50 (elli) Deyim ve Öyküsü, Hikayesi 2023-2024




50 (elli) Deyim ve Öyküsü, Hikayesi



Ekleyen: DersTurkce.COM | Okunma Sayısı: 38031

İkinci Elli Dyim için TIKLA...

1-Saçını Süpürge Etmek

 Bir kadının isteyerek birinin hizmetinde bulunup çok emek vermesi.

Anneler… Anneler… Çocukları için her türlü zorluğa katlanan, gecelerini gündüzüne katan, evladına zarar gelmesin diye onların üzerine titreyen anneler…

Evlat ise, annesinden her yaptığının karşılığını para olarak tahsil etmek ister. Ama annenin bir evlat için yaptıkları hiç parayla pulla ölçülür mü? Dokuz ay karnında taşıması, uykusuz geçen geceler, hastalandığında başında bekleyip edilen dualar, yapılan yemekler, yıkanan ve ütülenen elbiseler, verilen sevgi ve dökülen gözyaşları… Hep bedava değil mi?

Eskiden kadınlar saçlarını topuklarına kadar uzatırlardı. En uzun saç da en güzel saç kabul edilirdi. Kadın evini süpürmek için yere eğilince arkasındaki çift örgülü saçlar yere düşer ve bir süpürge gibi her yeri öperdi.

2-Etekleri Zil Çalmak

 

Çok sevinip mutlu olmak.

Başarılı ve mutlu olup sevinmek herkesin hakkıdır. Ancak her başarının ve mutluluğun bir bedeli vardır. İnsan bu bedeli ödemeden yani birtakım sıkıntılara katlanmadan başarılı ve mutlu olamaz.

Bir zamanlar Anadolu’nun bir yerinde, herkesin sevip hürmet ettiği güler yüzlü, tatlı dilli bir şeyh yaşarmış.

Şeyhin, pabuçlarının sivri ucunda ve cüppesinin eteklerinde yüzlerce kuzu çıngırağı bulunurmuş. Şeyhin uzaktan gelişi bu çıngırakların çıkarttığı sesten anlaşılırmış.

Bir gün şeyhe bu çıngırakları niçin taktığını sormuşlar. O da:

- Yürürken yerdeki karıncaları ürkütüp çiğnenerek ölmelerine engel olmak için, diye cevap vermiş.

Bir gün güvenlik güçleri , çok tehlikeli bir hırsız çetesinin saklandığı yerden çıkmasını beklerken, çıngıraklı şeyh oradan geçiyormuş. Azılı hırsızlar çıngırak sesini duyunca ortaya çıkmış ve kaçmaya çalışırken yakalanmış.

Azılı bir çetenin yakalanmasına sebep olan çıngıraklı şeyhi halk sevincinden kucaklayıp havaya kaldırırken, şeyhin eteklerindeki çıngıraklar, daha fazla ses çıkarmış, adeta zil çalmış. Halk da bu çıkan sesten çok mutlu olmuş.

Bu olaydan sonra o yerin ahalisi, bir şeye çok sevinip mutlu olanları görünce, “Ne o eteklerin zil çalıyor.” demeye başlamış.

3-Hapı Yutmak

 

 

 Bir şeyin artık gerçekleşme ihtimali kalmadığı,birisinin başına gelen kötü bir halden dolayı iflah olmaz mecraya girdiği,düzen ve dubaranın bozulup hakikatin ortaya çıktığı,kötülüklerin sona erdiği durumlarda “Artık hapı yuttu,hapı yuttu sayılır…” gibi ifadeler kullanırız. Bu deyim bize Sultan IV.Murad zamanının yadigârıdır.

Sultan Murad’ın kave,müskirat (sarhoş edicimaddeler)ve mükeyyifatı (keyif verici maddeler)yasakladığı dönemde saray casuslarından biri,belki de kıskançlık sebebiyle,hekimbaşı Emir Çelebi,nin yasakları çiğnediği ve afyon kullandığına dair bir ihbarda bulunur.

4-Keçileri Kaçırmak

  Sosyal ve toplumsal olaylara uyum sağlamayıp düşünce dengesini bozmak, aklını kaybetmek.

Hepimiz bir aile, bir topluluk içinde yaşıyoruz. Aile içi ilişkiler olduğu gibi, toplumun içinde de insanlarla ilişkimiz olacaktır. Bu ilişkilerin sağlıklı olması için karşılıklı güven, sevgi, saygı, hoşgörü ve fedakârlık gerekiyor. Her şeyi kafaya takmadan, olaylara sağlıklı ve mantıklı yaklaşıp meseleleri çözümlemeliyiz. Her şeyden önce uyumlu olmalıyız. Uyumsuzluklar beraberinde psikolojik rahatsızlıkları getirecektir.

İnsuyu mağarası, Burdur’a 12 km. uzaklıkta olan, içinde sarkıt ve dikitlerle irili ufaklı göller bulunan Türkiye’nin en büyük ve en ilgi çekici mağaralarından biridir. Bu mağara sonradan keşfedilmiştir.

Dağda keçilerini otlatan bir çoban, öğle sıcağında, bir ağacın altında uyuyakalmış. Uyandığında keçilerin otladığı yerde bulunmadığını görmüş. Aramış, aramış, keçilerini bir türlü bulamamış. Kendi kendine, “Şimdi keçilerin sahibine ne söyleyeceğim? Ağa beni döve döve öldürür, koca sürü nereye kaybolur?” demiş. Çoban, sağa sola koştururken, “Çobanlık görevimi yapamadım, keçileri kaçırdım.” diye yakınırmış. Önüne gelene, “Keçileri kaçırdım, şimdi ben ne yapacağım?” diye sormaya ve anlamlı anlamsız konuşmaya başlamış. Köylüler de merak edip keçileri aramaya başlamışlar.

Bu arada suları içip serinleyen keçiler, mağaradan çıkmış, çobanın bıraktığı yerde otlamaya başlamışlar. Köylüler sürüyü yerinde bulunca şaşırmış ve keçileri tek tek saymışlar. Ortada bir durumun olmadığını gören köylüler, çobanın aklını oynattığına hükmetmişler.

5-Gözüne Girmek

 

 Davranış güzelliği, çalışkanlık ve yeteneğimizle birinin sevgi ve güvenini kazanmak.

Kimimiz öğretmenimizin,patronumuzun kimimiz de anne ve babamızın gözüne girmek isteriz. Çalışkanlık ve efendiliğimizle öğretmenimizi, disiplin ve üretkenliğimizle patronumuzu, hayırlı bir evlat olarak da anne ve babamızı memnun etmeye çalışırız.

Recep, şaban derken ramazan ayı yaklaşmış. Mahalle kahvesinde ramazanın ne zaman başlayacağına dair sohbetler ediliyormuş. Orada bulunan hocanın biri, “Ay görülmeyince ramazan başlamaz.” dermiş. Bu sözleri duyan Bektaşi eve gelir gelmez hanımına:

-Hanım perdeleri iyice kapat.

Karısı:

-Niçin efendi?

-A hanım niçin olacak? Yakında ramazan ayı başlayacakmış. Müslümanlar oruç tutacaklarmış.

-Ne var bunda efendi? İyi ya sen de oruç tutarsın.

-Hanım ne diyorsam onu yap demiş.

Bektaşi, geceleri mahalle kahvesine gidip gelirken temkinli davranıyor, ayı görmemek için hep yere bakıyormuş. Bir gün yağmur yağmış, sokaktaki çukurlar sularla dolmuş, hava da açılmış.

Bektaşi, bir akşam kahveye giderken Ay’ı görmemek için başını yerden kaldırmıyormuş. Fakat gözü birden bir su birikintisine çarpmış, orada gökteki ayın suya yansıdığını görmüş. Öfkelenen Bektaşi, sudaki ayın aksine, “Bre mübarek!… Başımı yerden göğe kaldırmıyorum diye, yere inerek gözüme mi gireceksin?” “Nereme girersen gir, oruç falan tutmayacağım.” demiş.

6-İpe Un Sermek

 

 (İstenilen işi yapmamak için çeşitli bahaneler uydurmak, güç koşullar öne sürmek, güçlük çıkarmak anlamında bir deyim.)Nasreddin Hoca’nın, aldığını bir türlü geri vermeyen ya da kırık dökük, delik, kopuk, sakat olarak geri getiren bir komşusu Hoca’dan bir gün urgan ister. Hoca da ‘Bizim hanım biraz evvel urganın üzerine un serdi, veremeyiz.’ Der. Komşusu güler;’Aman hocam, hiç urgan üstüne un durur mu, ipe un serilir mi?’ diye sorunca, Hoca cevabı yapıştırır. ‘Neden serilmesin. Vermeye gönlüm olmayınca, ipe un da serilir elbet.’

