanakkale’de savaşan var mıymış?
Varmış tabi, ama gidenler geri gelmemiş. O zamanlarda savaşa gitmeyen erkek yokmuş ki zaten.
• Çocuklarınızın Koca Seyid’le arası nasıl? Yaşadığınız bu gurur onlara da yansıdı mı?
Benim iki tane oğlum var. Büyük olana, dedelerinin adını verdik, Seyid. Dedesine o kadar özendi ki, kendisi de asker oldu. Şimdi uzman çavuş kendisi. Buna kendisi karar verdi. Biz de duyunca çok sevindik. Küçük oğlum da askerde.
‘Daha çok Koca Seyid vardır’
Bayram Özçetin
(Seyid Onbaşı’nın torunu)
“Dedem çok mert, yürekli ve kuvvetliymiş. Nerede yapılacak bir iş olsa koşarmış. Odunculuk yaparak geçi-nirmiş. Haklıya haksıza çok dikkat ettiğini söylerler. Parada pulda gözü yokmuş. Zaten olsaydı, savaştan sonra teklif edilen maaşı kabul ederdi. 7-8 yıl cephelerde savaşmış ama bir madalyası bile yok.
Biz de 5-6 yıl önce hatırlandık. Daha düne kadar halimizi hatırımızı soran olmadı. Biz kimseden ekmek, para, mal, mülk istemiyoruz. İstersek zaten dedemizin kemikleri sızlar.
Geçen yıl 18 Mart’ta törenlere katılmak için Çanakkale’ye gittim. Resmimi çekenler çok oldu. Farklı bir duygu Seyid Onbaşının torunu olarak önemsenmek.
Bugün savaş olsaydı, Seyid Onbaşı ne yaptıysa aynısını yapmak için cepheye, hem de en önde koşarım. Velhasıl onun soyundan gelmesem bile aynı duyguları hissederim. Biz sadece Seyid Onbaşının torunu değil, Çanakkale’de, Kıbrıs’ta şehit olan, savaşan herkesin torunlarıyız.
Dünyanın bugün içinde bulunduğu durumu da yakından takip ediyor, üzülüyoruz. Amerika belasını arıyor. Bugün zulme maruz kalan insanlar, dün dedemle omuz omuza savaşmıştı. Bu acı verici bir durum. Ama o gülleyi dedeme kaldırtan Rabbim Amerika’yı da yerle bir edecek inşallah. İnanıyorum ki, bugün işgal altındaki topraklarda yaşayan Müslümanlar arasında da Seyid Onbaşılar vardır. Müslüman olan tüm topraklar Seyid Onbaşıların vatanıdır. Müslümanlar bir araya gelerek yapılan bu haksızlığa karşı birleşmeli.”
Sevgi ve saygı ile
SEYİD ONBAŞI
Edremit’in Çamlık köyünden olan Mehmet Oğlu Seyid Onbaşı
ve arkadaşları Rumeli Mecidiyesini bataryalar sayesinde
korumakla görevliydiler.Düşman bu bataryadan çok çektiği
için Müttefik donanmasından bazı gemilerle bu inanılmaz
bataryayı susturmak üzere yeniden ateşe başlamışlardı.Bu ateş
sırasında sadece Seyid Onbaşı ve arkadaşı Ali kaldı.Bu yaman
onbaşı 270 Kg. ağırlığındaki mermiyi tek başına kaldırıp namluya
sürdü ve Ocean isimli geminin dümen tertibatını bozdu ve denizin
içinde dönüp duran bu gemi nedeniyle diğer gemilerde oradan
uzaklaşmak zorunda kaldılar.Bu kahramanlara Allah Rahmet eylesin...
Yakup Kadri, ‘Sodom ve Gomero’ adlı romanının bir bölümünde, “Burası İstanbul savaş Anadolu’da!” diyerek Milli Mücadele’ye Anadolu insanının güç verdiğini anlatır. Cephelerde koşturan Kara Fatma’nın serüveni, Yakup Kadri’nin bu cümlesinin özeti adeta.
