2012-2013 10.Sınıf Türk Edebiyatı Ders Kitabı Cevapları/ Türk Edebiyatının Devirlere Ayrılmasındaki Ölçütler (SAYFA 19-28 ARASI 2023-2024




2012-2013 10.Sınıf Türk Edebiyatı Ders Kitabı Cevapları/ Türk Edebiyatının Devirlere Ayrılmasındaki Ölçütler (SAYFA 19-28 ARASI



Ekleyen: DersTurkce.COM | Okunma Sayısı: 4176

Türk edebiyatının devirlere ayrılmasındaki ölçütler

HAZIRLIK ÇALIŞMALARI

Sayfa 19-28 arası

1..Türkler tarihleri boyunca pek epey din ve inanış biçimini benimsemiştir.yalnız bu dinler içerisinde en epey Göktanrı ve İslamiyet yayılmıştır.1 toplumun sahip olduğu dini;sanatını,geleceğini,giyim kuşamını,ahlak yapısını,zevklerini,dilini ve ortak amaçlarını etkilemektedir.Bu nedenle din değiştirmek hayli zordur.8 yy. birlikte 12.yy arasında Türk toplumu tarihinin en köklü değişimini yaşamış,bu nedenle tarihçiler Türk tarihinin İslamiyet öncesi ve sonrası bi şekilde iki bölümde incelemişlerdir.

 

Türk-Arap mücadeleleri Abbasiler döneminde şiddetini kaybetti.Çin ve Abbasi orduları arasında 751 yılında Talas savaşı Karluk Türklerinin Müslümanların yanında mekan almasından dolayı Abbasilerin üstünlüğü birlikte sonuçlandı.Bu savaştan sonraları Türk-Arap ilişkileri müspet yönde gelişti.Bu hadise Orta Asyanın kaderini değiştirirken,Türklerin İslamiyeti kabul etmelerinde de etken oldu.Talas savaşında Çinlilere karşı Arapların yanında mekan alan Karluklar on.yydan itibaren kalabalık gruplar halinde İslamiyeti kabul ettiler.

 

 

Türkler tarihleri boyunca pek epey din ve inanış biçimini benimsemiştir.yalnız bu dinler içerisinde en epey Göktanrı ve İslamiyet yayılmıştır.1 toplumun sahip olduğu dini;sanatını,geleceğini,giyim kuşamını,ahlak yapısını,zevklerini,dilini ve ortak amaçlarını etkilemektedir.Bu nedenle din değiştirmek hayli zordur.8 yy. birlikte 12.yy arasında Türk toplumu tarihinin en köklü değişimini yaşamış,bu nedenle tarihçiler Türk tarihinin İslamiyet öncesi ve sonrası bi şekilde iki bölümde incelemişlerdir.

 

Türk-Arap mücadeleleri Abbasiler döneminde şiddetini kaybetti.Çin ve Abbasi orduları arasında 751 yılında Talas savaşı Karluk Türklerinin Müslümanların yanında mekan almasından dolayı Abbasilerin üstünlüğü birlikte sonuçlandı.Bu savaştan sonraları Türk-Arap ilişkileri müspet yönde gelişti.Bu hadise Orta Asyanın kaderini değiştirirken,Türklerin İslamiyeti kabul etmelerinde de etken oldu.Talas savaşında Çinlilere karşı Arapların yanında mekan alan Karluklar on.yydan itibaren kalabalık gruplar halinde İslamiyeti kabul ettiler.

 

TÜRKLERİN İSLAMİYETİ KABUL ETME NEDENLERİ

Türkler on.yy başlarından itibaren büyük kitleler halinde Müslüman olmaya başladılar.Bunda Türklerin İslam öncesi inanışları birlikte İslamiyet arasında büyük benzerliklerin bulunması etken olmuştur.

TÜRKLERİ İSLAMİYETE GİRMEYE TEŞVİK EDEN FAKTÖRLER

1-Türkler diğer dinlere karşı engin 1 hoşgörüye sahipti.İslamiyet de 1 hoşgörü diniydi.

2-Eski Türk dini birlikte İslamiyet arasındaki benzerlik:

a-Tek tanrı inancı b-Ahiret inancı c-Hac ve kurban ibadetlerine eşdeğer ibadetlerin varlığı

 

3-Sosyolojik etmenler,aile kavramına verilen ehemmiyet,namus,temizliğe verilen ehemmiyet İslamiyetteki cihat ve gaza anlayışı birlikte Türk-Cihan hakimiyeti düşüncesinin benzerlik göstermesi.