7-Lafla Peynir Gemisi Yürümez

 

 Bu deyimin de çok ilginç bir hikâyesi var. Bir zamanlar İstanbul’da Aksi Yusuf adında bir peynir tüccarı varmış. Bu tüccar çıkarcı ve cimri kişiymiş. Trakya’dan getirdiği peynirleri İstanbul’da satar, artanı da deniz yoluyla İzmir’e gönderirmiş. İzmir’de peynir fiyatları yükseldikçe elinde ne kadar mal varsa gemilere yükletir, ama taşıma ücretini peşin vermeyerek kaptanları yalanlarıyla oyalar durur.

- “Hele peynirler sağ sâlim varsın, istediğiniz parayı fazla fazla veririm” diye vaatlerde bulunurmuş. Birkaç kez aldanan gemi kaptanlarından birisi yine İzmir’e doğru yola çıkmak üzere iken sinirlenmiş ve şöyle demiş.- Efendi, tayfalarıma para ödeyeceğim. Gemimin kalkması için masrafım var. Parayı peşin ödemezsen Sarayburnu’nu bile dönmem.

Aksi Yusuf :

” Hele peynirler sağ salim varsın…” demeye başlayacakmış ki, Gemici:

-Efendi “Lâfla peynir gemisi yürümez.” sözünü yapıştırıvermiş ve sözlerine “geminin yürümesi için kömür lâzım, yağ lâzım” diyerek devam etmiş.

Bu sözler üzerine Aksi Yusuf parayı ödemiş. O gün akşama kadar şu tek cümleyi sayıklayıp durmuş. “LÂFLA PEYNİR GEMİSİ YÜRÜMEZ HA!” bu söz daha sonra iş yapmayıp sadece boş konuşanlar için söylenmeye başlanarak deyimleşip güzel Türkçe’mize yerleşmiş.

8-Kedi İle İlgili Deyimler

 Hayvanlar arasında, insana en yakın, en sıcak duran hayvan kedi olmalı. Bu yakınlık, biraz da karşılıklı. Kedi, insana yakın durduğu kadar, insanoğlu da kendini ona yakın hissetmiş. Bu yakınlığın en net yansıması konuşmalarımıza yansıyan kedili deyimler, kedili atasözleri ve kedili cümleler. Öyle ki, hayatta hiç kedi beslememiş, bir kediyi sıvazlamamış, bir kedi tarafından tırmalanmamış insanlar bile, günlük konuşmalarında, “kedi gibi…” diyerek başlayan çok sayıda benzetme kalıbını kullanmaktadırlar. “Kedi şiiri” yazan şairlerimizin sayısı hiç de az değil. “Kedi şiiri” yazmasa bile, şiirlerinde “kedi”yi kullanmayan şair de yok gibi. “Kedi”li benzetmeler, sokak konuşmalarından en edebi metinlere, akademik çalışmalardan argo konuşmalara kadar kendine yer bulm

Dikkat edin, hepimiz, bir olayı daha iyi anlatmak, bir kişinin davranışını daha iyi betimlemek, bazen sevgimizi bazen kızgınlığımızı, bazen de nefretimizi anlatmak için, olayı, davranışı, özneyi “kedi”ye benzettiğimiz çok olur.Kedi severler, kedilerin nankörlüğünü kabul etmeseler de, dilimizde en çok yer edinmiş kedili deyim, “nankör kedi”dir. Şarkılara da girmiş bu deyim, nerede bir vefasızlık olsa, durumu en iyi anlatan deyim olarak kullanılmaktadır.Çok sızlanan birine hemen “kedi gibi mızıktama” deriz. Suçundan dolayı bir kenarda sessizce oturanın durumunu ise “süt dökmüş kedi gibi” deyimi anlatır. Şımaran, bize yakın durmaya çalışan insanları da kedi tavırlarıyla açıklarız: “kedi gibi şımarmak”, “kedi gibi sırnaşmak”. İnsan suçlu olduğunda da kedi gibidir, masum olduğunda da. Çünkü, o bazen “kedi gibi suçlu” başı eğik, bazen “kedi gibi masum” ve utangaçtır.Uykudan kalkmış keyifle gerinen biri de aslında “kedi gibi geriniyor”dur, elbette uyumanın da kedi gibi olanı var. Mesela Can YÜCEL Murakabe şiirinde “kedi gibi uyumak”tan bahseder. “Gebe bir kedi gibi / Uyukluyorum güneşte / Neyi nasıl nerde doğuracağımı / Düşünerek değil sade / Lohusa / atağımı kafamda kurarak… / Düşün düşün düşün”

İşi hep rast gelen, her sıkıntıdan kurtulan ve her olaydan karlı çıkan da “dört ayağı üzerine düşen kedi gibi”dir. Her beladan kurtulan, her ölümden sıyrılan da “kedi gibi dokuz canlı”dır. Bazı insanlar hareketlidir, yerinde duramazlar, o zaman “kedi gibi tırmanmak”, kedi gibi sıçramak”, “kedi gibi oynamak” zamanıdır. Tabii insan her zaman dört ayağı üzerine düşmez, her zaman hareketli olamaz. O zaman da “kedi gibi korkak”, “kedi gibi ürkek”, “kedi gibi uyuşuk” olursunuz. Ama bir insanın çok fazla üzerine giderseniz, karşınızdaki “kedi gibi köşeye sıkıştırılmış” olur, bu da onu savunmaya zorlar, ve “köşeye sıkışmış kedi gibi” üzerinize saldırabilir.

Başarı kedicedir ama başarısızlık da. Onun için kırk yılda bir defa tuttuğu işi koparana ya da şanssız birisi iyi bir fırsat yakaladığı zaman, hemen “kedi olalı bir fare yakaladın” deriz.

Bakmanın da kedice olanı vardır. “Kedinin ete baktığı gibi” bakarsanız, aç olduğunuz ya da ihtiraslı olduğunuz anlaşılır. Ve eğer çok güzel bir haber alırsanız “gözleriniz kedi gibi parlar”. Geceleri yolarda size rehberlik eden, yol sınırlarınız çizen beyaz ve kırmızı parlak uyarıcıların adı da “kedi gözü”dür.

Hafif tombul dostumuza “ciğerci kedisi gibi” semiz deriz. Çok gezenin, her tarafa girip çıkanın adı da “sokak kedisi”dir. Ama en kötüsü “kara kedi” olmaktır. İnsanoğlu, sevgisini, aşkını anlatmak için kediden yardım istediği gibi, arayı bozan, ikilik sokan birini tarif ederken de ondan medet diler. Çok iyi dost olan iki kişinin bozuşmuş olduğunu gördüğümüz zaman, aralarına “kara kedi girmiş” diye düşünürüz. Bazılarıda “kara kedi” görmek uğursuzluk getirir demişlerdir.

İnsan eşine, sevgilisine, kadınına da, nedense kedi gözüyle bakar. Sevgilisine yakın duran, ona yaklaşan kadın “kedi gibi sokulur” ve “kedi gibi koyna girer”. Ama bazen de “kedinin fare ile oynaması gibi”dir aradaki ilişki. O zaman da bir taraf, “kedi gibi hırçınlaşır”. Ama çoğu zaman “kedi gibi değişken ve kaprisli tavırlar”ı kadın ortaya koyar. İlişkilerde “kedi gibi mırlayan” da, “kedi gibi numaralar” yapan da kadındır. Çünkü o, “kedi gibi kadın”dır. Ama en çok da sevgililere yakışan birbirlerine “kedi gibi sığınma”larıdır. Afşar Timuçin, İSTERSEN AL GÖTÜR BENİ başlıklı şiirinde, “Ölümsüz gülüşünle başlıyorum / Her güzelliğe her sevince / Bir yağmur ince ince / Sürerken beni başka zamanlara” dedikten sonra şu çağrıda bulunur sevglisine, “Sıcaklığın beni alıştırıyor / Soğuk ve yağmurlu akşamlara / Üşümüş bir kedi gibi sığınıyorum / Ellerine ayaklarına saçlarına”. Kadına karşı güç gösterisi de kedi ile yapılır. “Kedinin bacaklarını ayırmak” ilk gecenin adetidir.

