MEHMET ÂKİF ERSOY DA ÇAĞDAŞ TÜRKİYE İDEALİ 2023-2024




MEHMET ÂKİF ERSOY DA ÇAĞDAŞ TÜRKİYE İDEALİ



Ekleyen: DersTurkce.CoM | Okunma Sayısı: 2665

MEHMET ÂKİF ERSOY’ DA ÇAĞDAŞ TÜRKİYE İDEALİ

Meşrutiyet ve Cumhuriyet devrimizin en büyük âbide şahsiyetlerinden biri de Mehmet Âkif'tir. Onu bilenlerin, okuyanların, anlayanların karşısında Âkif muhteşem güzelliklerle yücelmektedir. Âkif, önce şahsiyetiyle dikkatleri çekmektedir; sonra fikriyatiyle örnek bir mütefekkir olduğunu göstermektedir.

Onu yakından tanıyanlar ittifak hâlinde demektedirler ki:

"Âkif'in 63 yıllık ömrü, bir destan güzelliği içinde geçmiştir. Büyük vatanseverdir.Kat'iyyen yalan söylemeyen, yirmi sene, yirmi beş sene önce bile verdiği söze bağlı kalan bir adamdır. Son derece âdil, mütevazı, temiz ve merhametli bir kimsedir. Haksızlık karşısında susmayan, gelenin keyfi için geçmişimize sövmeyen bir karakter örneğidir.

Mehmet Âkif, fikir yapısıyla da müstesna bir kişidir. Evvelâ, müsbet ilimler okuyarak yüksek tahsil görmüş, veteriner fakültesini birincilikle bitirmiştir.Sonra lisan bakımından farklı bir özelliği vardır. Hem Türkçeyi çok iyi bilmektedir, hem de Arapçayı, Farsçayı,Fransızcayı mükemmel okuyup yazmaktadır. Bildiği lisanlarla, hem Doğu dünyasını, hem de Batı dünyasını yerinde görmüş, okumuş, incelemiş ve dosdoğru öğrenmiş bir kimsedir. Bu bakımdan, Türkiyemizin kalkınmasını, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmasını, en doğru tespitlerle ortaya koymuş, ömrü boyunca cehaletle, taassupla, geri düşüncelerle mücadele etmiş bir büyük dâva adamdır.

Acaba M. Âkif, bu özellikleriyle Türkiye'de bilinen bir edibimiz ve mütefekkirimiz midir?Bu soruya hiç kimse "evet!" diye cevap veremez. işte bir iki dehşetli örnek:

Mehmet Âkif'in vefatının yıldönümü dolayısıyla, onun yurt içinde ve yurt dışında anılması için karar alınmıştı. Bu anma faaliyetlerini Kültür Bakanlığı yürütecekti.

Dönemin Kültür Bakanı, Bakanlığın 100. Yıl Salonu’nda basın mensuplarının ve TV muhabirlerinin önüne çıktı. Âkif Yılı’nı açış konuşmasına şöyle başladı:

–"Basınımızın değerli mensupları! Hükûmetimiz, istiklâl Marşı şairimiz Mehmet Âkif Ersoy'u ölümünün 50. yıldönümünde büyük toplantılarla anma kararı almıştır. Ben de Kültür Bakanı olarak bugün Âkif yılını açıyorum. Âkif yılında neler yapacağız? Bildiğiniz gibi, Mehmet Âkif yurt dışında öldü. Gönlümüz, onun mezarının daha fazla yurt dışında kalmasına razı değildir. Bundan üzüntü duyuyoruz. Bakanlığımız, öncelikle, merhum Âkif'in mezarını yurt dışından Türkiye'ye getirecektir. ikinci faaliyetimiz, Âkif'in büyük eseri olan SEFAHAT'ı bastırıp yaymak olacaktır.Bildiğiniz gibi SEFAHAT yayın evlerimizde yeteri kadar bulunmamaktadır!"