4-Ekonomik ve sebepler,eski Türk toplumunda sosyal sınıflar yoktu.İslam dininde de böyle 1 ayrımın yapılmaması,dolayısıyla bütün 2 düşüncede de halkın refah ve mutluluğunun gözetilmesi bulunur.

5-Siyasi ve askeri tercih;8yyda Türk-Çin rekabeti hızla sürek etmekte,üstelik egemenlik yavaş yavaş Çinlilerin Türklerin elindeki Maverünnehiri de alarak egemenliği ele geçirmek istiyordu.Güneyde Arap yarımadasında ortaya çıkan İslam dinide büyük 1 hızla yayılarak Çinlilerle rakip olabilecek konuma gelmiştir.751de Çinlilerle Araplar arasında meydana gelen Talas savaşında Türkler İslam ordusu yanında Çinlilere karşı savaşmış ve büyük 1 zafer elde edilmiştir.Bu olaydan sonraları Türklerle Araplar arasındaki yakınlaşma hızlanıştır.

 

TALAS SAVAŞININ ÖNEMİ VE SONUÇLARI

 

1-Türk-Arap ilişkileri gelişti.Türklerin İslamiyete girişinde dönüm noktası oldu.

2-Çinin Orta Asya üzerindeki emelleri sona erdi.hücum konumundan savunma konumuna geçtiler.

3-Orta Asyanın Çinlileşmesi beklenirken Müslümanlılaşmasına sebep oldu.

4-Yeni buluşlar ve teknik gelişmeler Çinlilerden Türklere,Türklerden Araplara mazi ve batıdaki gelişmelere zemin hazırlamıştır.

5-Doğu ticaret yollarının denetimi Müslümanlara geçti.

6-Karluklar 766da bağımsız devlet kurdular.

 

TÜRKLERİN İSLAMİYETE HİZMETLERİ

 

Türklerin İslamiyeti kabul etmeleri dünya tarihinin kritik olaylarından birisidir.Çünkü Türkler İslamiyetin korunup,geniş alanlara yayılmasında İslam kültür ve medeniyetinin gelişmesinde kritik rol üstlendiler.Türkler özellikle Abbasilerden itibaren halifelik orduları içinde mekan aldılar.Bizans sınıfındaki Antep,Urfa,Tarsus gibi şehirlere yerleştirilmeleri birlikte İslam devletini Bizans tehlikesine karşı korudular.Türklerin yerleştirildiği bu hudut şehirlerine avasım adı verilirdi.Türkler için Bağdat yakınlarında askeri 1 kent olan Samarra kenti kurulmuştur.Türkler vakit vakit Abbasilere karşı başkaldırı ederek yönetimde bulundukları topraklarda kendi devletlerini kurdular.(Tolunoğuları,İhşitler)Oğuzların İslamiyeti kabul etmelerinden sonraları Büyük selçuklu devleti kuruldu.Bu devletin kuvvetli 1 İslam devleti haline gelmesi birlikte Türkler İslam dünyasının politik liderliğini ele geçirdiler.Müslüman Türk hükümdarlar,Abbasi halifelerini korudular.Tuğrul bey,Abbasi halifesini Şii Büveyhoğulları baskısından kurtardı.Abbasi halifesi bu yardımlarından dolayı Tuğrul beye doğunun ve batının sultanı ünvanını verdi.Bu durum,Türklerin İslam Dünyasında ulaştığı gücü en güzel biçimde açıklamaktadır.

 

İLK TÜRK İSLAM DEVLETLERİ

1-TOLUNOĞULLARI(868-903)

2-İHŞİTLER(935-969)

3.GAZNELİLER(963-1187)

 

Türklerin islamiyeti kabulüyle birlikte sosyal ve siyasi yapıda köklü değişiklikler olmuştur. Bu değişiklikler kültürel yapıyı da etkilemiştir. Bu etkilenmeden edebiyat da nasibini almış, nazım biriminden, ölçü ve kafiyeden tut  eserlerde bahsedilen konuya kadar ciddi bir değişim yaşamıştır. Yunus Emre’nin şiiri de bunu yansıtmaktadır.