Mart Kedisi” ise yaramaz erkeklerin adıdır. İşleri, güçleri çapkınlık olan erkeklere “yine ortalıkta ‘mart kedisi gibi’ dolaşıyorsun” derler. Mart ve kedi arasındaki ilişki herkesin zihninde vardır. Mart gelir ve kediler dama çıkar… Orhan Veli, şiirinde bu ilişkiye dokunur. “Neden liman deyince / Hatırıma direkler gelir / Ve açık deniz deyince yelken? / Mart deyince kedi, / Hak deyince işçi..” Kışın şiddetini anlatmak için de yine kedilerden örnek veririz. Evliya Çelebi’nin Erzurum soğuğunu anlatmak için Seyahatnamesi’nde anlattığı hikayenin orijinal metnini de buraya alayım. “… Hatta bir kere bir kedi, bir damdan bir dama pertâb iderken (atlarken) muallakda donup kalır. Sekiz aydan nevrûz-i Harzemşâhî (ilkbahar) geldikte mezkûr kedinin donu çözülüp ‘mırnav’ deyüp yere düşer.” Kedi damdan dama atladığına göre aylardan mart olmalı.

Kediye benzetilen en olumuz insan tavrı yalakalıktır. Bazen birinin size yakınlaşma çabasını “kedi gibi yalakalık yapmak” gibi algılayabilirsiniz. Kim bilir belki de o size sadece “kedi gibi sürtünerek” bir sevgi gösterme çabasındadır.

Çocuklarında kedilikleri vardır. Çünkü onlarında büyükleri gibi “kedi karakteri” vardır. Ve o zaman “kedi gibi yaramaz” , “kedi gibi hırçın”, “kedi gibi atik” olurlar. Mutfakta çok dolaşan, ne pişiyor diye gözleyen çocuk da olsa, bey de olsa yaptığı iş “mutfak kedisi gibi ayak altında dolaşmak”tır.

Su içmenin de kedi gibisi olur mu demeyin. Konuşma özürlü çocuklar için doktorların önerilerinden biri de, özürlü çocuğun, “kedi gibi su içmesi”dir. Küçük bir tabaktan dil ile “kedi gibi su içme” egzersizleriyle çocuk konuşma özrünü atabilirmiş.

Kedi kelimesi isim tamlamalarına da girmiştir. Kedi gözü (yol kenarlarındaki uyarıcılar), kedi dili (bisküvi),kedi ayağı (bitki-çiçek).

Kedili ata sözlerin en meşhuru “Kedi uzanamadığı ciğere murdar” dermiş. Daha çok sayıda atasözü var. Sevdiklerim şunlar: “Kedinin usluluğu sıçanı görünceye kadardır”, “Kedinin boynuna ciğer asılmaz” ve “Avcı kedi mırlamaz. ”

İnsan hep kedi ile iç içe. Sevgilisini de kediye benzetmiş, düşmanını da. Çocuğunun davranışları açıklarken de “kedi gibi” diye cümleye başlamış, kendini tanımlarken de. İnsan kediye yakın bulmuş kendini. Kendini onda bulmuş. Kendini ona benzetmiş. Hatta, kedi zannetmiş. İnsan, ne kadar da kedi. Aslında kediyi anlatan insan hep kendini anlatmış.

Erol ERDOGAN

9-Atı Alan Üsküdarı Geçti

 

 Becerikli, kurnaz, eli çabuk olanların, bir işi ötekilerden daha önce sonuçlandırdığını belirten, “İş işten geçti” anlamında bir deyim.Bolu Bey’ine başkaldıran, çoğunlukla ünlü halk şairi ile karıştıran eşkıya Köroğlu, bir gün atını çaldırmış. Köroğlu, değerli ve akıllı bir hayvan olan atını aramak için diyar diyar dolaştıktan sonra, İstanbul’da satılık hayvanlar arasında kendi atını bulmuş. O’nu tanımayan satıcıya müşteri gibi görünmüş. Önce şöyle bir binip deneyeceğini, sonra satın alacağını söyleyerek ata atlamış, hayvan da bir binip deneyeceğini, sonra satın alacağını söyleyerek ata atlamış, hayvan da sahibini tanıdığından, atı mahmuzlamasıyla şimşek gibi fırlayıp kaybolmuş. Kıyıya varınca da sala fazla para verip Üsküdar’a çektirmiş. Öfkesinden küplere binip izlemeye yeltenen at cambazına, kalabalıktan biri seslenmiş:Beyhude çabalama atı alan Üsküdar’ı geçti. O adam Köroğlunun kendisi idi.

10-Geçme Namert Köprüsünden Koy Aparsın Su Seni

 

 Köpeğe dalanmaktansa, çalıya dolanmak yeğdir, derler. Yani terbiyesiz ve namert bir insanla karşılaşmaktansa onun bulunduğu yere uğramamak çok daha iyidir.

Kötü insanlarla karşılaşmamak için, her zorluğa katlanmak lazım. Kötünün herkese kötülüğe dokunur, demişler. Bu tip insanlardan uzak durmak, onlarla pazar ve onlara nazar eylememek için her türlü sıkıntıyı çekmek daha iyidir.

Eskiden Adapazarı’na gidebilmek için sekiz gözlü köprüden geçmek gerekiyormuş. Zaman zaman Deli Dumrul misali zorbalardan biri bu köprünün üzerinden gelip geçenden haraç olarak geçiş parası alıyormuş.

Günlerden bir gün fakir bir derviş, köprüden geçmek istemiş. Zorba yakasına yapışarak, geçiş parası istemiş. İhtiyar, kendisinin fakir bir derviş olduğunu, parası olmadığını ne kadar söylemişse de kâr etmemiş. Geri dönerek zorbaya da birkaç söz etmiş:Geçme namert köprüsünden, koy aparsan su seni

Sinme tilki gölgesinde, koy yesin arslan seni(*)

“Destur ya pir!” diyerek nehrin içine dalmış. Derviş suya girdikçe Allah’ın hikmetinden olacak su çekilmiş, sular yatağını değiştirmiş, nehir kurumuş. Nehir kuruduğu için de köprüye gerek kalmamış. Zorbanın ağzı da bir karış açık kalmış.

11-Üsküdar’da Sabah Oldu

 Bir şeyin zamanını geçirmek, geç kalmak, fırsatı kaçırmak.

Her şey zamanında yapılmalıdır. Zaman kavramı insan hayatının en önemli öğesidir. Atalarımız, “Vakit nakittir.”ve “Demir tavında dövülür.” demişler. Kıymetini bilmediğiniz ve değerlendiremediğimiz şeylerden biri de akıp giden zamandır.

İşimizi zamanında yapmak, işe zamanında başlayıp işi zamanında bitirmek, randevularımıza zamanında gitmek, zamanında yatıp kalkmak, yiyip içmek, her şeyi zamanında gerçekleştirmek insan hayatını düzene sokacaktır.

Üsküdar’da yakın planda iki Selâtin Camii bulunur. İlki Üsküdar iskele meydanındaki Yeni Valide Camii, diğeri ise Mihrimah Sultan Camii’dir.

Bu camilerin güzel, gür ve yanık sesli müezzinleri, sabah ezanlarını karşı sahildeki müezzinlerden daha önce okurlarmış. Gayeleri Yıldız Sarayı’ndaki padişaha, sabahın sakin vaktinde seslerini duyurup padişahın dikkatini çekmek, ihsan koparmak, sonunda saray müezzinliğine tayinlerini sağlamakmış.

Üsküdar’da sabah ezanları okunurken Beşiktaş’taki halk ve esnaf uyanır, diğerlerini de uyandırırmış. Uykuya dayanamayan ve uykudan bir türlü uyanamayan insanlara da:

- Hayır vakti tamamdır, duymuyor musun? Dinle, bak, Üsküdar’da sabah oldu, derlermiş.

12-Ağzınla Kuş Tutsan Nafile

 

 Bir kişi kendini, ya da yaptığı bir işi, karşısındakine bir türlü beğendiremediği, sevdiremediği hallerde söylenen bir deyim.Bu tabirin hikayesi, Osmanlı devrinden kalmadır.Osmanlı Devletinin güçlü zamanlarında, Fransa ile iyi ilişkiler kurulmuş, bu arada, İspanya Kralım ezmek için Osmanlı Devletinin desteğini gören Fransa, Osmanlı Padişahını en büyük hükümdar olarak tanımıştı. Akdeniz’de Türk bayrağı çekerek, Barbaros’un enirine giren Fransız donanması gibi, Fransız ordusu da Osmanlı desteğine güveniyordu.O devirlerde, Topkapı Sarayı’nın arz odasında, huzura kabul edilmeyi bekleyen Fransız elçisi. Kızlar Ağasına, işinin önemli ve acele olduğunu bir türlü anlatamamış, içeri alınmayı sağlayamamıştı.

