Türk mimarlık tarihinin en büyük ismi şüphesiz Mimar Sinan‘dır. Sinan sadece Osmanlı mimarisinin değil dünyanın da en büyük mimarlarından birisidir. Kimliği, doğup büyüdüğü zaman ve coğrafi sınırların çok ötesine geçen bu büyük mimarın eserleri de mensubu bulunduğu imparatorluğun büyüklüğüne yaraşır bir sahayı kaplamakta, birçok ülkeyi içine alan geniş bir coğrafya çağının şahidi olmaya ve Osmanlı kimliğini yaşatmaya devam etmektedir.
Ne zaman doğduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte doğumu 1491’in öncesi olarak tarihlenmektedir. Hristiyan bir ailenin çocuğu olarak Kayseri Ağırnas’ta dünyaya gelmiştir. Ancak, “Osmanlı kültüründe yıkanmış bir Müslüman tasarımcı olarak bütüne katılabilmesi için yeterince kabiliyetli olduğu fark edilmiş, böyle bir çocuğun köyündeki kaderine terkedilmesi yerine onu Osmanlı seçkinlerine dahil etmek üzere gerekli işlem başlatılmıştı.” Neticede etnik mensubiyeti tartışılan Sinan’ın güçlü bir Osmanlı kimliğine sahip olduğu muhakkaktır.
Bu dehanın gelişiminde bu sistemin ve erken denilebilecek bir yaşta İstanbul’la tanışmasının rolü büyüktür. Topkapı Sarayına ve Ayasofya’ya yakın, Roma dönemi mimarisinin merkez noktalarından birisi olan Hipodrom/Sultanahmet Meydanı civarında bir okulda yetiştiği kabul edilen Sinan, otobiyografisi olarak kabul edilen Tezküretü’l-bünyan’da, Yavuz Sultan Selim’in hizmetinde Arap ve Acem diyarlarını gezip dolaştığını ve yine İstanbul’a döndüğünü belirtmektedir. Padişahın Mısır ve Hicaz bölgesinin Osmanlı sınırlarına dahiliyle neticelenen Mısır seferine katılmış, mimari çevreyi tanımış, Selçuklu ve Safevî yapılarının yanında antik yapıları ve Mısır piramitlerini de tanımıştır.
Seferlere iştiraki Sinan’ın görgü ve bilgisini çok geliştirmiş, kendisini gösterme kabiliyetini ve ileri görüşlülüğünü ortaya koyma imkanı sağlamıştır.
1520 yılından sonra Yeniçeri sıfatına sahip olarak Kanuni ile seferlere katıldı. 1522’de Rodos ve Belgrat, 1526 yılında Mohaç, 1535’te Korfu ve İran, 1537’de Balia ve 1538’de Karabo ğdan seferlerine katıldı. 1535 İran seferi Sinan için bir dönüm noktasıydı. Bu seferde içlerine top yerleştirdiği kalyonlar, kalenin ele geçirilmesinde büyük yarar sağlamıştı. Bundan dolayı kendisine Haseki unvanı verildi.
1536’da Pulya (Puglia) seferlerine katıldı. 1538’de yer aldığı Karabuğdan (Moldovya) seferi sırasında Prut Irmağı üstünde yaptığı bir köprüyle dikkatleri üstüne çekti. Bir yıl sonra Mimar Acem Ali’nin ölümü üzerine onun yerine sermimaran-ı hassa (saray baş mimarı) oldu. Günümüzdeki bayındırlık bakanlığına eş düşen bu görevi ölümüne değin sürdürdü.
48 yaşında Mimarbaşılık görevini üstlenen ve vefatına kadar “Reîs-i mimârân” kalan Sinan mesleğinde kaydettiği aşamayı üç yapıyla tanımaktadır. Birincisi “çıraklık eserim” dediği Şehzade Camii’dir. 1548’de tamamlanan bu külliye ile ilk büyük sultan camisini tamamlamıştır. İkincisi, “kalfalık eserim” dediği Süleymaniye Külliyesi’dir. 1557’de biten bu yapı ile İstanbul’un ve Osmanlı imparatorluğun en görkemli yapılarından birisini tamamlamıştır. “Ustalık eserim” dediği yapı ise Edirne’de, II. Selim adına inşa ettiğini Selimiye Camii’dir. Selimiye tamamlandığında 83 yaşındaydı ve bundan dolayı “Koca” olarak anılıyordu .
Mimar Sinan, I. Süleyman (Kanuni), II. Selim ve III. Murat olmak üzere üç padişah döneminde mimarbaşılık etmiş, imparatorluğun gücünü simgeleyen mimarlık başyapıtlarının tasarlanıp uygulanmasında birinci derecede rol oynamıştır. Etkisi ölümünden sonra da sürmüş, her dönemde saygınlığını korumuştur. 1982’de İstanbul’daki Devlet Güzel Sanatlar Akademisi çekirdek olmak üzere oluşturulan yeni üniversiteye onun adı verilmiştir. Yaratıcı bir dehası olan Mimar Sinan, son yapıtlarından biri olan Kasımpaşa’daki Kaptanıderya Piyale Paşa Camisi’nde (1573) eski ulucamilerin planına dönüş yaparak, uzun mimarlık yaşamı boyunca edindiği deneyimlerin birleştirmiştir.