Devletimizin Kültür Bakanı, Mehmet Âkif'in istanbul'da vefat ettiğini, mezarının Edirnekapı ?ehitliğinde olduğunu bilmiyordu. Sonra Âkif'in büyük eserinin ismi SEFAHAT değildi, SAFAHAT'tı. SEFAHAT:Bütün ahlâk kaidelerinin dışına çıkarak başıboş bir hayat yaşamaktı. Kültür Bakanı, SAFAHATkelimesini belki de hiç duymamıştı. Basınımızın çok değerli (!) mensupları da, bilgi bakımından, Kültür Bakanımızdan farklı değillerdi. Çünkü hiçbirisinden itiraz gelmemişti.

Bir ülkenin Kültür Bakanının, Âkif konusunda bu kadar bilgisiz olmasından daha büyük nasıl bir ayıp olabilir?

Ah keşke bu dehşetengiz bilgisizlik, sadece Kültür Bakanımızın üzerinde olsaydı. Bazı istanbul gazetelerinin anlı-şanlı köşe yazarları, müthiş bir cehaletle sütunlarını lekelediler:

"Birtakım kişiler ve kuruluşlar,Türkiye'yi ortaçağ karanlığına çekip götürmek için, yurt içinde ve dışında, Mehmet Âkif günleri hazırlıyorlar." diye yazdılar."Âkif ve ortaçağ karanlığı" gece ve gündüz gibi birbirine zıt iki ayrı kutup!Âkif'i ortaçağ karanlığı içinde görenler, olsalar olsalar, ancak yontma taş devri cehaleti içinde yaşayanlardır.

1986-1987 yıllarında, 44 şehrimizde, M. Âkif'i anlatmaya çalıştım. Ayrıca, Almanya'da, Belçika'da, Hollanda'da, Fransa'da Türk işçilerine Âkif'in fikirlerini açıklamaya çalıştım.

Hayretle ve dehşetle gördüm ki, halkımız hiç okumadığı için Âkif'i tanımıyor. Sözüm ona, yüksek tahsilden geçen bazı kişiler de istiklâl Marşı şairimizi, ipe-sapa gelmez saçmalıklar içinde görüyor. Gitmiş olduğum hemen hemen her şehirde, devletin önemli kademelerinde bulunan bazı kişiler, bana hep aynı soruyu sordular.

–"Doğrusu sizi dinleyince şaşırdık.Çünkü biz M. Âkif'i, başka şekilde biliyorduk. Efendim bu Mehmet Âkif, başındaki fesi çıkarmamak için kaçıp Mısır'a gitmemiş miydi?"

Bu kişilerin iddialarına göre: Âkif inanıyormuş ki; "Başımdan fesi çıkardım mı, gâvur icadı olan o şapkayı giydim mi dinden çıkar kâfir olurum!"

 

Kültür Bakanlığı temsilcisi olarak gittiğim 44 vilayette anlattım ki, bu iddialar deli saçmalarıdır. Gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Âkif, Doğu ve Batı Dünyasını edebiyatlarıyla ve siyasî tarihleriyle çok iyi bilen bir aydınımızdır. Bir kere fes, islamî bir başlık değildir. Fesin islamla, değil yüzde bir, binde bir, milyonda bir bile ilgisi yoktur. Çünkü fesi ilk defa M.Ö.VII. yüzyılda Frigya Kralı Midas giyindi. Frigyalılar Hıristiyan da değillerdi.Putperest idiler.Fes FrigyalılardanRoma'ya, Roma'dan Fas'a geçti. 2. Mahmut zamanında bizde de giyinilmesi padişah fermanıyla gerçekleşti!Halk, 1838 yılında fes giyinmeye şiddetle itiraz etti. O kadar ki, 2. Mahmut'a fesi getirdiği için "Gâvur Padişah" diye bir isim taktı.Atatürk 1925 yılında ?apka inkılâbını yaptığı zaman, fese itiraz edenlerin torunları, bu defa şapkaya yumruk sıktılar. Âkif bütün bunları çok iyi bilen bir kimseydi. Bazı kimselerin iddiasına göre:“Âkif, Batıdan gelen bu şapkayı giyindiği takdirde dinden çıkıp kâfir olacağına inanıyormuş." Milyon kere yanlış ve yalan bir değerlendirme. Çünkü elimizde Mehmet Âkif'in resimleri var. Âkif, tamamen Batıdan gelenFrenk gömleğini giyinmiş, Batıdan gelen kravatı takmış, yine Batıdan gelen ceket, pantolona itiraz etmemiştir.Peki şimdi bu nasıl zavallı bir mantıktır ki, Batının ceketini, pantalonunu, gömleğini, kravatını, ayakkabısını giyen Mehmet Âkif kâfir olacağını düşünmemiştir de,Batının fesinden korkmuştur?Âkif'i böyle bu çerçeve içinde düşünenler, hiçbir şey bilmeyen, okumayan, muhakeme gücünden mahrum kimselerdir.