Milli Mücadele’de vatanı düşmanlara karşı sadece erkekler savundu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu topraklar işgal altındayken korkusuzca, omzunda silahıyla, atına atlayıp cephelere askerlik yapmak için koşan kadınlarımız da vardı bizim. Ne var ki, onların adları erkekler kadar yer almadı savaş anılarında. O acı günleri anlatırken, isimsiz kahramanlar olarak zikredildiler sadece. Neyse ki “Artık kadın erkek yok, artık istiklal var!” diyen bu kahramanlar, günümüz araştırmacıları tarafından yavaş yavaş gün yüzüne çıkartılmaya başlandı. Bunlardan ilki topraklarımızın düşman işgalinden kurtulması için cephelerde boy gösteren Kara Fatma. O, Milli Mücadele’de üsteğmenlik vazifesini deruhte etmiş bir Türk kadını. Araştırmacı-yazar İlknur Bektaş’ın uzun yıllarını vererek ortaya çıkardığı, “Milli Mücadele’de Bir Kadın Üsteğmen: Kara Fatma” adlı çalışmasıyla hakkında bilgi sahibi olduk. Kimdi peki Kara Fatma? Üsteğmenlik rütbesine nasıl layık olmuştu? Her şeyden ötesi, bu topraklar için kahramanca savaşmasına rağmen neden daha yeni tanışma fırsatı buluyoruz kendisiyle?
Kara Fatma, asıl adıyla Fatma Seher Hanım, Osmanlı’nın en sancılı günlerini yaşadığı sırada Erzurum’da sıradan bir anne-babanın evladı olarak dünyaya gelir. O yıllarda bir kız çocuğu nasıl yetiştiriliyorsa o da öyle yetişir. Vakti zamanı gelince de baş göz edilir. Bu evlilikten bir de erkek evlat sahibi olur. Savaş yılları olması nedeniyle kadınlar, kocaları ve oğullarını cepheye gönderir. Kara Fatma da Anadolu kadınlarının bu kaderine ortak olur ve savaş ayrılığını herkes gibi tadar. Burada şu bilgiyi vermekte fayda var: Araştırmacı-yazar İlknur Bektaş, Kara Fatma’nın izini sürerken, eşinin Vanlı bir binbaşı olduğu hatta Balkan Harbi’nde şehit düştüğü bilgisine ulaşıyor. Ancak resmiyette, Kara Fatma’nın bir evlat ve eş kaydına rastlanmaması Bektaş’ın ulaştığı bu bilgilerin âfaki kalmasına neden oluyor. Fakat Kara Fatma’nın eşinden ve oğlundan bahsettiği gazete demeçleri bu afakiliği bozuyor ve söz konusu eş ve oğlun varlığını Bektaş için doğruluyor. Bahsi geçen demeçlerden birini Kara Fatma İstikbal Gazetesi’ne veriyor. Bektaş, Kara Fatma’nın harp meydanlarıyla tanışma serüvenine de İstikbal gazetesindeki bu haber sayesinde ulaşıyor. İşte o yılların hikâyesi...
Kara Fatma, yarinden ayrılır ayrılmasına ama bu ayrılık çok da uzun sürmez. Çünkü Balkan Harbi’ne tayin olan kocasına o da eşlik eder. Vatan için Bulgar işgalindeki Edirne’ye yerleşir. Edirne müdaafasında yer alan, Erzurumlu Şükrü Paşa komutasındaki askerlerin açlıktan ağaç kabuğu yediğine yakinen şahit olur. Çünkü kendisi de orada vazifeli bir askerin eşi olduğu için yokluktan ağaç kabuğuyla karnını doyurur. Edirne’den sonra Sarıkamış cephesinde görevlendirilir eşi. Buranın hüznünü de iliklerine kadar hisseder. Zira zevcini Sarıkamış’ta vatan uğruna kaybeder. İşte bu acı günler, kadın olmasına rağmen, kocası ve oğlundan sonra onu da savaş meydanlarına çıkartır. Çünkü artık kadın-erkek yok, istiklal vardır! Bu yüzden, eline tüfeğini alıp, kendine bir müfreze oluşturur. Kendi gibi cesaretli olan Anadolu kadınlarını da bu müfrezeye dahil eder.
Ama bir engel vardır... Kara Fatma’nın oluşturduğu müfreze ile savaşa katılabilmesi için izin gereklidir. İzin için de Mustafa Kemal Paşa’ya ulaşılması... Bunun üzerine Sivas Kongresi’nin yolunu tutar. Amacına ulaşması kolay değildir. Çünkü o bir kadındır! Ama çabasının sonucunu alır; kongre esnasında bir öğle yemeğinde Paşa’yı görebilir. Paşa’ya kendini tanıtır ve niyetini ifade eder. Paşa bunun üzerine ona silah kullanmayı, ata binmeyi bilip bilmediğini sorar. Fatma Seher, müsbet cevap verir. Cevaptan memnun olan Paşa, ona gözü pekliğinden dolayı ‘Kara’ lakabını takar ve istediği görevle lütuflandırır. “Haydi göreyim seni.” der.
