MEHMET ÂKİFLE YEDİGÜN DERGİSİ? NCE YAPILAN SON RÖPORTAJ 2023-2024




MEHMET ÂKİFLE YEDİGÜN DERGİSİ? NCE YAPILAN SON RÖPORTAJ



Ekleyen: DersTurkce.CoM | Okunma Sayısı: 2400

 

MEHMET ÂKİF’ LE YEDİGÜN DERGİSİ’ NCE YAPILAN SON RÖPORTAJ
(1 TEMMUZ 1936 – KANDEMİR)

Türk edebiyatına son devrin çok güzel şiirlerini hediye eden büyük şair Mehmet Âkif, vatandan on bir senelik bir ayrılıktan sonra tekrar aramıza kavuştu. İstiklal Marşı’nın büyük şairi Âkif, yurda hasta döndü. ?imdi hastanede tedavi altındadır. Yedigün  muharriri Âkif’le konuştu. Onun yurttan ayrı yaşadığı günlerdeki hatıralarını, intibalarını topladı. Günün birinde sessiz sedasız yola revan olarak vatan ufuklarını aşan şair Mehmet Âkif, tam on bir yıl süren bu uzun seferin sonunda, işte bembeyaz bir hastane odasının, bembeyaz bir yatağında solgun, mecalsiz ve bitap yatıyor.

(Başucundaki sandalyeye oturdum. Kırçıl sakalın çerçevelediği bu sapsarı yüze, bu gevşemiş, sarkmış çizgilere, bu yorgun ve dalgın gözlere bakıyorum, zaman denen şeyin kudretini, hayat denen efsanenin sırrını bilmek istiyorum, sonra, yavaşça soruyorum:)

- Özledin mi bizi üstat?... 

(Dudaklarını hiç kıpırdatmasaydı, hiç ses çıkarmasaydı bile, bu zehir gibi gülümsemesiyle her şeyi söylemiş olurdu.) 

- Özlemek mi oğlum.. Özlemek mi?... (Bu acının büyüklüğünü bir daha kendi içinde görmek ister gibi gözlerini yumdu, sonra, kesik kesik konuştu:) Mısır’dan üç gecede geldim. Bu üç gece, otuz asır kadar uzun sürdü...Orada on bir yıl kaldım..Fakat bir an oldu ki, on bir gün daha kalsaydım, çıldırırdım..

- Hasret... 

(Kupkuru dudaklarından kendi gibi solgun bir ses sızıyor:)

- Çok acı...

- Ya kavuşmanın sevinci? 

- Onu sorma oğlum.. Onu ben kendi kendime bile soramıyorum... Ancak yazık ki vapurdan çıkar çıkmaz yatağa düştüm, hiçbir şey göremedim. (Ve kendi kendine söylüyor:)  Cennet gibi yurdumdayım ya... Çok şükür. (Hastalığı aklına geliyor;) Karaciğerim, dalağım şişmiş, geldik, yattık burada. Müşahede altına aldılar, bakalım ne olacak?

(Eski hatıralarını deşiyorum. Millî Mücadele’nin ilk günlerinde Ankara İstasyonunda karşılaşışımızı hatırlıyorum.)

- Evet.. diyor, İstanbul’dan, mücahede aleyhine fetva çıktığı gün ayrılmıştım. Üsküdar’dan araba ile şimdi ismini hatırlamadığım bir köye gittik, oradan “Cuma”yı tuttuk. O zaman Adapazarı’nda karışıklıklar vardı, kenarından geçtik, kâh öküz arabalarıyla, kâh beygirlerle Lefke’ye geldik ve trenle Ankara’ya ulaştık... Ankara... Yarabbi ne heyecanlı, helecanlı günler geçirmiştik... Hele Bursa’nın düştüğü gün... Ya Sakarya günleri... Fakat bir gün bile ümidimizi kaybetmedik, asla ye’se düşmedik. Zaten başka türlü çalışılabilir miydi? Ne topumuz vardı, ne tüfeğimiz... Fakat imanımız büyüktü.”

(Yorgun, susuyor..)

 

 - İstiklal Marşı’nı nasıl yazdınız?

(Yavaşça yatağında doğruluyor, yastıklara yaslanıyor, sesi birden canlanıyor:)

- Doğacaktır, sana vadettiği günler Hakkın!.. Bu, ümitle, imanla yazılır. O zamanı düşünün... İmanım olmasaydı yazabilir miydim? Zaten ben, başka türlü düşünüp, başka türlü yazanlardan değilim. Bu, elimden gelmez. İçimde ne varsa, bütün duygularım yazılarımdadır...?u var ki,”İstiklal Marşı”nın şiir olmak üzere bir kıymeti yoktur. Ancak tarihî bir değeri vardır.” (Ve, gözleri, yemyeşil ?işli sırtlarında, dilinde bir dua gibi aynı nağme titriyor:)

Kimbilir belki yarın, belki yarından da yakın.

 

-Ya büyük zafer üstadım.. O anda ne duyduduz?

(Kalbi durmuş gibi sarsılıyor, sonra bir anda yeniden canlanmış gibi, nereden geldiği bilinmez bir ışıkla gözlerinin içi gülerek:)

- Ah... (Ve bir lâhza bırakıyor kendini bu eşsiz sevincin koynuna... Dalıyor.. Ve, sesinin ta içten dudaklarına dökülüşünü seziyorum:) Allah’ım ne muazzam zaferdi o!.. Ortalık hercü-merç oldu...Beş altı saat içinde bir başka dünya doğdu. (Tekrar gözlerini yumuyor:) “Ve biz, mest olduk!..”