Sonra, bu ?apka inkılâbının bir başka yönü daha var. ?apka takmak, devlet memurları için mecburiydi. Halk için böyle bir mecburiyet yoktu. 1925 yılında M. Âkif, devlet memuru değildi.

Mehmet Âkif, yakın dostlarından Abbas Halim Paşa'nın davetini kabul ederek Mısır Üniversitesinde Türkçe dersleri vermek, çocuklarını geçindirebilmek için gitmiştir.?apka takmamak için değil!

Mehmet Âkif, Millî Mücadeleye gönüllü olarak katıldı. Arkadaşı Eşref Edip'le birlikte Ankara'da Mustafa Kemal'in saflarında yer aldı. O yıllarda, şehirlerimizde konferans salonları olmadığı için, halkın karşısına camilerimizde çıktı. Ve kendisini dinleyenlere açık açık anlattı ki:"Anadolu, Türk'ün son yurdudur.Anadolu elimizden gitti mi, artık ne din kalır, ne iman!Ne namus kalır ne şeref. Ne aile kalır ne hürriyet! O bakımdan tek çıkar yol,Mustafa Kemal Paşa'nın etrafında toplanmaktır.Ordularımız gerçi Birinci Dünya Harbi'nden mağlup çıkmışlardır ama kat'iyyen ümitsizliğe düşmemek lâzımdır.Ümitsizlik, en büyük felâkettir, unutulmamalıdır ki:Bir millet öyle topla, tüfekle, tankla, bombardımanla yıkılmaz!Milletler tefrika yüzünden, sen-ben kavgaları yüzünden yıkılırlar." Safahat'ın SüleymaniyeKürsüsündebu düşüncesini şöyle ifade ediyordu:

 

Girmeden tefrika bir millete düşman giremez

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez

Bırakın eski hükûmetleri meydandakiler

Yetişir şöyle bakıp, ibret alan varsa eğer

işte Fas, işte Tunus, işte Cezayir gitti

işte iran'ı da taksim ediyorlar şimdi.

Bu da gâyetle tabiî, koşanındır meydan

Yaşamak hakkını kuvvetliye vermiş Yaradan

Ey cemaat uyanın!Yoksa hemen gün batacak

Uyanın korkuyorum:leyl-i nedamet çatacak.

 

Leyl-i nedametin, yani pişmanlık gecesinin çatmaması için milletin ikilikten, sen-ben kavgasından vazgeçmesi gerekecektir. Acaba bu sen-ben kavgalarının, bu ikiliklerin, bu iç çatışmaların sebebi nedir?Âkif'e göre bu iç çatışmaların en büyük sebebi cehalettir.Cehalet, bizim hakiki ve en amansız düşmanımızdır.Nitekim, Kur'an'ın Zumer Suresinin 9. ayetinde şöyle denilmektedir:

"Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Âkif bu ayetin ilhamıyla Hakkın Sesleri'nde bize şöyle sesleniyor:

Olmaz ya... tabii... biri insan biri hayvan

Öyleyse cehalet denilen yüz karasından

Kurtulmaya azmetmeli baştan başa millet

"Kafi mi" değil... Yoksa bu son ders-i felâket...