Sonrasında türlü eziyet, zorluk ve meşakkatlere rağmen her türlü görevi üstlenir Fatma Hanım. Aşçılık, hastabakıcılık, hemşirelik gibi pek çok görevin yanında İstiklal Harbi’nde 300 kişilik bir orduyu komuta eder. Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Muharebeleri’nde vatan için yaya ve atlı olarak silah ve cephane yükleri ile cepheden cepheye koşturur. Tüm bu vazifeleri ifa ederken rütbesi üsteğmendir. Bu rütbe de kendisine Mustafa Kemal Paşa tarafından takdim edilir. Böylece Kuva-yi Milliye’nin baş kadın kahramanı olarak efsaneleşir. Beyaz atıyla dilden dile dolaşan bu ufak boylu kadın, istiklal madalyası sahibi de olur vakti zamanı gelince.
Kara Fatma’nın savaş anıları elbette bunlarla sınırlı değil. Mesela yazar Bektaş, onunla ilgili bir anekdotu daha gün yüzüne çıkarıyor. Fatma Hanım, tüm gayret ve çabalarıyla oluşturduğu Millli Mücadele çetesinin içine 43 kadın asker sokar. Bunlardan 10’u kendi ailesindendir ve onlarla birlikte Birinci Dünya Savaşı’nda savaşır. Bursa ve İznik’in kurtuluşunda bu ekibin payı büyüktür. Yeri geldiğinde askere analık da eden bu gözü pek Anadolu kadını. Yaptıklarından ötürü hem Türk hem de dünya basınının dikkatini çeker. Hakkında sayısız haber yapılır. Bunlardan biri de ‘Türklerin kadın üsteğmeni’ başlığıyla 23 Nisan 1922 tarihinde The New York Times gazetesinde yer alır.
Türk basınında ise 1922’den 1950’li yıllara kadar muhtelif gazetelerde hakkında yayınlar yapılır. Bu yayınların sonuncusu ise ölüm haberi ilanıdır. Çeşitli Milli Mücadele tablolarına, dönemin kartpostallarına da konu olur Kara Fatma. Efsaneleşir... yalnız hayatının sonlarını bir efsane gibi yaşamaz!
Savaşın nihayete ermesiyle İstanbul’a yerleşip köşesine çekilen bu fedakâr kadın, devletin kendisine bağladığı maaşı Kızılay’a bağışlar. Hem de ihtiyacı olmasına rağmen… Yalnızlığına ise kız kardeşinin çocuklarını ortak eder. Evlat edindiği yeğenleriyle mütevazı bir hayat sürer Kasımpaşa ilçesinde. Ama hayat beklediği gibi gitmez. Zaman zaman açlıkla karşıya karşıya kalır. Mecbur kaldığı bir anda da Darülaceze’den yardım talep eder. 1955 yılında da bâki hayata gitmek üzere dünyadan ayrılır. Son seneleri hakkındaki bilgiler, sözlü tarihten ibaret olan bu Milli Mücadele kahramanına asıl vefasızlık ise mezarına karşı olur. Kara Fatma’nın kabri, kaydı olmadığı için koruma altına alınmaz ve yok olur! s.senturk@zaman.com.tr.
FOTOĞRAFLAR: Milli Mücadele’de Bir Kadın Üsteğmen Kara Fatma, İlknur Bektaş.
Şehit Rahime Hatun (d. 1890- ölüm-Şehit 5.8. 1920)
Tayyar Rahmiye doğum tarihi: Rahmiye Hanım, Osmaniye ilçesine bağlı Kaypak Nahiyesi, Raziyeler (Kayalı) köyünün kanlı geçit mahallesinde 1890 yılında doğdu.
Babası Köse Abdullah, anası Haticedir. Eşe ve Elif adında iki ablası vardı. Kendisinden küçük, Meryem adındaki kız kardeşi, Osmaniye’de evlenmiş, erkek kardeşi Mustafa ise Raziyeler köyünde kalmıştır. Rahmiye hanım, önce Demiralioğlu İbrahim ile evlenmiştir. Bu evlilikten iki kızı vardır. İbrahim’den ayrılan Rahmiye, ikinci evliliğini Vız Ali adında birisi ile yapmış bu koca- dan olan iki oğlu ölmüşlerdir.