Bin bir rica ve ısrar sonunda Kızlar Ağası, sabırsızlanan elçiye şöyle dedi:

-Siz ne lâf anlamaz adamlarsınız yahu! Şevketli Sultanımız hazretleri bugün çok hiddetli. Demincek bir Frenk hokkabaz burada idi. Adamcağız ne hünerler gösterdi: Külahının altından tavşanlar çıkardı, alev alev yanan demir çubuklan ağzında söndürdü, sekiz arşın uzaklıktaki iğneye iplik taktı, havaya bir kuş uçurdu, uçun kuşa bir şeyler söyledi, kuş gelip ağzına kondu, o da ağzıyla ayaklarından yakaladı. Sultanımız onu bile huzurdan kovdu. Senin anlayacağın, ağzınla kuş tutsan nafile; ama daha büyük hünerlerin varsa bir kere Zat-ı Şahaneye arz edeyim

13-Dananın Kuyruğu Kopmak

 

Gizli gizli süren anlaşmazlık patlak vererek ortaya büyük bir olay çıkmak veya korkulan bir sonuç gerçekleşmek.

İnsanlar arasındaki anlaşmazlıklar bir gün ansızın ortaya çıkıp olay hâline gelirler. Sonuçta her iki taraf da zarar görebilir. En iyisi anlaşmazlıkların kısa zamanda şeffaf bir şekilde çözüme kavuşturulması ve kimsenin zarara uğratılmamasıdır.

Geçmişte düzenbaz ve yalancı bir adam varmış. Tüccar ve esnafa borç vermediği hâlde vermiş gibi gözükür, onların aleyhine dava açar, şahitler ve kadıya rüşvet vererek davayı kazanır, haksız kazanç elde edermiş.

Bu sahtekâr adam, bir gün, kasabanın sözü geçen bir adamı hakkında dava açmış, kadıya da rüşvet olarak bir dana göndermiş. Davalı tüccar bunu öğrenince, daha büyük bir danayı kadıya teslim etmiş. İşin tadının kaçtığını anlayan kadı, her iki danayı getirtip mahkemenin avlusuna bağlatmış. Kadı makamına kurulup herkesin önünde şunları söylemiş:

- Bu davayı görmek için uzun zaman vicdanımla savaştım. Ben adalet için çalışırım. Gelin görün ki, iki taraf da evime birer dana göndermiş. Şimdi kimin haklı, kimin haksız olduğunu danalara bakıp anlayalım.

Avludaki danalar, kuyruklarından birbirine bağlanır ve kuyruk altlarına neft sürülerek hayvanlara birer diken batırılır. Hayvanlar böğürerek birbirini aksi yönde çekerler. Bu arada kadı bağırarak, “Kimin danasının kuyruğu koparsa, o taraf haksız çıkacak ve adalet yerini bulacaktır.” der.

Kısa bir çekişmeden sonra sahtekârın getirdiği dananın kuyruğu kopar ve hayvan can acısıyla sokağa fırlar.

 

15- Ölme Eşeğim Ölme Yaz Gelsin De Yonca Bitsin

 

 Şimdi gerekli olan şey, gelecekte temin edilebilir. O zamana kadar kim öle, kim kala. Belki de ileride hiçbir işe yaramaz. Bu deyim umutsuz bir beklentiyi anlatır.İnsanları boş, gerçekleşmeyecek umutlarla oyalamamak lazım. İnsanın ömrü beklemekle geçer. Zamanımızı ve emeğimizi gerçekleşmeyecek umutlar için harcamamalıyız.

Bu hikâyenin de kaynağı yine Nasreddin Hoca.

Memlekette bir sene kıtlık olmuş; arpa, buğday kalmamış. Kış da gelip çatmış. Nasreddin Hoca, eşeğinin her gün arpasını azaltmaya ve hayvanın günlük payından kesmeye mecbur kalmış. Her gün birer parmak eksilen arpa, son zamanlarda iyice azalmış. Hoca hayvana yem verirken onunla konuşur gibi yaparmış; “Aman benim emektar eşeğim, sakın açlıktan ölme. Senin için on dönüm yonca ektirdim. Hele bir bahar gelsin, hepsi de senin olacak, bol bol yonca yiyeceksin. Yalnız şimdi biraz tasarruf etmemiz lazım.” deyip, arpayı günden güne azaltırmış.

Buna alışamayan eşek günden güne zayıflamış, iskeleti çıkmış ve bir sabah Hoca, ahıra girince eşeğin ölüsüyle karşılaşmış, “Vah zavallı eşeğim vah… Tam tasarrufa alışmıştın ama ecel sana zaman tanımadı. Yemyeşil yoncalara hasret gittin.” demiş.

16-Eşek Sudan Gelinceye Kadar Dövmek

 

 Adamakıllı dövmek anlamında kullanılan bir deyim.)Balkan Harbi sıralarında cephedeki bir askeri birlikte su ihtiyacını her bölüğün saka neferleri temin ederdi.O zamanlar, mekkare katırlarından başka adına karanfil kolu denilen, merkepli nakliye kolları da vardı. Her bölüğe de bir merkep tahsis edilmiş. Saka neferleri bu eşeklere yükledikleri fıçılarla, ordugâha yarım saat uzaklıktaki bir pınardan su taşırlarmış.Bölüklerden birisinin saka neferi çok saf ve tembel imiş. Bir gün pınar başında yatmış, uyumuş. Eşek de çimenler üzerinde otlarken uzaklara gitmiş.Uyandığı zaman akşam olmak üzere imiş. Merkebi aramış, bulamamış. Koşarak bölüğe gelmiş. Susuzluktan kıvranan bölüğün çavuş ve onbaşıları sakayı yakaladıkları gibi, bölük kumandanı alaylı yüzbaşının karşısına çıkarmışlar.Çok sert ve aksi bir adam olan yüzbaşı saka neferini sorguya çekmiş. Neticede uyuduğunu ve eşeğini kaçırdığını öğrenince, hemen etrafa atlılar çıkarıp eşeği aratmaya göndermiş. Sakayı da çadırın direğine bağlayıp başlamış dayak atmaya. Can acısı ile avaz avaz bağıran saka:-Aman yüzbaşım, ölüyorum, bir daha uyumayacağım. Artık dövme! diye yalvardıkça, yüzbaşı:-Acele etme, daha eşek bulunamadı. Eşek sudan gelinceye kadar dayak yiyeceksin ki bir daha eşeğine sahip olup, muharebe yerinde, vazife başında uyumayacaksın… demiş.

17-Eli Kulağında

 

(Hemen, az sonra beklenen işler için kullanılan bir deyim.)İslamiyet’in ilk yıllarında ezan okunurken. Mekkeli müşrikler(inanmayanlar) alay ettikleri ve okuyanı şaşırttıkları için, ilk müezzin Bilal Habeşi, elleri ile kulaklarını tıkayarak okurdu. Birisi yanındakine, ‘Ezan okundu mu?’ diye sorduğu zaman, eğer ezan çok yakın ise, diğeri şöyle cevap verir:’Hayır okunmadı ama, eli kulağında’ Olması çok yakın işler için hemen, eli kulağında gibi sözlerin kullanılması buradan kalmıştır.

 18-Eline Su Dökemez

 

(İki kişiyi karşılaştırırken, daha önemsiz, değersiz, yeteneksiz, geri gördüğümüz kişi için, ‘ötekinin eline su bile dökemez deyimini kullanırız.Eskiden, namaz abdesti alınırken, abdest alan kişi, bir usta ise, çırakları, kalfaları, Medrese hocası ise mollaları, öğretmen ise öğrencileri, eline ibrikle su dökerek abdest almasına yardımcı olurlardı.Böyle önemli bir kişinin eline, yolu yordamınca, ibrikten su dökmek için, o kişiye biraz yakın olmak, onun yanında iyi kötü bir yer almış bulunmak gerekirdi. Yoksa her önüne gelenin yapacağı iş değildi.İşte bu nedenle, iki değerli kişi ölçülürken, bilgisi, yeteneği, zekası daha az olan için, bu deyim kullanılır.

19- Pabucu Dama Atılmak

 

Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu. Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı. Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim. Ama kusurlu çıktı. Böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor. Eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu. Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu. Gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu. Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor ve gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu.