Yıllarca, asırlarca süren uykudan artık

Silkin de muhitindeki zulmetleri yak.. yık...

Bir baksana, gökler uyanık yer uyanıktır

Dünya, uyanıkken uyumak maskaralıktır.

Eyvah!bu zilletlere sensin yine illet

Ey derd-i cehalet, sana düşmekle bu millet

Bu hâle getirdin ki, ne din kaldı, ne namus

Ey sine-i islâm'a çöken kapkara kâbus.

Ey hasm-ı hakiki seni öldürmeli evvel

Sensin bize düşmanları üstün çıkaran el"

 

Mehmet Âkif'in bu çığlığı, 1913 yılında, Balkan faciasından sonra duyuldu. Bizim edebiyatımızda, cehaletten şikâyetçi olan ediplerimiz elbette vardır.Ama cehaleti, miskinliği, yanlış bir tevekkül anlayışını, ikiliği, ilimden-irfandan kopmayı, maymun taklitçiliğini... Mehmet Âkif kadar yeren, yerden yere çarpan ikinci bir şairimiz yoktur. Âkif, taklitçilikle, Türkiye'nin çağdaş medeniyet seviyesine katiyyen ulaşamayacağına inanmaktadır. Çünkü ona göre, taklitçilik, hem tefekkürü öldürmekte, hem de yeni keşiflerin önüne geçmektedir.Maymunlara veya papağanlara yakışacak bir özelliğin insanımıza bulaşması bizi büyük kayıplarla felaketlerle karşı karşıya koymuştur. Âkif'in 1919 yılında ileri sürdüğü şu fikirler, bugün de dünyanın her köşesinde ilim adamlarınca kabul edilmektedir:

 

Bir olay mekteb-i âlî denilen yerler var.

Sorunuz bunlara millet ne verir? Milyonlar

?u ne? Mülkiye. Bu?Tıbbiye. Bu?Bahriyye.

O ne?

O mu Baytar.Bu Ziraat. ?u?Mühendishane...

Çok güzel, hiçbiri hakkında sözüm yok; yalnız

Ne yetiştirdi ki şunlar acaba? anlatınız.

işimiz düştümü tersaneye, yâhud denize

Mutlaka âdetimizdir koşarız ingiliz'e.

Bir yıkık köprü için Belçika'dan kalfa gelir

Hekimin hâzıkı bilmem nereden celb edilir.

Meselâ bütçe hesabatını yoktur çıkaran

Hadi mâliyyeye gelsin bakalım Mösyö löran.

Hani tezgahlarımız nerde?Sanayi nerde?

Ya Brüksel'de,Ya Berlin'de, Ya Mançester’de!

 

Ayan-beyan görüldüğü gibi Mehmet Âkif, devletimizin yeniden eski gücüne ve itibarına ulaşabilmesi ve Batı devletleri arasında yerini alabilmesi için, ne yapmamız gerektiğini nazım yoluyla açıklamaktadır.Önce, milletimizin birliğini, beraberliğini bozan ayrılıkların giderilmesini, bunun için cehaletin yenilmesini, taklitçilikten vazgeçilmesini ve ülkemizin sanayileşmesi gerektiğini söylemektedir.Acaba, yeni bir devlet kurmak üzere olduğumuz o yıllarda, Âkif bize hangi ülkeleri örnek diye göstermekteydi?Yani biz, Rusya'ya mı, Türkistan’a mı,Çin'e ve Mançurya'ya mı yüzümüzü döndürmeliydik?Bu soruların cevaplarını Süleymaniye Kürsüsünde çok açık bir şekilde vermektedir. Türkiye kendisine Rusya'yı örnek alamaz diyordu. Niçin?Çünkü Rusya, hürriyetleri boğan, kan ve zulüm üzerine oturan bir ülkedir de ondan:

 

O zaman Rusya'da hâkimdi yaman bir tazyik

Zulmü sevdirmek için var mı ya bir başka tarik

Düşünen her kafanın mutlak ezilmekti sonu

Medenî Avrupa bilmem, niye görmezdi bunu

.............................................

