DİLİMİZ KUŞATMA ALTINDA
Televizyon Kanallarımızın, Reklamcıların Dikkatine!
Bir şeyi sahiplenmek, korumak, geliştirmek, sürdürebilir kılabilmek için yüreğimize, beynimize silinmemecesine yerleştireceğimiz duygu “sevgi”dir. İnsanoğlunun toplumsal yaşamında, ilişkilerinde,
“sevgi”nin var olma gerekliliği bana göre değişmez kuraldır ya da öyle olmalıdır. Kişi mesleğini sevmezse başarılı olamaz, ilerleyemez. Kendini sevmezse gelişemez, mutsuz olur, çevresine yabancı-
laşır. Aile bireyleri arasında sevgisizlik çocuğu yalnızlığa iter. Çocuğumuzu sevmezsek onu topluma
çeşitli sorunlarıyla tek başına terk etmiş oluruz, bu böylece sürüp gider.
Nereye mi varmak istiyorum? Konuştuğumuz Türk diline, dilimize, ana dilimize... Öyle görüyorum ki biz kendi “dilimizi”, konuştuğumuz, yazdığımız, insanlarla ilişki kurmakta aracı olan Türkçemizi sevmiyoruz.
Neden mi? Seviyor olsaydık, dilimize özen gösteriyor olsaydık çocuğumuza gösterdiğimiz ilgiyi, sevgiyi, özeni, emeği “Türk diline” vermiş, verebilmiş olsaydık bugünkü duruma düşmezdik. Osmanlıcadan, Acemceden alıntı sözcüklerden arındırılmış bir “Türkçe”yi yerleştirmek uğruna Cumhuriyet’ten günümüze yapılan çalışmalar süredursun, “Türk dili” şimdi de yepyeni bir tehditle karşı
karşıya: Küreselleşme adına, İngilizcenin kuşatması altında, giderek benliğinden, özünden uzaklaşı-
yor. Kimi aydınlarımız, yazarlarımız, çizerlerimiz, basınımız, sanatçılarımız, televizyon kanallarımız,
reklamcılarımız, sözün kısası
hemen hepimizin katkısıyla (!)
dilimiz giderek “yozlaştırılıyor”.
(…)
Öyle bir duruma geldik ki alfabeyi bile değiştirdik. Harfleri İngilizce telaffuzu ile dillendirmeye başladık. Taksim,
“Taxim” diye yazılıyor. Bununla
kalınsa iyi. Başka hiçbir dilde
görülmeyen bir buluşla (!) yabancı dilllere özenilerek müthiş bir yaratıcılık örnekleniyor.
(Dönerchi… Eskiji gibi) Türkçe sözcükler İngilizce eklerle zenginleştiriliyor (!); Börek Center (sentır), Boncuk Center…
Ayaküstü lokantaya yakıştırılan “Şip Şak” gibi güzel bir ad, ne hikmetse İngilizce olarak Ship Shak (uydurma bir İngilizce) yazılabiliyor. Kulelerin adı tower (tavır), alışveriş merkezlerinin shopping
center (şoping sentır), ayakkabı mağazaları shoe center (şu sentır) oluyor.
Bununla da yetinilmiyor, açılan hemen her alışveriş mağazasına, lokantaya, iş yerlerine İngilizce
adlar veriliyor. Elinizde bir broşür; “why-b”, (vay be yerine) sunulan ürünün sloganı da şöyle: Move your life! (Muv yor layf) Bu paket servisi yapan lokantanın sunduğu yemekler de sanmayın ki İngiliz
ya da yabancı mutfağının ürünleri, hepsi Türk mutfağından… neymiş, “why-b” okunduğu zaman, hem İngilizce hem Türkçede anlamı olan bir sözcükmüş!
(...)
Bizans döneminde Konstantinople’den değişe değişe günümüze İstanbul diye gelen güzelim kentimizin adı, New İstanbul ya da The İstanbul oluvermiş…
(…)
Televizyonlarımızın İşlevi
En güzel, doğru Türkçenin, yaygın bir iletişim aracı olan televizyon kanallarından halkımıza sunulması gerekirken dilimizin tam anlamıyla linç edildiğine tanık oluyoruz. Hemen her yerli dizide, sanatçıları yöresel dilde konuşturmak yaygın hâle gelmiş durumda. Diziler bu konuda âdeta yarışıyorlar. Anadolu halkının kendi şivesiyle konuşması doğal ama gerekli ve doğru olan halkımızın iletişim
araçlarıyla doğru ve güzel Türkçeye özendirilmesi değil midir?
Bu modaya ne yazık ki reklam şirketlerimizle, reklam ajansları da uyuyor. Yöresel reklam dilinin
yanı sıra, şimdilerde İngilizce, İtalyanca hatta Portekizce reklamlar boy gösteriyor TV kanallarında.
Reklamı yapan kız Portekizce konuşurken Türkçesi altyazıdan veriliyor. Neymiş, kahvenin vatanı
Brezilya imiş, orada Portekizce konuşulurmuş.
(…)
Sözün özü: Dilimizden utanmayalım. Bir ulusu ulus yapan temel ögenin dil olduğunu, ulusu parçalamaya götüren yolun da önce “kültür ve dil”in yozlaşmasından başladığını unutmayalım!
Deniz BANOĞLU
(Kısaltılmıştır.)
www.dersturkce.com
2024