 19-Yağma Hasan’ın Böreği

 

 Hakkı olanın da olmayanın da kolayca faydalandığı, sahipsiz hiç kimsenin korumadığı mal mülk kaynağı.

Hiç kimse hak etmediği bir şeye el sürmemelidir. Alın teriyle sağlanan kazanç kutsaldır. Kısa yoldan zengin olmak isteyen köşe dönücüler hak hukuk tanımazlar. Bunlar emek ve alın teri hırsızlarıdır.

Fatih’in Gebze’de ölümü (1481) nden sonra İstanbul’da kıyamet kopmuş, zaten fırsat bekleyen asi yeniçeriler de İstanbul’a dağılmışlar. Kimse canından ve malından emin değilmiş. Yağmacı yeniçeriler, önce kendilerini aldatan sadrazam Karamani Mehmet Paşa’yı parçalayıp konağını yağmalamışlar. Daha sonra şehirdeki zenginlerin konaklarına hücum edip her tarafı talan etmişler. Zengin Yahudilerin oturdukları semtlere akın eden zorbalar büyük yağmalar yapmışlar.

Bu sırada Hasan adlı bir yeniçerinin işlettiği börekçi dükkânını da yağma eden yeniçeriler, işin aslını öğrenince, “Oldu bir kere, Yağma Hasan’ın böreğidir.” diye, börekleri yemeye devam etmişler.

21 İpsiz Sapsız

 

Şimdi olduğu gibi eskiden de Anadolu’dan İstanbul’a çalışmak üzere adamlar gelir,bunların çoğu da herhangi bir mesleğe sahip olmadıkların dan ya hamallıkla, yahut kazma kürekle çalışarak işe başlarlarmış.Bunların içinden öyleleri olurmuş ki hamallık yapmak için de ne bir kazma veya kürekleri bulunurmuş.Bir ip veya tutacak bir sap sahibi olmayan bu kişiler için söylenen ipsiz sapsız deyimi de yaramayan adamlar hakkında tahkir anlamında kullanılmıştır.

22 Dağdan Gelip Bağdakini Kovmak

 

Hakkı olmadığı hâlde emek verilen bir yeri, bir işi sahiplerinden zorla almaya çalışmak.

Emek kutsaldır. Herkesin emeğine saygı göstermeli, kimsenin hakkını haksız yere elinden almamalıdır. Bir şeyi hak etmek için alınlar terlemeli, emek verilmelidir.

Köylünün biri kendine ekecek bir saha açmak için dağdaki fundalık ve çalıları söküp temizliyormuş. Ayrık otu gibi çabuk üreyip etrafı kaplayan otları da söküp söküp atmış. Bu ayrık otlarından biri arazinin eğiminden olsa gerek, çok bakımlı bir bağın içine düşmüş. Bağ sahibi de bunu önemsememiş. Fakat bir de bakmış ki bağının her tarafının ayrık otlarıyla dolduğunu görmüş. Bir sürü işçi tutarak bağını bu ayrık otlarından temizlemiş, iyice masrafa girmiş. Toprağın derinliklerine salkım saçak kök salan bu ayrık otlarını temizletirken kendi kendine şöyle mırıldanmış, “Dağdan geldiniz, bağdaki asmalarımı kovmaya kalktınız. Öyle yağma yok!”

23 -Mürekkep Yalamak

 

Uzun yıllar tahsil görmüş, ilim öğrenmiş kişiler hakkında “mürekkep yalamış” denir. Bu deyim bize matbaadan evvelki zamanların elyazması kitapları ve hattatları, yahut müstensihlerin yadigarıdır.

El yazması kitapların sayfaları hazırlanırken pürüzleri kaybolsun ve kalemin kayganlığı sağlanssın diye parşömenlerin üzeri aher denilen bir tür sıvı ile cilalanır ardın da mühürlenirmiş. Aher, yumurt akı ve nişasta ile hazırlanan muhallebi kıvamında bir hamule olup kağıt üzerinde bir tabaka oluşturur. Kitap kurtlarının pek sevdiği aher, aslında suyu görünce hemen erir. Aherlerin bu özelliğinden dolayı eski zmanların hattatları yahut kopya usulü kitap çoğaltan zenaatkarları (müstensihler), bir hata yaptıkları vakit onu silmek için (mürekkep silgisi henüz icad edilmemiştir) serçe parmaklarının ucunu ağızlarında ıslatıp hatalı harf veya kelimenin üzerine sürerler, böylece zemindeki aher dağılır ve aherle birlikte hata da kendiliğinden kaybolup gidermiş. Bazen bütün bir cümlenin silinmesi gerektiğinde aynı işlemitekrarlamak gerekir, hattatın serçe parmağına gelen mürekkep ister istemez diline geçer, böylece hattat mürekkebi yalamış olur.

Mürekkep bezir isinden hazırlandığı için suda çözülmesi tabidir. Bu yüzden el yazması eserler asla su ve türevleri ile temas ettirilmez. Ancak kitap henüz yazılma aşamasındayken mürekkebin bu özelliği hattatların işine yarar, gerek divitlerin ucunda kalan mürekkep lekelerini gidermek ve temizlemek, gerekse sayfaya küçük bir tırfil yahut imla koymak için diviti tekrar mürekkebe bandırarak israf etmek yerine ucunu dillerine değdirir ve oradaki mürekkebin çözülüp kullanılmasını sağlarlarmış. Bu durumda da dillerinin mürekkep olması, yani mürekkebi yalamış olmaları kaçınılmazdır. Bu durumda da dillerinin mürekkep olması, yani mürekkebi yalamış olmaları kaçınılmazdır. Sonuçta eskiler, bir insanın yaladığı mürekkep miktarca ilminin ziyadeleştiğini varsayarlar ve okuma yazma bilenlerin pek az olduğu çağlarda azıcık da olsa mürekkep yalamış olmayı toplum içinde saygı alameti olarak alırlarmış.

24 Aklı Kesmek

Deyiminin kullanıldığı söz gelişi:Bir işe girişmeden önce, onu yapmak akıl gücünün ve kabiliyetlerinin elverişli olup olmadığını tartmak, yollamak ve hesaplamak gerektiğini belirtmek için söylenen bir deyim.Bu ünlü tâbirin hikâyesi şöyledir:Bilindiği gibi, Halk arasında Lokman Hekim diye ün salan meşhur bilgin ve filozof İbni Sina (Ebu Al’i Hüsyeyin) -980-1037 aslen Belh şehrinin yerleşmiş bir Türk ailesinin çocuğudur.Samani Devletinin başkenti olan Buhara yakınlarındaki Afşan kasabasında doğdu. On yaşında Kur’anı ezberledi, 18 yaşına kadar devrinin bütün bilimlerini okuyup en yüksek dereceyi buldu. En çok Tıp dalına merak etti, tıpla uğraştı.Yüzden fazla eseri olup Doğu ve Batı dillerinin hepsine tercüme edilmiştir. Eserlerin pek çoğu: Tıp, Fizik ve Astronomiye aittir. İbni Sina, tahsil hayatının ilk çağlarında (Riyaziye) denilen Matematik derslerim pek kavrayamamıştı. Bir türlü aklı eriniyordu.Bir gün kırda gezerken bir kuyu gördü. Kuyunun ağzında mermerden oyulmuş, çember şeklinde bir bile¬zik vardı, kuyu ağzının büyüklüğüne göre yapılmış ve konulmuş olan bu taşa dikkatle baktı, mermer bileziğin iç tarafları, kova ipinin sürtüşmesiyle sanki oluk oluk oyulmuş ve kesilmiş gibiydi. Kovanın bağlı bulunduğu urgan, kuyu dibine her iniş ve çıkışta bu mermere sürte sürte onu aşındırmış ve nerede ise kesecek kadar derin oluklar vücuda getirmişti… Büyük bilgin daha çocuk yaşta idi, fakat bu olay ona çok tesir etmişti.Derin derin düşündü ve şöyle dedi:-Urgan gibi yumuşak bir cisim nasıl oluyor da Mermer gibi en sert ve çetin bir taşı böyle kesiyordu? demek ki herhangi.bir işte azmetmek, çaba harcamak, sabır, sebat ve direniş göstermek başarının temeliydi.

Urgan mermeri nasıl kesmiş ise, benim aklım da matematik derslerini aynı şekilde ve zaman harcayarak kesebilir.

O günden sonra Matematik derslerine büyük bir sebat ve dikkale sarıldı ve sonunda muvaffak olup eserler yazdı.

Dilimizdeki: (Aklın kesiyor mu?) deyiminin kökü bu olaydan geldiği söylenmektedir.