Sanıyorlar kafa kesmekle, beyin ezmekle

Fikri hürriyet ölür. Hey gidi şaşkın hezele

Daha kuvvetleniyor kanla sulanmış toprak

Ekilen gövdelerin hepsi yarın fışkıracak.

 

Söylediği gibi oldu. Rusya imparatorluğu 1990 yılında kendiliğinden yıkılıp gitti.

Türkistan bizim ata yurdumuzdur. Acaba Türkiye, Türkistan’a mı benzemelidir?Âkif bu düşüncede olanlara da şiddetle karşı çıkıyordu.

 

Gece gündüz yürüdüm bulmak için Taşkent'i

Geçtiğim yerleri tâdâda mahal yok şimdi.

Uzayıp sonra Buhara'ya, Semerkand'a kadar

Eski dünyada bakındım ki ne âlemler var

Sormayın!Gördüğüm âlemleri hiç söylemeyim

Yâdı temkinimi sarsar da kan ağlar yüreğim.

O, Buhara, o mübarek, o muazzam toprak

Zilletin koynuna girmiş uyuyor mustağrak.

O rasathane-i dünya, o Semerkand bile

Öyle dalmış ki hurafata o mazisiyle

"Ay tutulmuş!Kovalım şeytanı kalkın!" diyerek

Dümbelek çalmada binlerce kadın, kız, erkek...

Ne Hudadan sıkılırlar ne de peygamberden

Bu ilimsiz hocalardan, bu beyinsizlerden

Çekecek memleketin hâli ne olmaz düşünün

Sayısız medrese var, gerçi Buhara'da bugün

Okunandan ne haber?On para etmez fenler

Ne bu dünyada soran var, ne de ukbâda geçer!

 

Peki acaba başımızı Çin'e mi, Mançurya'ya mı çevirsek?Mehmet Âkif Çin'in de, Mançurya'nın da geri kalmışlığından şikâyetçiydi:

 

Çin'de,Mançurya'da din bir görenek, başka değil

Müslüman unsuru gâyet geri, gâyet cahil.

Acaba meyl-i teali ne demek onlarca:

"Böyle gördük dedemizden" sesi milyonlarca

Getirin Mağrib-i Aksa'daki bir Müslümanı

Bir de Çin surunun altında uzanmış yatanı

Dinleyin her birinin ruhunu:Mutlak gelecek

"Böyle gördük dedemizden" sesi titrek titrek.

Bu havâlidekiler pek yaya kalmış dince

Öyle Kur'an okuyorlar ki sanırsınÇince.

 

Âkif'in Safahat'ında öve öve göklere çıkardığı ülke Japonya'dır. ?airimize göre Japonya'da, islamiyetin ruhu, Budizm ismi altında yayılmıştır.Çünkü Kur'an neyi emretmişse, peygamber neyi söylemişse,Japonlar onu ülkelerinde uygulamışlardır:

 

Siz gidin saffet-i islâmı Japonlarda görün

O küçük boylu büyük milletin efradı bugün

Müslümanlıktaki erkânı siyanette ferid

Müslüman demek için eksiği ancak tevhid.

Doğruluk, ahde vefa, va'de sadakat, şefkâd...

Acizin hakkını ilâyâ samimi gayret.

En ufak şeyle kanaat, çoğa kudret varken

Yine ifrad ile vermek, veren eller darken

Kimsenin ırzına, namusuna yan bakmayarak

Yedi kat ellerin evladını kardeş tanımak

................................

Gece gündüz açık evler, kapılar mandalsız

Herkesin sandığı meydanda, bilinmez hırsız.

Müslümanlık sanırım parlayacaktır orada

Sade Osmanlıların gayreti lâzım orada.