2.grup

Lâle Devri Hakkında Bilgi

 

Lâle Devri, Osmanlı Devleti'nde, 1718 yılında Avusturya ile imzalanan Pasarofça Antlaşması ile başlayıp, 1730 yılındaki Patrona Halil İsyanı ile sona eren dönemdir Bu dönemin padişahı III Ahmet, sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'dır Zevk ve sefâ devri olarak bilinir Adını, o dönemde İstanbul'da yetiştirilen ve zamanla ünü dünyaya yayılan lale çiçeklerinden alır

Osmanlı Devleti ilk defa bu devirde batıdan bazı yenilikleri almaya başladı

Nedim, Lâle Devri'nin günlük hayatını ve İstanbul'un tasvirini aşağıdaki unutulmaz mısralarla yapmıştır:

 

Bu sehri İstanbul kî, bî misl ü behâdir;

Bir sengine yekpare Acem mülki fedadir

Bazari hüner madeni ilm ü ulemadir

 

 

İnce ve hassas bir ruha sahip olan Sultan III Ahmet, sadrazam Damat İbrahim Paşa ile uyum içerisinde çalışmış, bu sırada yaşanan Lâle Devri'nde sanata, edebiyata ve toplumsal hayata özgün bir anlayış getirilmişti Sultan III Ahmet, Topkapı Sarayı ile Yeni Câmii'de birer kütüphane, Ayasofya'da Bâb-ı Humâyun'un karşısında Türk sanat şaheserlerinden sayılan Sultan Üçüncü Ahmet Çeşmesi ve İstanbul'un su ihtiyacını karşılamak amacıyla da Deryayi Sim adlı bir su bendi inşa ettirmiştir

Bunlardan başka Üsküdar Yeni Vâlide Câmii, Çorlulu Ali Paşa Medresesi, Damat İbrahim Paşa Camii ve Külliyesi, İstanbul'da Yeni Postane arkasında Daarül Hadis ve Sebil, Ortaköy Camii önündeki çeşme, Üsküdar Şemsi Paşa'da Hüsrev Ağa Camii önündeki çeşme ve Çubuklu Camii yanındaki Mesire Çeşmesi gibi eserler yine bu dönemde yapılmıştır

Dönemin belki de en gözde eseri olan Sâdâbâd, maalesef günümüze kadar gelememiş, bize yıkıntıdan fazla bir şey kalmamıştır

Halkın büyük bir kısmı zor durumdayken İstanbul'da bazı devlet büyüklerinin rahat bir yaşam sürdürmeleri, eğlenceye düşkünlükleri huzursuzluklara sebep oluyordu Patrona Halil isimli bir hamam tellakı bu durumdan memnun olmayan halkı da yanına katarak isyan çıkardı İsyan sonucu Nevşehirli Damat İbrahim Paşa idam edildi ve yakınları öldürüldü Padişah III Ahmet tahttan indirildi ve yerine I Mahmut getirildi

 Nedim’in  şiirinde de bu zevk ve eğlenceden bahsedilmektedir. Lale devri’nin zevk ve eğlenceye düşkünlüğü edebiyat alanında da kendini göstermiş, eserlerde bu konu sık sık işlenmiştir.

3. GÜN EKSİLMESİN PENCEREMDEN

 Ne doğan güne hükmüm geçer,

Ne halden anlayan bulunur;

Ah aklımdan ölümüm geçer;

Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.

Ve gönül Tanrısına der ki:

- Pervam yok verdiğin elemden;

Her mihnet kabulüm, yeter ki

Gün eksilmesin penceremden!

Cahit Sıtkı Tarancı - (1910-1956)

Diyarbakır'da doğdu. Galatasaray Lisesi'ni bitirdi. Mülkiye Mektebi'nde okudu. Paris'e gitti. ikinci Dünya Savaşı çıkınca geri döndü. Çevirmenlik yaptı. Ağır bir hastalığa yakalandı. Viyana'ya götürüldü. Orada öldü. Ankara'ya getirilip toprağa verildi. Otuz Beş Yaş şiiriyle ün yaptı. Hayat, aşk ve ölüm, şiirlerinin başlıca temalarını oluşturmaktadır. Ömrümde Sükût, Otuz Beş Yaş, Düşten Güzel ve Sonrası adlı şiir kitapları bulunmaktadır

Cahit Sıtkı  Türk toplumunun büyük badireler atlattığı bir dönemde yaşamıştır. Bu da  o dönemin eserlerine yansımıştır. Cahit Sıtkı’nın şiirlerinde de bunun izleri görülmektedir.