Bu bölüm yukarıda kapak sayfası görünen ZEKA TOMURCUKLARINA DAMLALAR adlı kitaptan alınmıştır

25- Meteliğe Kurşun

AtmakBeş kuruşsuz kalmak, hiç parası olmamak.

İnsanoğlu, kendini hem varlığa hem de yokluğa alıştırmalıdır. Sayısız parayla oynayan insan, bir gün bu paraların avcundan akıp gittiğini görür ve beş parasız kalır.

Para amaç değil, yaşamamız için bir araçtır. Kimseye muhtaç olmamak için paramızı gerektiği yerde harcamalı, hesapsızlık yapmamalıyız. Zor günümüzde rahat etmek istiyor, kimseye muhtaç olmak istemiyorsak, tutumlu olmak zorundayız.

Eskiden atış talimleri yapılırken, usta atıcılar hedef için metelik denilen bozuk paralar kullanırlarmış. Metelik, eskiden kullanılan on para değerinde olan bir sikke. Sikke de madeni para veya bu paralara vurulan damga demektir.

Köyden çıkıp okuyarak yükselen, mal mülk ve şöhret sahibi olan bir adam köyünde yaptırdığı evde, gümüş paraları hedefe koyup atış talimi yaparmış. Onu ziyarete gelenler, gümüş mecidiyeye ateş ederken görünce, içlerinden biri, “Baksana bizimki meteliğe kurşun atıyor.” demiş.

26 Sırra Kadem Basmak

Sır gizli şey demektir.Tasavvuf çevrelerinde ve özellikle Mevlevilikte bu kelimenin sırlamak şeklinde fiil yapılmış hali sıkça kullanılır.Sırlamak, “kapmak,örtmek ses ve hava akımına müsaade etmeyecek derecede bir yere gizlemek” anlamına gelir.Nitekim Mevleviler kapıyı yahut pencere kapa yerine, “sırla,sırret” derler.Sıralamak ve sıralanmak ise gömülmek, ölünün gömülmesi anlamına da kullanılır.

27 Bir Çuval İnciri Berbat Etmek

(Yanlış bir davranış veya sözle, olumlu giden bir işi bozmak anlamında bir deyim.)İncir satılmak üzere hazırlanırken, içlerinde çürük, kurtlu, hastalıklı olanlar ayrılır. İyi ayıklanmaz da içlerinde kurtlu, çürük olanlar kalırsa, ötekileri de bozar, çürütür.İyi ayıklanmayan bir iki çürük incirin, bir çuval inciri bozduğu gibi, bir toplulukta bir kişinin ağzından çıkan münasebetsiz, gereksiz bir söz de, topluluğun neşesini kaçırır, keyfini bozar.

28 Dimyata Pirince Giderken Evdeki Bulgurdan Olmak

(Daha fazla kazanacağını daha iyisini elde edeceğini umarken, elindekinden olmak anlamında bir deyim.)Dimyat Mısır’da Süveyş Kanalı ağzında ve Portsait yakınlarında bir iskeledir. Eskiden Mısır’ın meşhur pirinçleri, ince hasırdan örülmüş torbalar içinde buradan Türkiye’ye gelirdi.Dimyad’a pirinç almaya giden bir Türk tüccarının bindiği gemi Akdeniz’de Arap korsanları tarafından soyulmuş ve adamcağızın kemerindeki bütün altınlarını almışlar.Binbir müşkülât içinde Türkiye’ye dönen pirinç tüccarı o yıl iflas etmek durumuna düşmüş. İstanbul’dan kalkmış memleketi olan Karaman’a gitmiş. O sene tarlasından kalkan buğdayları da bulgur tüccarlarına sattığından, kendi ev halkı kışın bulgursuz kalmışlar. Dimyad’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak sözünün aslı buradan kalmıştır.

29 Çadırını Başına Yıkmak

Osmanlı hükümdarları, sefer esasında hareketlerinden ve hizmetlerin den hoşnut olmadıklar vezirlerini azletmek için kaldıkları çadırın direklerini söktürüp başlarına yıktırırlardır.Bu hareket iktidardan düşme manâsına eski Türk geleneklerinde mevcut olup Orta Asya’dan itibaren uygulanmıştır.

Fatih’in,Karman seferi sırasında Mahmud Paşa’nın;Yavuz’un da çaldıran dönüşünde Hersekzade Ahmed Paşa ile Dukaginoğlu Ahmed Paşa’nın çadırlarını başlarına yıktırdıkları meşhurdur.

30 Ağaca Çıksa Pabucu Yerde Kalmaz

“Çok ihtiyatlıdır, kolay kolay başı derde girmez” mânâsında bir deyim. Nasreddin Hoca merhum bir gün ayağında yeni papuçları ile dolaşırken, mahallenin şakacı afacanları, papuçlarını saklamak ve Hocaya arattırmak için bir plan kurmuşlar. Hoca karşıdan gelirken, güya kendi aralarında bahse giriyormuş gibi davranarak, yüksek sesle konuşmuşlar. Hoca şu ağaca çıkar çıkmaz diye çekişmişler. Hoca çocukların yapmacık hallerinden kuşkuya düşmüş; işin içinde bir bit yeniği sezmiş.Çocuklar aralarında bahse tutuştuklarını söylemiş, Hoca’ya ağacı çıkıp çıkamayacağını sormuşlar.-Çıkarım elbet, demiş Hoca, ve yeni papuçlarını koynuna soktuğu gibi başlamış ağaca tırmanmaya.’Çocuklar hep bir ağızdan:

Hocam, papuçlarını yerde bırak, ağacın üstünde onları ne yapacaksın? diye sorunca, işi anlayan Hoca, cevabı yapıştırmış:-Belki ağaçtan öteye, karşıma bir yol çıkar.Akıllı ve uyanık kişiler için “ağaca çıksa, papucu yerde kalmaz” denmesi bu fıkradan kalmıştır.

31 Zülfüyâre Dokunmak

Hatırlı, güçlü bir kimseyi veya bir makamı gücendirecek sözler söylemek, bir kimsenin veya bir makamın darılmasına sebep olmak.

Eskiden devlet işlerini eleştiren, devleti veya bir daireyi yönetenlere dokundurucu, iğneli yazı ve sözle sataşanlara zülfüyâre dokunuyor, derlerdi.

Bir de bunun hikâyesini âşıkla maşuğun ağzından dinleyim:

Âşığın sevdiği kız alıngan, her sözden bir anlam çıkaran bir afetmiş. Yüzünün her iki yanındaki zülüfler, âşığın hem hoşuna gider hem de onları bukleli ipeklere benzettirmiş. Bu benzetmelerden gücenen afet, “Demek benim zülüflerim ipek teller gibi cansız ve ruhsuz mu geldi sana?” diye âşığa sitem edermiş.

Genç âşık bir gün sevgilisiyle güllerin açtığı, bülbüllerin öttüğü bir bahçede gezerken hırçın bir rüzgâr esmiş. Bu rüzgâr sevgilisinin saçlarını dağıttığı için kızmış. Sevgilisi bundan da bir anlam çıkarmış: “Anlıyorum, sen rüzgârı bahane ederek, benim ihmalimi yüzüme vurmak istiyor, saç ve zülüflerimi taramadığımı ima ediyorsun.” demiş.

Âşık sevgilisinin bu sitemlerinden usanınca ağzına bir daha onun adını almamış. Âşık, cevr ü cefaya ne kadar katlanır…

32 -Eski Kulağı Kesiklerden

Kurnaz, becerikli, işbilir, her işin altından kalkan…

İnsan tilki gibi kurnaz olup kimseye zarar vermemeli, bir usta gibi becerikli olup aleme faydalı işler görmeli; işini, aşını, eşini bilmeli, her faydalı işin üstesinden gelmelidir.

Hacı Bektaşi Veli’nin tarikatına girmek isteyenlere tarikatın şartları açıklanır, gerekli öğütler verilir, tekkenin girişinde derviş adayının kulağına bir delik açılarak küpe takılırmış.

Tarikatın şartlarından biri de hiç evlenmemekmiş. Sonradan bu kuralı bozanların kulaklarından küpeleri çekilerek alınır ve bu yırtık kulakla dolaşırlarmış. Halk, cezalı dervişlere “kulağı kesikler” diye hitap edermiş.

Osmanlı sultanlarından Yavuz Selim’in kulağındaki küpe, bu tarikatın işaretlerinden biri olarak bilinir. Sultan Selim’in şeyhin eşiğine baş koyup kulağını deldirdiği rivayet edilir.