Osmaniye’nin Kaziyeler Köyü’nden olan Rahmiye Hanım 9.Tümenin 1920 yılında Fransızlar ile yaptığı muharebeye müfrezesiyle katılmıştı.
1920’li yıllar da Fransız askerleri güneydoğuyu işgal etmiş ve halka zulmediyordu. Bunun üzerine halk silahlanarak düşmana karşı kurtuluş mücadelesine başladılar. Cenup Cephesi’nde 9. Tümen kuruluşunda bir gönüllü müfreze vardı. Bunun komutanı genç bir kadındı. Osmaniye’nin Kaypak nahiyesi Râziyeler köyünden Rahmiye Hanım, Fransızların işkence ve tazyiklerine tahammül edemeyerek Hüseyin Ağa’nın Milli Kuvvetlerine gönüllü olarak iltihak etmiş ve Hasanbeyli civarında 89. Tümenle icra edilen taarruza müfrezesiyle bilfiil iştirak etmiştir…
İlerleme imkânı kalmadı!
Bu müsademede Fransızlardan 80 tüfek ve 2 makineli tüfek alınmıştır. Çarpışmada bazı arkadaşları arkada kalmıştı. Milli kuvvetler derhal gidip onları kurtarmış ve bu kahramanca hareketinden dolayı Rahmiye Hanım’a“Tayyar” (uçan) nâmı verilmiştir.
Tümenden aldığı bir emirle Osmaniye’deki müstahkem Fransız karargâhına taarruz edecek olan bu müfreze, 1920 senesinin 1 Temmuz sabahında harekete geçti. Tayyar Rahmiye’nin müfrezesi ustaca bir tertiple yavaş yavaş hedefe doğru ilerledi. Fakat, bir an geldi ki, artık ilerlemeye imkân kalmadı. Çünkü, Fransız karargâhı çok iyi tahkim edilmiş ve bol silâhla müdafaa edilmekteydi. Duraklayan çetesini harekete geçirmek, yeni bir taarruz hızı verebilmek için sarf ettiği bütün gayretlerin boşa çıktığını gören bu kahraman Türk kadını şiddetli düşman ateşine rağmen ayağa fırladı ve;
Erkeklerin çok dokunan bu söz ve jest, ruhları sararak kahramanlık hislerini kamçıladı ve hücum yeniden başladı.
Yağmur gibi yağan düşman ateşi, bu hücumu bir an olsun durduramamıştı. Karargâh binasını saran çember gitgide daralıyordu. Çetenin efrâdı bir hayâlet gibi hedefine yaklaşıyordu. Ancak ne yazık ki, bu vatansever kadın, karargâh kapısına on adım kala şehit oldu. Bu kayıp, burada, büsbütün başka bir tesir meydana getirmiş ve çetenin onuruna dokunmuştur. Bu milli şahlanışın ateşlediği ruhlar, bir hamlede karargâhı zaptetmişlerdir…
Şehit Rahime Hatun, şimdiki Endüstri Meslek Lisesinin bulunduğu yerdeki mezarlığa gömüldü. Daha sonra Enver’ül- Hamid denen Ulu camii çevresindeki şehitliğe taşınmıştır. Mezartaşında şunlar yazılıdır:
Yarınların sahibi ey gençlik,
İyi tanı, ebedi sükûnetle bu mezarda yatan.
Hak için, bayrak için canın feda edip
Armağan etti bize bu mukaddes vatanı.
NENE HATUN HAYATI
Nene Hatun, 1857 yılında Erzurum’un Pasinler ilçesine bağlı Çeperler Köyü’nde dünyaya geldi. Henüz 20 yaşında bir gelinken, 1877-1878 yılları arasında yapılan Türk-Rus Savaşı’nda ( Rumi takvime göre 1293 yılına denk geldiğinden Osmanlı tarihinde 93 Harbi olarak bilinir.) Aziziye Tabyası’nı sopayla, taşla, kazma, kürekle savunanlara katılarak cesurca savaştı.
Erzurum'daki Aziziye Tabyası'nın savunulmasında kahramanca çalışarak adını tarihe yazdıran Nene Hatun Aziziye savunmasına 20 yaşlarında genç bir gelinken, küçük yaştaki oğlunu ve 3 aylık kızını evde bırakarak katılmıştır. Bu oğlu da daha sonra Çanakkale Savaşı'nda şehit olacaktı.