 

Süleyman Çelebi (Hayatı – Biyografisi)

Meşhûr Türkçe “Mevlid” kasîdesinin yazarı. Bursa’da doğdu. Kaynaklarda Süleymân Çelebi’nin doğum târihine dâir bir kayda tesâdüf edilmedi. Ancak, Süleymân Çelebi’nin Mevlid’i 60 yaşında yazdığı ve eserin 1409 (H.812) senesinde bittiği, en eski olarak bilinen nüshasında mevcut bir beyte istinâd etmektedir.1422 (H.825) senesinde vefât ettiği bilindiğine göre, onun 1351 (H.752) senesinde doğduğu neticesi çıkmaktadır.

Şöhreti asırlar ve ül­keler dolduran Süleyman Çelebi'nin hayatı hakkındaki bilgiler, onun şöh­retine ve hizmetine yakışacak ölçüde değildir. Bursa'da doğduğu, iyi bir tahsil gördüğü, Mevlid'ine dayanıla­rak çıkarılan bilgilerdendir.

Orhan Gazi döneminde Bursa’da doğmuştur. Doğum tarihinin 1346, ölüm tarihinin ise 1422 olduğu sanılmaktadır.

Yıldırım Bayezid tarafından ilmi ve irfanı tak­dir edilen Süleyman Çelebi divan imamlığına tayin edilmiş ve uzun müddet bu görevde kalmıştır. Süleyman Çelebi bu sırada Bursa halkını irşad eden Buharalı Emir Sultan dergâ­hına gidip gelir. Emir Sultan'a intisab eder ve halifeleri arasında yer alır.

Hayatının son zamanlarında, Yıl­dırım Bayezid devrinde tamamlanan Ulu Cami imamlığı da yapan Çelebi, meşhur eseri Mevlid'i burada iken yazmaya başlar, bir süre sonra Edir­ne'ye gider, orada eski Cami imamlığında bulunur ve tekrar Bursa'ya döner. Bursa'da yetmiş iki yaşların­da vefat eden Süleyman Çelebi'nin mezarı, bugün eski Kaplıca yolu ke­narındaki Yoğurtlu Baba Zaviyesi önündeki sırtın üstündedir.

Anadolu ve Rumeli'deki Müslüman-Türk halkının beş asırdan beri elinden düşürmediği Mevlid'i ile haklı bir sevgi ve saygı kazanmış olan Süleyman Çelebi, bu ölümsüz eserini 1409'da Bursa'da yazmaya başlar, 1410'da tamamlar. Eserin yazılışı hakkında şöyle bir hadise nakledilir:

Bir gün İranlı vaiz Bursa'da Ulu Camii'de halka vaaz ederken Kuran'daki bir âyete istinaden:

"Ben Hz. Muhammed'i Hz. İsa'dan üstün tutmam!" der.

Bu sırada camide bulunan bir başkası da, "Hey nâdân ve cahil adam, sen tefsir ilmini bilir misin? Âyetlerin nasıh ve mesuhundan habe­rin var mı? Peygamberler arasında fark yoktur demekten maksat, peygamberlerin faziletlerinde değil, pey­gamberlik hususundadır; eğer o âye­tin mânâsı senin dediğin gibi olsaydı, yani umumilik ifade etseydi; "Pey­gamberlerin bazısı bazısından üstün kıldırılır!" mealindeki âyete hiç tesa­düf edilir miydi?"

 

sözleriyle, kürsü­deki hocayı susturur. O gün, hadise­nin geçtiği sırada camide bulunan ve bundan son derece müteessir olan Sü­leyman Çelebi, o anda Hz. Muhammed'i yücelten bir eser yazmaya ka­rar verir ve Türk Edebiyatı'nın şahe­serlerinden biri olan Mevlid bu şekil­de doğmuş olur.

Mevlid'in asıl adı Vesilet'ün Necat (Kurtuluş Vesilesi) tır. Mevlid (Vesiletün Necat), Muhammed’in doğumunu ve hayatını konu edinen ve çeşitli törenlerde okunan besteli dini eserdir. Kelime anlamı, "doğum zamanı"dır. Ahmet Ateş, Vesiletün Necat'ı 1954'te yayımlamıştır (TDK Yayınları).

Şair Ziya Paşa, Harabet Önsözü'nde bu eseri,

Bilmem ne sühendir ol sühenler

Aşüfte olur hep işidenler

Dört yüz seneden beri efazıl

Bir söz demedi ona mümasil

gibi mısralarla övmüştür.