33 Çil Yavrusu Gibi Dağılmak

(Topluluk halinde bulunan insanların, hayvanların her birinin bir yana dağılması anlamında bir deyim.)Keklik kuşunun bir adı da çildir. Tüylerindeki benekler yüzünden bu isim verilmiştir. Dişi keklik yavru çıkarınca, onlarla hiç ilgilenmez, kendi başlarına bırakır. Yumurtadan çıkan yavrular, seke seke çevreye dağıldıklarından, sözün buradan kaynaklandığı söylenebilir.

34 Kazın Ayağı Öyle Değil

Sen öyle düşünüyorsun ama yanılgı içindesin. İşler senin bildiğin ve düşündüğün gibi değil.

İşler bazen umulduğu gibi gitmez. Bazıları ise bize ait işlerin tıkırında gittiğini zanneder. Ama işin içinde bulunan işlerin iyi ya da kötü gittiğini dışarıdaki insandan daha iyi bilir.

Bu deyimin kaynağı yine Nasreddin Hoca’mız… Hoca bir gün Timur’a kızarmış bir kaz götürürken yolda canı çekmiş, hemen kazın bir bacağını gövdesine indirmiş.

Hoca’yı huzura kabul eden Timur, bakmış ki kendisine sunulan kızarmış kaz tek ayaklı. Kendisi de malum topal. Hoca bunu bilerek hakaret olsun, diye yaptı sanarak, ona çok kızmış. Hoca durumu hemen sezerek:

- Ulu hakanım, bizim Akşehir’in kazları hep tek bacaklıdır. Bakın çeşme başındaki kazlara, demiş ve çeşme başında tek bacaklarını altlarına almış uyuklayan kazları göstermiş.

Timur, Hoca’ya bakarak gülmüş:

- Yoo, Hoca, kazın ayağı öyle değil demiş. Adamlarına çeşme başındaki kazlara değnekle dokunmaları için emir vermiş. Kazlar, uykularından uyandırılınca iki ayakları üstünde kaçışmaya başlamışlar. Hoca’nın yüzüne alaylı alaylı bakan Timur:

- Hani Akşehir’in kazları tek ayaklı idi, diye sorunca Hoca:

- Vallahi hakanım, eğer o değnekleri size vursalardı, tövbeler olsun, dört ayaklı bile olur kaçardınız, diye cevap vermiş.

35 Ana Gibi Yar Bağdat Gibi Diyar Olmaz

Dilimizdeki”Ana gibi yarBağdat gibi diyar olmaz.” sözünün aslı muhtemelen”Ane gibi yar;Bağdat gibi diyar olmaz.”şeklindedir.Çünkü sözün aslındaki Ane kelimesiBağdat yakınlarındaki sarp bir uçurumun kuşattığı dik bir geçidin adıdır.Bağdat gibi(güzel)şehirAne gibi de (sarpama manzaralı)yar(uçurum) olmazdemeye gelir.Ancaksiz Bağdat’ın Osmanlı Türkü için önemine bakınız ki oradaki Ane’yi anne yapıvermiş.Tıpkı”Yanlış hesap Bağdat’tan döner.”sözüyle Bağdat’ın eskiden beri bir ilim merkezi olduğunun altının çizilmesi gibi.

36 Musul Çesmesinden Su İçmek

Musul’da Yunus Nebi zamanından kalma bir çeşme varmış.Suyundan içen mahsumlara şifa, zalimlere zehir olurmuş.Ne zaman şehre bir zalim vali gönderilse,halk bir müddet sonra onu götürüp bu çeşmeden su içirirler ve bir kaç günde göçürterek zulmünden kurtulurlarmış.Musul’un zarif kişi zadeleri arasında zalimlere karşı ”İçtiğin Yunus Nebi çeşmesi ola!”demek bir darbı mesel olmuş.

37 Bel Bağlamak

Birisine güvenmek bir işe ümit bağlamak yerinde kullanılan bel bağlamak dilimize tarikat ritüelleriyle yansımış bir deyimdir.Sufiler,bir tarikata girmek ve ikrar vermek anlamında bel bağlamak derler. Fetüvvet ehli,kendi halklarına dahil olanlar şedd(yünden dokunmuş kemer)kuşata gelmişlerdir.

Mevlevilikte buna elif nemed (keçeden dokunmuş uzunca kuşak), bektaşilikte de tiğ-bend denilir.Bir kişi tarikata girince beline bağlanan bu kuşak,dervişin, artık o yolun bütün yasaklarını kabul ettiği, bütün emirlerini yerine getireceği anlamına gelir ve bu husus da kuşak kuşatma merasiminde kendisine telkin olunurdu.

38 Pösteki Saydırmak

İçinden çıkılmaz bir iş yükleyip, birini uğraştırmak.

Farsça bir kelime olan pösteki koyun veya keçi postu demektir. Bu deyim insanlar verim ve sonuç alınamayacak işlerde çalıştırıldığı için söylenir.

Evvelce delilerin tedavi edildiği yere tımarhane denirdi. Buraya gelenler tedavi edilir, iyileşenler evlerine gönderilirmiş. Hastaları evlerine göndermeden son bir muayeneye tâbi tutmak âdettenmiş. Hastaya bir koyun pöstekisi verilir, pöstekinin kıllarını saymasını isterlermiş. Hasta kılları saymaya başlarsa, tedavinin sürdürüleceğine, “Yok, bu imkansız, sayılmaz.” derse iyi olduğuna işaretmiş.

39 Devlet Kuşu Konmak

(Deyimin kullanıldığı söz gelişi: Beklenmeyen, büyük, önemli kısmet; şans.)Bir rivayete göre, vaktiyle İran’da hükümdarlar öldüğü zaman, bütün şehir halkı sarayın önündeki meydanda toplanırmış. Sarayın balkonundan, adına devlet kuşu denilen bir kuş uçurulur, kimin başına konarsa, o adam ülkeye hükümdar olurmuş.Gerçi tarihte, gerek İsa’dan önce İran’da yaşayan Medler ve Persler, gerek İsa’dan sonra yaşayan kavimler zamanında, böyle garip bir yolla hükümdar seçildiğini gösterir bir kayıt yoktur; üstelik böyle bir seçim yapılmış olması, mantığa da uygun düşmemektedir. Ama hak etmediği yerlere, şans eseri gelenler için, ‘başına devlet kuşu kondu’ denmesi, yukarıda sözü edilen masaldan gelmiş olsa, yerinde ve anlamlı bir sözdür.

40 Kaz Gibi Yolmak

Padişah yanında veziri ile birlikte tebdil-ikıyafet yola düşmüş.bir evin önünden geçerken bahçede çalışan bir kız görmüş. selamdan sonra aralarında şöyle bir konuşma geçmiş: -bacanız eğri -baca eğri ama dumanı doğru tüter. -annen nerde? -biri iki etmeye gitti. -baban nerde? -azı çok etmeye gitti. -sana bir kaz göndersem yolar mısın? -hem de ciyaklamadan. vezirle birlikte kızın yanından ayrılmışlar fakat vezir merak içinde.konuşmalardan hir şey anlamamış.ne konuştuklarını sormuş padişaha.padişah;sen vezirsin anlamış olman gerekirdi,akşama kadar ya açıklarsın ya da kellen gider demiş. vezir padişahı saraya bıraktıktan sonra gerisi geri kızın yanına dönmüş.padişahla ne konuştuklarını sormuş. kız: bir kese altın verirsen söylerim. almış bir kese altını ve -padişah bana bacanız eğri derken gözümün şaşı olduğunu ima etti ben de gözüm şaşı ama doğru görüyorum dedim. -ya ikinci soru? tekrar bir kese altın alan kız -benim annem ebedir bir kadını doğum yaptırmaya gitti dedim. tekrar bir kese altın -babam çiftçidir tarlaya tohum ekmeye gitti dedim. -ya bir kaz göndersem yolar mısın?derken vezir başına geleni anlamış.

41 Ayakları Suya Erdi

Hatasını anladı, gerçeği buldu, anlamına bir deyim.Uykuda gezme hastalığı olan kişilerin yatağı etrafına, sahanlar ve tepsiler içinde su koyarlarmış. Hasta, uyku arasında yataktan kalkıp yürürken ayaklan bu sulara deyince uyanırmış.Günlük hayatta, yanlış bir iş yapmağa yeltenirken, herhangi bir ikaz üzerine hatasını anlayarak vazgeçen ve doğru sapanlar için “ayaklan suya erdi” deyimi kullanılır.