 

Âkif, Japonya'yı çok beğeniyor ve örnek bir ülke olarak görüyor ama Japonya, bize çok uzak. Gençlerimizin o uzak ülkeye giderek müspet ilimlerle eğitim görmeleri kolay değil. Bu bakımdan mütefekkir şairimiz, gençlerimize Almanya'ya gitmelerini, yüksek tahsillerini orada yapmalarını tavsiye etmektedir. Çünkü Almanya da kalkınmasını tamamen kendi kültür değerlerine bağlı kalarak, ama ilimde ve teknikte ciddî gelişmeler içinde bulunarak gerçekleştirmekte, üstelik:"maddenin en küçük parçası olan atomu parçalamaya çalışmaktadır. Almanya atomu parçaladı mı, bir damla kömürden namütenahi enerji elde edecektir. Bu bakımdan gençlerimizin Almanya'ya bir gün önce gitmelerini, orada atomu parçalama ilmini öğrendikten sonra, Türkiye'ye bir saat önce dönmelerini" tavsiye etmektedir.Âkif, bizim edebiyatımızda, şiirimizde atom ilminden ve o ilmin büyük faydalarından bahseden ilk şairimizdir.

?air, bu görüşlerini, yani Türkiye'nin çağdaş medeniyet seviyesine nasıl yükselebileceğini,SAFAHAT'ın ÂSIMbölümünde etraflı bir şekilde yine manzum olarak açıklamıştır.Bu bölüm 85 sayfadır.Mehmet Âkif, idealist Türk gençliğini Âsım'ın şahsında ortaya koymuştur.Âsım, önce beden bakımından güçlü-kuvvetli bir delikanlıdır. Pehlivan yapılıdır.Vatan müdafaası söz konusu olduğundan derhal cephelere koşmuş, ön saflarda çarpışmış ve yaralanmıştır.Terhis edildikten sonra da bulunduğu çevrede bazı yanlışlıkların, saygısızlıkların, ahlaksızlıkların, devletteki yanlış gidişatın karşısına dikilmiştir. Fakat, kafasından ziyade bileğinin gücünü kullanmıştır.Mesela bir ramazan günü, babasının yüzüne sigara dumanı üfleyen saygısız delikanlıların ağzını-burnunu dağıtmıştır. Mahallelerinde alenî olarak kumar oynayan kimselerin evlerini basmış, kumarbazların paralarını alarak fakir fukaraya dağıtmıştır. Geceleri, evlerinin perdelerini kapamadan zevk ve safa âlemleri düzenleyen kadınlı-erkekli grupları dağıtmış, onların sofralarındaki nimetleri, yoksullara paylaştırmıştır. Ve işin vahim tarafı, Âsım, kendisi gibi delikanlı arkadaşlarını başına toplayarak tehlikeli bir plan hazırlamıştır. istanbul’da hükûmet merkezini basmaya, kabine üyelerini vurup-kırarak devlete el koymayı kafasına koymuştur. Âsım'ın bu düşüncelerinden haberdar olan Âkif, işe müdahale etmek,Âsım'ı uyarmak mecburiyeti duyar ve dizi dibine oturttuğu Âsım'a der ki: Böyle vurup kırarak şurada-burada kaba kuvvet kullanarak ve hele hele bir hükûmet darbesi yaparak millete hizmet etmek mümkün değildir. Milletlerin yükselmesi, iki ana temele dayanmasıyla olmaktadır. Bunlar:A-Marifet, B-Fazilet temelleridir. Bir millet, ancak ilimle, teknikle marifet temelini yükseltebilir.Fazilet temeliniyse, o milletin dinî inancı, dinden doğan ahlak yapısı, gelenekleri ve görenekleri meydana getirir.Bu iki temel olmadan bir millet kalkınamaz. Bu da tefekkürle, araştırmakla, ilimle, irfanla olur. Peki bizim marifet ve fazilet temellerimiz yeteri kadar sağlam mı?