Kaynak : İslam Ansiklopedisi ve  Vikipedi

 

Süleyman Çelebi’nin yaşadığı döneme İslami zihniyet hakimdir. Mevlid adlı eseri bunu yansıtır. Dini duygu ve düşünce bu dönemde en çok işlenen konular arasındadır.

 

5.grup

Hayatı

Kendisi Fatih Sultan Mehmet'in öğretmenidir. Ahmet Paşa, Sultan II. Murat saltanat dönemi kazaskerlerinden Veliyüddin bin İlyas Efendi’nin oğludur.

 

Ahmet Paşa’nın nerede ve ne zaman doğduğu bilinmemekte ve değişik yerler ve tarihler ileri sürülmektedir. Latifi'nin Tezkere'sinde ve Gelibolulu Ali'nin Kühnü'l-ahbar adlı eserinde Bursa'da doğdugu yazılıdır. Sehî Tezkeresi ve Güldeste yazarı Beliğ ise onun Edirne'de doğduğunu söylerler. Aşikpaşa Tezkeresi yazarı ise, Ahmed Paşa'nın varisi olan amca oğlu Edirneli Nâzır Çelebi'den alınan bilgilere göre, Edirneli olduğunu bildirir. Fuad Köprülü'ye göre , "Edirne’de yaptırılan cami ve imaret vakfiyesinin Veliyüddin tarafından tanzim edildiği ve şairimizin memuriyet hayatı hakkındaki kayıtlar düşünülürse, bu tarihten (830/1426) biraz evvel ya da biraz sonra doğmuştur" (İslâm Ansiklopedisi Ahmet Paşa maddesi). Son zamanlara kadar Edirne’de 'Veliyüddin oğlu' ismini taşıyan bir mahallenin ve mescidin bulunması, Ahmed Paşa'nın Edirne'de doğduğuna dair bir sağlam bir ipucu sayılabilir.

 

Ahmet Paşa eğitimini II. Murat döneminde Edirne’de yapmış ve o dönemde geçerli bilgiler yanında Arapça ve Farsça da öğrenmiştir. Eğitimini bitirdikten sonra, önce Bursa’da Muradiye Medresesi’ne müderris olarak tayin edilmiş ve sonra 1451 (hicri 855)de Edirne Kadısı görevine atanmıştır. Fatih Sultan II. Mehmed'in tahta geçmesinden sonra kazasker olmuş ve onun muhasipliği ve öğretmenliği görevlerinde bulunmuştur. Sonra vezirlik rütbesine yükselmiştir. Sehî, Latîfî, Şakâik, Hasan Çelebi, Beyânî Tezkirelerine göre Fatih’in hizmetkârlarından birine laf attığı için; diğer kaynaklara göre padişahin bir gözdesine göz koyduğu için ve Âşık Çelebi'ye gore ise birkaç fesatçının iftirasına uğradığı için gazaba gelen padişah tarafından vezaretten azledilmiş ve hapse atılmıştır ve hatta öldürülmesi çok olasılık kazanmıştır. Bu olayın ortaya çıkması büyük bir ihtimalle bir saray entrikası, rekabeti, iftirası ve tevzirati sonucudur. Yine söylentiye göre Ahmed Paşa "Kerem" redifli 35 beyitten oluşan ünlü kasidesini padişaha sunmuş ve bu nedenle affedilmiştir. Fakat edebiyat tarihçisi Ali Nihad Tarlan "Kerem" redifli kasidenin yazılışının başka bir nedeni olduğunu ve anlatılan olayın olasılığı gayet az, bir güzel hikâye olmaktan ileri gitmediğini belirtmektedir.

 

Ahmet Paşa, daha sonra otuz akçe yevmiyeli olarak ile Bursa’ya tayin edilip orada Orhaniye, Muradiye ve Emir Sultan medrese vakıflarının mütevelliliği ile görevlendirilmiştir. Sonra sırasıyla Sultanönü (Eskişehir), Tire ve Ankara'da sancak beyliği görevine atanmıştır. Fatih’in 1481’de ölümünden sonra II. Bayezid’in zamanında tekrar eski itibarını kazanıp Bursa’ya sancak beyi olarak tayin olunmuştur. O görevde iken 1496 (hicri 602) yılında Bursa'da ölmüş ve Muradiye Camii yanında kendi yaptırdığı medrese yanında gömülmüş ve sonradan bir türbe inşa edilmiştir.