42 Altı Kaval Üstü Şişhane

Beceriksizce giyinmiş, giysilerini birbirine uydurup yakıştırma¬mış, yeni ile eskiyi bir anda giyinmiş kişilere söylenen bir deyim.Tüfek çeşitleri arasında, avcıların kullandığı, adına çifte denilen bir cins tüfek vardır. Çiftlerde paralel namlulardan birisinin, kaval, yani, yivsiz, setsiz olup, saçma atmaya yarayan namlu yapmış, üstüne de şişhane denilen geniş çaplı namlu takmış.Bu uydurma durumu ile tüfek gülünç bir hal almış. Öteki avcılar arasında alay konusu olmuş. “Altı kaval, üstü şişhane, ne biçim tüfek bu böyle” demişler. Bu deyim de bu hikayeden kalmı

43 Adın Deftere Geçti

Dilimizde, hak etmediği halde bir makamın yetkilerini kullanarak üst perdeden konuşan,yahut önemsiz bir başarısı üzerine “bir yumurta bin bir gıdgıdak ” ortalığı velveleye verenler hakkında söylenen bir deyim vardır: Anır eşeğim anır,adın deftere geçti.Deyimin ilginç bir hikâyesi var.Osman Çizmeciler ’ in Ünlü Deyimler ve Öyküleri ( İstanbul 1989)adlı çalışmasından naklen anlatım:Tarihimizdeki ilk istatistik Tanzimat yılarında yapılmış.

44 -Ağzına Tükürmek

Bebek yahut küçük çocukların, manevi itibarına ve ermişliğine inanılan kişilere götürülerek ağzına tükürttürülmesi ve ardından da ileride o kişi gibi ulu bir zat olması için dua istenmesi yakın zamanlara kadar geçerli olan Anadolu adetlerinde biriydi. Eski tekkelerin eşikleri bu sebeple çok aşınmış olsa gerektir.Bütün bunlardan anlaşılan o ki argodaki ağzına tükürmek deyiminde bir üstünlük mücadelesi vardır. Birisinin ağzına tükürdüğünü veya tükürmek istediğini “ağzına tükürdüğüm” veya “ağzına tüküreyim” gibi basma kalıp deyimlerle ifade eden kişi, söz konusu meselede ağzına tükürülenden daha usta olduğunu veya olabileceğini ima etmeye çalışmakta, “bu konu da ben onun ağzına tükürürüm!” diyerek de bir nevi tehdit savurmaktadır.Ağza tükürmenin yalnızca hasta okumağa özgü bir gelenek olmadığını şu hikayeden anlamak mümkündür:Vaktiyle, saçma sapan şiirler yazan bir şair, Molla Camii’nin meclisinde,-Üstat, demiş, dün gece rüyamda şiirler yazıyordum ki Hızır aleyhisselamı gördüm. Mubarek ağzını tükürüğünden bir parça benim ağzıma tühledi.Molla cami adamın şiirlerinde keramet sezilmesi için böyle söylediğini ve güya Hızır’ın feyiz verici nefesine mazhar olduğuna dair yalancı şöhret peşinde koştuğunu anlayıp cevabı yapıştırmış:- Be ahmak, öyle değil. Bence Hızır aleyhisselam bu şiirleri senin yazdığını görünce yüzüne tükürmek istemiş, ama o sırada ağzın açık olduğundan, tükürük suratına geleceği yerde ağzına girmiş!..

45 Afyonu Patlatmak

Eski tiryakiler ramazanda afyonu macun haline getirir ve mercimek büyüklüğünde toplar her sahurda iki üç tane yutarlarmış.ancak her bir macunu sırasıyla bir,iki,üç kat kâğıtlara sarmayı da ihmâl etmezlermiş.

Böylece kâğıt mide özsuyunda eriyince macun midede dağılır ve bir kaç saatliğine keyif devam edermiş.Tabii iki kat kâğıda sarılan macun bir kaç saat sonra,üç kat kâğıda sarılı macun da onu takiben kana karışınca tiryaki iftara kadar rahat etmiş oluverir.

46 İki Dirhem Bir Çekirdek.

Keçiboynuzunun ,Yunanca adı keration ,İngilizcede carob,Arapçada kırrıt tır.

Keçiboynuzunun tohumu yıllarca elmas ölçmek için kullanılmış.

Elmaslar,keçiboynuzu tohumları ile tartılıp satılırmış.

Bu nedenle keçiboynuzu ,kırat veya karat dediğimiz ölçü birimine isim babalığı yapmış.

Prof Dr.Aydın Akkaya açıklamasına göre;

Keçiboynuzu çekirdeği doğada ağırlığı değişemeyen bir tohumdur.

Tohumlu bitkilerden yalnız keçiboynuzu uzun süre suda bekletildikten sonra filiz verebilir.Bu ,hem çok kuruduğu ve meyvasından çıktıktan sonra son ve sabit ağırlığını aldığı için hemde içine su alması ihtimalinin

çok az ve çok uzun süreye bağlı olduğu içindir.

Bu sebeple Araplar,Selçuklular,Osmanlılar dönemlerinde ağırlık ölçüsü olarak kullanılmıştır.

Dört tanesi bir dirhem eder.

Dirhem 3 gr. ağırlığa eş kabul edilir.

Satıcı , iki dirhemlik bir şey satarken (sekiz çekirdek) deyip,buda benim ikramım olsun derse,müşterinin saygın ve itibarlı olduğunu gösterirmiş.Çok şık ve gösterişli giyinen kişilere ‘’iki dirhem bir çekirdek ‘’ denmesinin kökü buymuş

47 Kazan Kaldırmak

İsyan etmek anlamında kullanılan bir deyimdir.

Yeniçerilerin her ortasının matbahı ve aşçısı ve aşçı ustası vardı; ve her orta kendi yemeğini kendi arzusuna göre ayrı ayrı pişirirdi; bunun için orta efradı kendi yevmiyelerinden her hafta kumanya parası olarak levazım heyetine bir para verir ve bu para ile bir haftalık yemek ihtiyacı temin edilirdi; hükümet bunların iaşeleriyle uğraşmazdı; yalnız yeniçerilere verilecek etin fiyatı muayyen olup et fiyatı ne kadar yüksek olursa olsun yeniçerilere o fiyattan fazlaya verilmezdi. fakat hükümet bu miktardan fazlasının parasını zarar-ı lahim ismiyle hazineden kasaplara öderdi. yeniçerilerin yemekleri her ortanın matbahında pişerdi; yemek pişen kazan oda halkı tarafından mukaddes addolunurdu. Bir isyan vukuunda bu kazanlar meydanlara çıkarılırdı ki buna tarihlerde kazan kaldırma denilmektedir.

48 Ali Kıran Baş Kesen

Külhanbeyi ağzında “Ali kıran baş kesen ” diye bir deyim vardır.Bıçkın ve acımasız serseriler hakkında kullanılır.Bu deyim aslında “Dal kıran baş keser” atasözünden galattır.

Atalarımızın insanları ağaç ve bitki sevgisine teşvik için dal kıranın baş kesmiş kadar suçlu olduğunu belirtmeleri eskiden beri Türk-İslam töresinde ağaç ve bitki hukukunun derinliğini gösterir. Fatih’ affedilen “Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim.

49 Buyrun Cenaze Namazına

IV. Murad zamanında tütün,içki ,keyif verici madde yasağı koyar.ve yasağa uymayanları şiddetle cezalandırır.

bugünkü üsküdar civarında bir kahvehanede tütün vs. içildiğini istihbarat alır.

derviş kılığında tebdili kıyafet buraya gider.

selam verir.oturur.kahveci yanına gelip,

-baba erenler kahve içermi diye sorar.

-padişah. evet.

-k.tütün içermisin.der.

-p:hayır.der.

kahveci işkillenir.tütün içimiyorda ne işi var burda.zaten padişahın tebdili kıyafet dolaşt




 Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece dersturkce.com'a aittir. Sitemizde yer alan dosya ve içeriklerin telif hakları dosya ve içerik gönderenlerin kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Telif hakkına sahip olan dosyaları lütfen iletişim bölümünden bize bildiriniz. Dosya 72 saat içerisinde siteden kaldırılır.Telif Hakkı Hakkında|Editör, ziyaretçi ya da üyelerimiz tarafından eklenen hiç bir içerikten dersturkce.com sorumlu değildir.İLETİŞİM:dersturkcem@gmail.com
Sitemiz hiçbir şekilde kar amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.