Âkif bu hususu Âsım'a şöyle açıklıyor:

 

Çünkü milletlerin ikbâli için, evladım

Marifet, bir de fazilet, iki kudret lâzım

Marifet ilkin ahâliye saadet verecek

Bütün esbabı taşır; sonra fazilet gelerek

O birikmiş duran esbabı alır, memleketin

Hayr-ı i'lasına tahsis ile sarf etmek için

Marifet kudreti olmazsa bir ümmette eğer

Tek faziletle teâli edemez, za'fa düşer.

.................................

?imdi âsım bana müfrid de, ne istersen de

Marifetten de cüda şark, o faziletten de.

 

Âkif'e göre:"şark dünyası, yani islam âlemi, Marifet ve Fazilet temellerinden koptuğu için geri kalmış, Batının açık pazarı olmuştur. Hâlbuki devir, ilim devridir. Gökler uyanık yer uyanıkken islam âlemi uyuklamak maskaralığı içinde kalmıştır. Batı dünyası bu marifet ve fazilet temellerine dayanmadığı müddetçe, belki de yeryüzünden silinip gidecektir" Peki bu hâl neden böyledir

 

Felâketin başı, hiç şüphe yok cehaletimiz

Bu derde çâre bulunmaz -ne olsa- mektepsiz.

Ne Kürd elifbayı sökmüş, ne Türk okur, ne Arap

Ne çerkezin, ne lazın var bakın elinde kitap

Hulâsa milletin efradı bilgiden mahrum

Unutmayın şunu lâkin; zaman: zaman-ı ulûm"

 

Âkif'in çok doğru olarak tespit ettiği gibi, zaman, ilim zamanı olduğundan yapılacak tek iş ilim dünyasına dönmek, ilme sarılmak, ilim öğrenmektir; hükumet devirmek değil. Bu noktada Âkif'in Âsım'a yaptığı tavsiyeler, dünden bugüne doğruluğundan hiçbir şey kaybetmemiştir.Sözü yine Âkif'e bırakıyorum:

 

Bu cihetten, hani, hiç yılmasın oğlum gözünüz

Sâde, Garbın yalınız, ilmine dönsün yüzünüz.

O çocuklarla beraber gece gündüz didinin

Giden üç yüz senelik ilmi sık elden edinin.

Fen diyarında sızan nâ mütenahi pınarı

Hem için, hem getirin yurda o nâfi suları

Aynı membaları ihya için artık burada

Kafanız işlesin oğlum, kanal olsun arada.

.............................

Yarının ilmi nedir, hâlbuki?Gayet müdhiş

"Maddenin kudret-i zerriyesi" uğraştığı iş

O yaman kudrete, hâkim olabilsem diyerek

Sarf edip durmada birçok kafa binlerce emek.

Onu bir buldumu artık bu zemin:Başka zemin

Çünkü bir damla kömürden edecekler te'min

Öyle milyonla değil, nâ-mütenahi kudret!

ibret al kendi sözünden, aman oğlum gayret

inkılâbın yolu mâdem ki bu yoldur yalınız

"Nerdesin hey gidi Berlin" diyerek yollanınız.

Altı ay, bir sene gayret, size eğlence demek

Siz ki yıllarca neler çekmediniz, hem gülerek.

Hani bir ömre bedeldir şu geçen her gününüz

Bir gün evvel gidiniz, bir saat evvel dönünüz

?arkın aguşu açıktır o zaman işte size

O zaman varmanın imkânı olur gayenize

O zaman dinlerim artık seni, Âsım bol bol...

– Yarın akşam gideriz!

                          – Öyle mi?Berhurdar ol!




 Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece dersturkce.com'a aittir. Sitemizde yer alan dosya ve içeriklerin telif hakları dosya ve içerik gönderenlerin kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Telif hakkına sahip olan dosyaları lütfen iletişim bölümünden bize bildiriniz. Dosya 72 saat içerisinde siteden kaldırılır.Telif Hakkı Hakkında|Editör, ziyaretçi ya da üyelerimiz tarafından eklenen hiç bir içerikten dersturkce.com sorumlu değildir.İLETİŞİM:dersturkcem@gmail.com
Sitemiz hiçbir şekilde kar amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.