 

Ahmed Paşa'nin zeki, zarif,nuktedan ve hazırcevap bir kişiliği olduğu belirtilmiştir. Ahmed Paşa yasadığı zamanlarda devrinin en büyük şairi olarak kabul edilmiş ve saygı görmüştür.

 

 Edebî Kişiliği

Ahmed Paşa hem gazel hem de kaside türlerinde başarılı eserler yaratmış; şarkı ve murabbada da olgun örnekler vermiştir[kaynak belirtilmeli]. Dizeleri divan şiirinin söz ve anlam özellikleriyle örülüdür[kaynak belirtilmeli]. İşlediği konular genellikle din dışı olup beşeri aşk konusundaki şiirler de Divan'inda önemli yer tutmaktadır. Dinî ve tasavvufî konulara rağbet göstermemiştir. Şiirleri gayet ahenklidir ve aruz veznini çok ustaca kullandığı görülür. Kendi çağında "şairlerin sultanı" diye anıldığı bilinmektedir.Yazmış olduğu Kerem kasidesiyle ölümden kurtulmuştur. Bütün tezkereciler Ahmed Paşa'nin şiirlerinden takdirle bahsederler. Sonra gelen nesil şairlerden Ahi, Lamii, Necati, Zati ve Baki ona nazireler yazmışlardır. XIX. yüzyılda Ziya Paşa, üç şairi, Ahmed Paşa, Necati ve Zati'yi, "Türki suhana temel komuşlar" olarak tarif etmiş ve Ahmet Paşa'nın "Şeyhi ile Necati arasında yetişen şairlerden en büyüğü" olduğunu ifade etmiştir. Şairin ünü Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarını aşmıştır.

 

Ancak bazı edebiyat kritikleri Ahmed Paşa'yI orijinallikten uzak görerek İran şairlerinden çevirmiş olduğu beyitleri kendine mal etmekle suçlamışlardır.

 

Ahmed Paşa'nın sanatının ve eserlerinin uygun bir şekilde değerlendirilmesi için aşırı övgü veya aşırı yerginin gerekmeyeceği şüphesizdir. Onun Türkçe divan şiirini yeni bir merhaleye ulaştırdığı ve onun için bir büyük şair sayılması gereği inkar edilemez

6.grup

Tanzimat Devri Türk Edebiyatı

Tanzimat Fermanı ile beraber edebiyatta da batıya yönelme başlar. Tanzimat dönemi edebiyatının kesin olmamakla birlikte başlangıç tarihi olarak 1860 gösterilebilir. Bu tarih, Tercüman-ı Ahval’in yayımlanmaya başlayış tarihidir.

Bu dönemde batı edebiyatlarından birçok yeni tür ve şekiller alınmış; önceleri çevirme, sonraları taklit ve telif etmek suretinde bu türlerde eserler verilmiştir.

Tanzimat Edebiyatının temsilcilerinin amacı batı örneğine göre bir edebiyat yaratmak ve batı hayatını tanıtmak olduğu için, sanatçıların hepsi edebiyat türlerinin romandan şiire kadar en az bir kaçı ile örnekler yazmışlardır. Bu dönemde telif eserler yanında çok sayıda tercüme ve adapte eser de Türk Edebiyatına dahil edilmiştir.

 

Bu dönemde yapılan yenilikler ve alınan türler şunlardır.

 Gazete

Bir yayın organı olarak 1831’de çıkmaya başlayan Takvim-i Vakayi, resmî bir gazete idi. Daha sonra yarı resmî olarak 1840’ta İngiliz Churchill tarafından Ceride-i Havadis çıkarıldı.

İlk edebî ve özel gazete ise 1860 yılında Şinasî ve Âgâh Efendiler tarafından çıkarılan Tercüman-ı Ahvaldir.

Daha sonra Şinasî, 1862’de Tasvir-i Efkâr’ı çıkarmaya başlar. Bunların dışında Muhbir (1866), Hürriyet (1867), Basiret (1869), İbret (1871), Devir (1872), Bedir (1872) gazeteleri çıkar.

Hikâye ve Roman

Türk edebiyatı romanla ilk defa 1859’da karşilaşir. Yusuf Kâmil Paşa Fenolen’in Telemak (Telemaque) adlı romanını tercüme eder. İlk yerli roman Şemsettin Sami’nin Taşşuk-i Talât ve Fitnat (1872)’ıdır. İlk hikâye Ahmet Mithat Efendi’nin Letaif-i Rivayet’idir.