1877 yılında 8 Kasım'ı 9 Kasım'a bağlayan gece, bölge halkından olan Osmanlı vatandaşı olan Ermeni çeteleri Erzurum'un Aziziye Tabyası'na girmeyi başarmışlardı. Tabyayı koruyan Türk askerlerini uykuda yakalayıp kılıçtan geçirdiler. Bu sırada arkadan gelen Rus askerleri ise hiçbir zorlukla karşılaşmadan tabyayı ele geçirdiler. Baskından yaralı olarak kurtulan bir er haberi Erzurumlulara ulaştırdı.
Erzurumlular, yaşlarına , kadın erkek olmalarına bakmadan silaha sarıldılar. Ellerine Tüfek, tırpan, satır, sopa, balta ne geçirdilerse, toplandılar. Nene Hatun da bu kafileye satırla karıştı. Erzurumlular, ölüme gittiklerini bildikleri halde, Aziziye Tabyası'na doğru koşuyordu. Tabyaya yerleşmiş olan Rus askerleri, gelenlere yaylım ateşi açtı. Ön sıradakiler o anda şehit oldular. Bir avuç Erzurumlu, Aziziye Tabyası’nın demir kapısını kırarak içeri girdi. 2.000 den fazla Rus’u sopa, bıçak, tüfek ve elleriyle öldürdü. Tabya geri alındı. Türkler, 1000 kadar şehit vermişlerdi. Bir kısmıda yaralandı. Nene hatun da yaralılar arasındaydı.
Nene Hatun'un vatan için gece başlayan mücâdelesi, tüm düşman Erzurum'dan kovuluncaya kadar devam etti. Erzurum'un her karış toprağında cephâne taşıyarak, yaralılara hemşirelik yaparak, yemek pişirerek, su dağıtarak, hizmetten hizmete koşarak destanlaştı.
Nene Hatun, 98 sene yaşadığı Erzurum'da 22 Mayıs 1955'de zatürre hastalığından dolayı 98 yaşında vefat etmiştir. Nene Hatun, kurtuluş mücadelesini verdiği Aziziye Tabyası'na defnedilmiştir.
Türk Kadınlar Birliği tarafından ölümünden birkaç ay önce yılın annesi seçilmiştir.
ANTEPLİ ŞAHİN BEY
Millî Mücâdele kahramanlarından. Asıl adı Mehmed Said idi. Muhtemelen 1890 yılında Antep’te doğdu. Öksüz büyüdü. Rüştiye (ortaokul) tahsilini yarıda bırakıp, dericilikte çalıştı.
Birinci Cihan Harbinde Yemen Cephesinde bulundu. Cephedeki üstün hizmetlerinden dolayı zâbit (subay) sınıfına alındı. Harp boyunca Orta Doğudaki cephelerde savaştı.
Şahan Bey olarak da bilinir. Rüştiyeden ayrılıp er olarak Yemen Cephesi'ne gitti. Alayını, mahsur kaldığı Aynelcebel Kalesi'nden kurtardığı için teğmen yapıldı. Balkan Savaşı ile I. Dünya Savaşı'nda Çanakkale, Romanya ve Filistin cephelerinde görev aldı. Mondros Ateşkeş Anlaşması'ndan sonra, Nizip Askerlik Şubesine atandı. Fransızlar Antep'i işgal edince, Kilis Kuva-yı Milliye Komutanı olarak işgal kuvvetleriyle çarpıştı. Uzun süre, Fransızların Antep'e destek kuvvet göndermesine engel oldu. Bostancı sırtlarında Fransızları Antep'e sokmamak için kahramanca savaşırken şehit düştü.
SÜTÇÜ İMAM HAYATI
31 Ekim 1919'da düşmana ilk kurşunu atan Sütçü İmam, Kahramanmaraş’ta Kurtuluş hareketini başlatmıştır. Geçimini temin etmek için süt sattığından adı Sütçü İmam olarak anılmaktadır.
Mondros Mütarekesi taksim projesine göre; Antep, Maraş ve Çukurova bölgesi Fransız işgal bölgesi olarak taksim edilmişti. 2 Şubat 1919'da çoğunluğu Hintli askerlerden oluşan İngiliz askerleri Maraş'ı işgal etmişler ve şimdiki Ticaret Lisesinin yanındaki kışlaya yerleşmişlerdir. 29 Ekim 1919 tarihine kadar bu bölgede kalan İngiliz askerleri, Ermenilerin sürekli başvuruları ve bu yöndeki girişimleri sonucu Fransız askerleri ile yer değiştirmişlerdir. Maraş halkının, bu yer değiştirmeye mani olmak için yaptığı başvurular ise, o sırada Osmanlı hükümetinin zayıf oluşu ve yöneticilerin ilgisizliği nedeni ile başarılı olamamıştır. 29 Ekim 1919 akşam vakti Yüzbaşı Jülie komutasındaki öncü birlikler, Ermenilerin taşkınlıkları ve tezahüratları arasında Şeyh Adil mevkisinden şehre girmişlerdir.