- O zaman bir şey yazmadınız mı?

- Artık benim ne düşünecek, ne duyacak, ne yazacak, hatta ne yaşayacak takatim kalmıştı.. Bizim dilimiz tutulmuştu.Ordu, bizzat  yazıyordu. (Üstadı ziyarete gelenler, görüşmemize ikide bir de fasıla veriyorlar. Hastabakıcı hemşirenin getirdiği yemek tepsisi odayı bir parça boşaltıyor, şimdi, o, ağır  ağır çorbasını içerken bir yandan da  benimle konuşmak nezaketini gösteriyor:)

 

- Mısır’da nasıl vakit geçirdiniz?

- Kahire’nin yirmi beş kilometre cenubunda Hilvan vardır. Sakin asude bir köşedir. Orada oturdum. Zaten, tab’an münzevi bir adamım. Gürültüyü sevmem. İstanbul’da iken de böyle idim. Mısır’da da Darülfünun işi çıkıncaya kadar Hilvan’da yaşadım. Son zamanlarda Kahire’ye indim.

 

- Sevdiniz mi Mısır’ı?

- Var, güzel tarafları var... Bilhassa kışın... Hoş yazın da, sıcak iklimlerde bulunduğum için muzdarip olmazdım. Orada sıcak da sürekli değildir, evler de ona göre yapılmıştır. En sıcak günlerde odaların harareti yirmi sekiz, otuzdan fazlaya çıkmaz... Fakat bir yaz günü İstanbul... Bu doğup büyüdüğüm, bütün dostlarımın yaşadıkları İstanbul, hele Boğaz gözlerimin önüne gelince...

 

-Mısır’da neler yazdınız?

Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

Tarih’i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

(Ve üstadın Hilvan’da yazdığı “Firavunla Yüz Yüze”sinden şu son parçayı alıyorum:)

 

Bileydin, ey koca Mısır’ın ilâhî üryanı!

Mezara, heykele ait bütün bu velveleler

Bekan için mi hakikat? Meramın oysa, heder:

Evet, bütün beşerin hakkıdır beka emeli

Fakat bu hakkı ne taştan, ne leşten istemeli!

 

- Kolay mı yazarsınız?

(Dudaklarına götürdüğü bardağı yana çekerek:)

- Hayır!., diyor. (Ve suyunu içtikten sonra, devam ediyor:) Çok uğraşırım.. Epeyi çalışırım.. Mevzuu uzun boylu kafamda işlerim... Nihayet kâğıt üzerine naklederken de hayli yorulurum.

 

- Zevklerinizi sorabilir miyim üstadım?

(Hafifçe gülümsüyor ve “zevk” diye dünyada bir şey var mı der gibi yüzüme bakıyor:)

- Zevk mi?. Benim zevklerim mi?. Eğer sevdiği eserleri okumak, hoşlandığı mevzuları yazmak için uğraşmak, nihayet düşünmek, yapayalnız, bir köşeye çekilerek, sessiz sedasız düşünmek bir zevkse.. Eh benim de zevklerim var demektir.

(Çorbasından başka bir şeye el sürmeyen şaire, hastabakıcı hemşire, yalvaran bir sesle öteki yemekleri gösteriyor:)

 

- Siz yorulmayın, ben vereyim..

- Yiyemiyeceğim..

 

-Bir parça sütlâç..

-Mümkün değil.. Rica ederim ısrar etmeyin... (Ve bana dönüyor:) Eskiden beri yemekle başım hoş değildir... Sigara da içmem... ?imdi doktorlar zorla ye, deyip duruyorlar... Zorla ne olur ki yemek yenebilsin?

(Tekrar yatağına geçince, ben de vedaya hazırlanıyorum. Ve ayak üstünde soruyorum:)

 

- Neler yazacaksınız?

- Biraz kendime gelirsem, yazacak şeylerim hazır.. (Eliyle birkaç defa başına vuruyor:) Var kafamda hazırlanmış mevzularım..

 

- Ya en son yazınız?

- Mısır’da geçen sene bir resmimi çekmişlerdi. Güneşli bir hava idi, gölgem de upuzun, kumlarda duruyordu. Bu resmin altına şöyle yazmıştım:

 

Hepsi göçmüş, hani yoldaşlarının hiç biri yok

Sen mi kaldın yalnız, kafileden böyle uzak

Postu sermekse meramın yola, serdirmezler

Hadi, gölgenle beraber silinip gitmene bak.

 

 

(Ve kupkuru kaim dudaklar biribirine yapışıyor..)

 




 Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece dersturkce.com'a aittir. Sitemizde yer alan dosya ve içeriklerin telif hakları dosya ve içerik gönderenlerin kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Telif hakkına sahip olan dosyaları lütfen iletişim bölümünden bize bildiriniz. Dosya 72 saat içerisinde siteden kaldırılır.Telif Hakkı Hakkında|Editör, ziyaretçi ya da üyelerimiz tarafından eklenen hiç bir içerikten dersturkce.com sorumlu değildir.İLETİŞİM:dersturkcem@gmail.com
jojobetCasibom GirişJojobet Giriş YapcasibomMeritking Girişholiganbet girişcasibom girişdeneme bonusubahsegel girişbaywin girişMARSBAHİSMARSBAHİS GÜNCEL GİRİŞcasibom
Sitemiz hiçbir şekilde kar amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.