Tiyatro

İlk tiyatro Şinasi’nin Şair Evlenmesi adli, iki perdelik, komedi türündeki eseridir. Eserde görücü usulü ile yapilan evliliklere gönderme yapılır.

Şiir

Tanzimat döneminde en önemli yenilik şiirde görülür. Şekil olarak divan şiirine bagli kalinmiş, fakat konu bakimindan hem eski terk edilmiş hem de oldukça yeni ve çeşitli konular işlenmiştir. Aruz ölçüsünün yaninda az da olsa hece kullanılmıştır.

Gazel, kaside, terkib-i bent gibi şekiller kullanilarak hak. Adaler, kanun, medeniyet, eşitlik hürriyet kavramlari işlenmiştir.

Tanzimat yazar ve şairleri hem yaşadıkları dönem hem de -daha önemlisi- edebiyata bakış açıları ve işledikleri konular bakımından iki gruba ayrılır:

 

a. Birinci Dönem (1860-1876 arası)

1860-1876 yillari arasinda Tanzimat edebiyatinin birinci dönem temsilcileri Şinasi, Ziya Paşa, Namik Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Şemsettin Sami ve Ahmet Vefik Paşa’dir.

Bu dönemde sanat toplum içindir görüşü benimsenmiştir. Bu sebeple şiirde söyleyişe değil fikire önem verilmiştir.

Dilde sadeleşme fikri savunulmuş ama uygulanamamiştir. Hece vezni ve halk edebiyati da savunulmuş ama sözde kalmiştir. Divan edebiyatina tümden karşi çikilmiş ve agir bir dille eleştirilmiştir. Fransiz edebiyati örnek alinarak romantizmden etkilenilmiştir.

Roman, tiyatro, makale gibi batidan alinan türler ilk defa bu dönemde kullanilmiştir.

Noktalama işaretleri de ilk defa bu dönemde kullanilmiştir. Kölelik ve cariyelik, romanlarda sikça işlenmiştir. Romanlar teknik bakimdan oldukça zayiftir. Yer yer olaylarin akişi kesilerek okuyucuya bilgiler verilmiştir, uzun uzun tasvirler yapilmiş, tesadüflere sikça yer verilmiştir.

Edebiyatçilar edebiyatin yaninda devlet işleriyle, siyasetle de bilfiil ilgilenmişlerdir.

b. İkinci Dönem (1876-1896 arası)

1876-1896 yılları arasında ikinci dönemin tanınmış temsilcileri Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit Tarhan, Sami Paşazade Sezai ve Nabizade Nazım’dır. İkinci dönem edebiyatçıların sanat anlayışları birincilerden farklıdır. İkinci dönemde sanat sanat içindir anlayışıyla eserler verilmiştir. Bunun sebebi bu devirde idarenin daha baskıcı davranmasıdır.

 

Bu dönemde batı edebiyatı örnekleri daha başarılı bir şekilde ortaya konmuştur. Dönemin sanatçıları devlet işleriyle, siyasetle, toplum meseleleriyle değil sadece sanatla ilgilenmişlerdir. Birinci dönem sanatçılarının toplumsal sorunlarla ilgilenmelerine karşın bu dönem sanatçıları kişisel konu ve temaları işlemişlerdir. Bu yüzden dilleri daha ağırdır. Dönemin romanlarında realizmin, şiirinde ise romantizmin etkisi vardır.

 

7.grup

Türk şairlerine sembolizmi ve parnasizmi öğreten Cenap Şahabettin "sanat sanat içindir" anlayışını benimsemiştir. Aruz ölçüsüyle yazdığı eserlerinde ahenge ve müzikaliteye önem vermiştir.




 Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece dersturkce.com'a aittir. Sitemizde yer alan dosya ve içeriklerin telif hakları dosya ve içerik gönderenlerin kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Telif hakkına sahip olan dosyaları lütfen iletişim bölümünden bize bildiriniz. Dosya 72 saat içerisinde siteden kaldırılır.Telif Hakkı Hakkında|Editör, ziyaretçi ya da üyelerimiz tarafından eklenen hiç bir içerikten dersturkce.com sorumlu değildir.İLETİŞİM:dersturkcem@gmail.com
Sitemiz hiçbir şekilde kar amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.