Öncü kuvvetlerden bir gün sonra, 2000 kişilik gönüllü Fransız lejyoneri Ermeniler, Fransız ve Cezayirli askerlerden oluşan birlikler yine Ermeni tezahüratları, Ermeni kadınların muhabbetli alkışları arasında şehre girdiler. Şimdiki Ticaret Lisesi civarına yerleştiler.
31 Ekim 1919 cuma günü akşamına kadar, Fransızlarla beraber gruplar halinde şehri dolaşan Ermeniler Türk halkına ağır hakaretler ve küfürlerle mütecaviz davranışlarda bulundular.
Akşam vakti, havanın karaması ile olayların sükûn bulması beklenirken, Uzunoluk hamamından çıkan 3 kadın ve bohçalarını taşıyan bir erkek çocuğunu gören Fransız-Ermeni devriyesinden bir asker; “Burası artık Türk memleketi değildir. Fransız müstemlekesinde peçe ile gezilmez!” diyerek kadınların peçesini zorla açmak istedi. Kadınlar ise bağırıp, feryat ederek yakındaki Kel Hacı'nın kahvesinden yardım istediler. Olay yerine ilk müdahale eden Çakmakçı Sait; “Gâvur oğulları! Dokunmayın bacılarıma!” diyerek Fransız Ermeni Lejyonerlerinin üzerine yürüdü. Üzerinde silah olmayan Çakmakçı Sait, açılan ateş sonucu ağır yaralanmıştır. Bu sırada adı İmam olan ve geçimini temin etmek için süt sattığı için Sütçü İmam olarak tanınan İmam, yanında bulunan silahı ile ateş açmış ve bir Fransız-Ermeni Lejyoner askerini öldürmüş, bir diğerini de yaralamıştır.
Bu olayda Çakmakçı Said şehit düşmüş yaralanan Ermeni ise ölmüştü 1 Kasım 1919 tarihinde ölen Ermeni için büyük bir cenaze töreni düzenlendi. Şehri terk etmeyen İngiliz ve Fransız askerleri olay yerine yetişti. Sütçü İmam ise Nalbant Bekir'den aldığı bir atla Bertiz'in Ağabeyli köyünde bulunan Beyazıt oğlu Muharrem Bey'in yanına gitti. Ermenilerin ve Fransızların bütün çabalarına rağmen Sütçü İmam bulunamadı. Ancak olayın intikamını almak isteyen Ermeniler sağa sola ateş ederek Zülfikar Çavuş oğlu Hüseyin'i şehit ettiler. Bu arada Türkleri öldürüp kadınlarını alacaklarını, camilerine çan takacaklarını söylemeye başladılar. Fransızlar da misilleme hareketlerine girişerek Sütçü İmam'ın dayısının oğlu Tiyekli oğlu Kadir'in ellerini ve ayaklarını arkasından bağlayarak burun ve kulaklarını kestikten sonra boğazlayarak şehit ettiler.
Sütçü İmam 1878 yılında doğmuştur. Üç kız bir erkek çocuğu vardır. 31 ekim 1919 da, düşmana ilk kurşunu atan Sütçü İmam, düşmanın Maraş'tan kovulmasından sonra, harpteki fedakarlıklarına mükafat olarak Belediyeye odacı alınmış, bu vazifesi yanında kaledeki topun idaresi kendisine verilmişti. Bir top atımı sırasında barutun ısınan namludan erken ateş alması neticesi yandı. Alman Eytamhanesinde tedavi altına alındıysa da iki gün sonra 25 Kasım 1922 tarihinde vefat etti. Çınarlı Cami mezarlığına defnedildi.
İlk kurşunun atıldığı Uzunoluk meydanında 1936 yılında Belediye başkanlığı yapan Hasan Sukuti Tükel tarafından bir anıt ve çeşme,1977 yılında da Kıbrıs meydanına Kurtuluş anıtı yaptırılmıştır.
Alıntıdır...
www.dersturkce.com
2024