Osmanlı-Türk mimarlığının en önemli yapılarından biri Süleymaniye Camii ve Külliyesi’dir. Sinan kalfalık dönemi yapıtı olarak adlandırdığı bu yapıda İstanbul’daki Bayezid Camii’nde kullanılan taşıyıcı sistemi yinelemiş, dört ayak üstüne oturan kubbeyi giriş-mihrap yönündeki yarım kubbelerle desteklemiştir. Bu, Ayasofya ile ortaya atılan strüktür sorunun, onun tarafından bir kez daha ele alınışıdır. Dönemin önde gelen tüm sanatçılarının katkıda bulunduğu Süleymaniye’nin 8 yıl gibi kısa bir sürede bitirilmiş olması Sinan’ın örgütleme alanındaki dehasını da
ortaya koyar.
Kanuni Sultan Süleyman Mimar Sinan’a kendisi ve insanlar için sürekli hayır işlerinde kullanılabilecek camiiler ve imaret(yardım evleri) inşa etmesini söylemiştir.
Mimar Sinan pek çok hayır işlerinde de kullanılan Süleymaniye Camii’ni inşaa etmek istemiştir.
Süleymaniye Camii, 8 yıl içinde (1550-1557) inşa edilmiştir. Rivayet odur ki, taban yapısının temelini tamamladıktan ve daha sonra Süleymaniye Camii’nin tasarım yapısını oluşturmadan önce, Sinan 5 yıl boyunca ortadan kayboldu. Sultan’ın sevilen mimarından haber alınamaması nedeniyle Sultan endişelendi ve Sinan’ı arattırmaya başladı. Son olarak, 5 yıl sonra Sinan İstanbul’a döndü ve Sultan’a inşaat sahasının normalden çok büyük olduğunu ve bunun için üzerine camii inşa edilmeden önce temel sisteminin daha sağlam ve sıkıştırılmış bir yapıda olması için bu kadar süre beklediğini ifade etti. Bu Mimar Sinan’ın gerçekten ölmez eserler üzerine sürekli çalışmalar yaptığını göstermektedir.
Mimarlık Anlayışı
Yapıtlarında, güzellik ve işlev kavramlarını birleştirerek, mühendislik tekniğinin yaratıcılığını, sanatçı beğenisiyle birleştirip özgün yapılar ortaya koymuştur. Ancak bu yapıtlarda işlevi, estetiğin ardına gizleyen bir sanatçı anlayışı egemendir. Böylece, plastik değerleri ön plana çıkarmış özellikle, yaptığı binalarda genişlik duygusu yaratmak
amacıyla kare, altıgen ve sekizgen planlar kullanmıştır. Bu binalardaki birbirleriyle uyumlu olarak kullanılan mimarlık öğeleri, bir görkem duygusu yaratacak biçimde düzenlenmiştir. Kubbeyi taşıyan payelerin ince görünmesini sağlamak üzere hücre ve panolar kullanmış, sütun başlıkları mukarnaslarla süslenmiştir.
Sinan’ın yapıları mimarlık bakımından olduğu kadar mühendislik bakımından da önem taşır. Bu nedenle “sermimârân-ı cihan ve mühendisân-ı devran dünyadaki mimarların ve zaman içindeki mühendislerin başı” diye anılmıştır.
Yapılarının çoğunun 400 yıl sonra bile ayakta duruyor, hatta kullanılıyor olması, onların taşıyıcı sistemlerine olduğu kadar temellerine de özen gösterilmiş olmasındandır. Sinan’ın mühendis yanı su yollarıyla köprülerinde ortaya çıkar. Bunlarda zamanının sahip olduğu tüm mühendislik bilgilerini uygulamış, hatta kimi zaman onları aşan, ileri götüren tasarımlar gerçekleştirmiştir. Süleymaniye Külliye’sine 53 milyon akçe harcanırken Kırkçeşme yapılarına 43 milyon akçe harcanmış olması da zamanında bunlara verilen önemin bir başka göstergesidir.
Sinan, köprülerini de en az öteki yapıtları kadar önemsemiş, toplam uzunluğu 635,5 m’yi bulan Büyükçekmece Köprüsü ile sağlam olduğu kadar güzel de olan bir yapıt diye övünmüştür. En geniş açıklığı örtecek kubbeyi, en ince ve uzun minareyi araştırmak, böyle bir minaredeki şerefelere birbirleriyle kesişmeyen üç merdivenle çıkmayı denemek, bu mühendislik dehasının yaratıcılığını ortaya koyan örneklerdir.
Mimar Sinan tek tek yapıtlarından çok, mimarlığı uyumlu ve kendi içinde tutarlı bir bireşime götürme yolundaki çalışmalarıyla önem taşır. Bu çalışmalar ile Osmanlı-Türk mimarlığı, bireşim sürecini tamamlamış, arayış aşamasından klasik dönemine geçmiştir.
Çeşitli kaynaklara göre Mimar Sinan
84 cami,
52 mescit,
57 medrese,
7 okul ve darülkurra,
22 türbe,
17 imaret,
3 darüşşifa,
7 su yolu kemeri,
8 köprü,
20 kervansaray,
35 köşk ve saray,
6 ambar ve mahzen,
48 hamam
olmak üzere sayılamayanlarla birlikte 350’yi aşkın yapı gerçekleştirmişt
www.dersturkce.com
2024