HAYDİ SÜNGERE
Kumanyalarımızı, dalgıç takımlarımızı hazırladık. Gece ortası açık denizlere
davranacaktık. Gök, yıldız kaynıyordu. Bir yıldız kaysa, yıldızlar arasından geçecek
yer bulamayacaktı.
Teknede otuz kişiydik. Ben, tayfaların en genciydim. Siftah sefere çıkıyordum.
Babam, kayığın kaptanıydı. O gece ben dümendeydim. Denizde çıt yoktu. Babam
uyuyordu.
Sabaha karşı hava değişti. Deniz, inip kalkıyordu. Düz yürüyemiyorduk.
Güneş, sapsarı bir portakal gibi doğdu. Göğe tırmandıkça gün aydınlanacağına,
gitgide kararıyordu. Yanıma Kara İzzet yanaştı:
— Güneşi tekrar göresiye kadar çok tuz yutacağız, dedi.
Babam:
— Dümene bir kişi daha gitsin, diye bağırdı.
Hemen o dakikada bir şimşek çaktı. Arkasından bir daha, bir daha... Her şimşekte
her birimiz, dimdik duran, dipdiri birer ateşten insandık. Gemimiz, sanki lav gibi
parlıyordu. Birdenbire bu ateş, bıçak gibi kesildi. Biz, “Bunun ötesi ne olacak?” diye
şaşkın şaşkın birbirimize bakakaldık.
“Yelkenleri sarın!” diye bir emir gürledi. Arkasından yağmur boşandı. En tepede
olduğum hâlde damlaların güvertede cevizler gibi çatırdaya çatırdaya kırıldıklarını
duyuyordum. Direkte birbirimizi el yordamıyla arıyorduk. Yağmurdan yüzümü korumak
için başımı eğdim. Ben ve Kara İzzet, dümenin iki başına geçtik. Dümenin çepeçevre
saplarını iki avucumuz, dizimiz ve bacağımızla zapt etmeye çalışıyorduk.
Kara İzzet, gırtlağını patlatırcasına bağırıyordu:
— Dayan bre oğul! Gevşek tutma, çarpacak bee!.. Bu kadar suyun tadı mı olur?
Denize düşmeden boğulacağız.
Öteden birisi:
— Sağanak geliyor! diye gürledi.
Teknemiz, sanki kuruması için asılan bir çamaşır gibiydi. Güçlü bir dalga, kayığın
üzerine bindi. Fakat kayık, silkinip doğruldu. Havaya kalkarken her yanından denize
çağlayanlar boşanıyordu. Sonra kayık, gene çöküyordu.
Dümen saplarını tutmaktan hem benim hem İzzet’in avuçları kanıyordu. Dizlerimizin
derileri yüzülmüştü.
Benim sinirlerim bozuldu. Sırılsıklam olan Kara İzzet’in durumuna katıla katıla
gülmeye başladım. Kahkahalardan karnım ağrıyordu. İzzet, bana çıkıştı:
— Bre çocuk! Ne gülüp duruyorsun! Dümene yapış. Bacaklarını dik tut! Ha gayret!
Sonumuz geldi galiba!
Yağmur, biraz hafifleyince İzzet’in yüzü gülmeye başladı:
— Ha dayan! Yatışıyor gibi. Aslandır şu deniz! Atlattık, bu da oldu.
Yağmur, biraz sonra dindi. Dalgaların şiddeti azaldı. Karanlıklar içinden babam
çıkageldi. Üstü başı parça parçaydı.
Bize şöyle seslendi:
— Size söylemedim mi? Akdeniz’de bu kayık gibisi yoktur.
Babam, sesini daha da yükseltti:
— Haydi süngere!..
Halikarnas Balıkçısı
Ege’den
Denize Bırakılmış Bir Çiçek
(Düzenleme yapılmıştır.)
www.dersturkce.com
2024