FORSA
(Ünlü Türk kaptanı Kara Memiş esir düşmüştü. Onu, kırk yıl forsa olarak çalıştırdılar. Günün birinde de köle olarak bir çiftçiye sattılar. İhtiyarlayınca, çiftçi onu azat etti. Artık Kara Memiş, bir kulübede barınıyor; yurdunu, oğlunu düşünüyordu. Türk gemilerinin adaya yanaşıp kendisini kurtarışı rüyalarına giriyordu. Bir ilkbahar günü uyuyakalmıştı.)
(...)
Bizimkiler! Bizimkiler! diye bağırarak uyandı. Doğruldu, limana baktı. Gerçekten, kalenin karşısına bir donanma gelmişti. Kadırgaların, yelkenlerin, küreklerin biçimine dikkat etti. Sarardı, gözlerini açtı. Kalbi hızla çarpmaya başladı. Ellerini göğsüne koydu. Bunlar Türk gemileriydi, kıyıya yanaşıyorlardı. Gözlerine inanamadı. "Acaba yine rüya mı görüyorum?" dedi.
Fakat uyanıkken rüya görülür mü? Kanaat getirmek için elini ısırdı, yerden sivri bir taş parçası aldı, alnına vurdu. Evet, işte acısını duyuyordu, uyanıktı. Gördüğü rüya değildi. O uyanıkken donanma, burnun arkasından birdenbire çıkmış olacaktı. Sevinçten, hayretten dizlerinin bağı çözüldü. Hemen çöktü. Karaya çıkan bölükler, ellerinde al bayrak, kalenin etrafına doğru ilerliyorlardı. Kırk yıllık bir beklemenin verdiği son kuvvetle davrandı. Badem ağaçlarının çiçekli gölgeleriyle örtülen yoldan yürüdü. Kıyıya doğru koştu. Karaya çıkan askerler onu görünce:
— Dur! diye bağırdılar.
İhtiyar durmadı, bağırdı:
- Ben Türk'üm oğullar, ben Türk'üm!
Askerler onun yaklaşmasını beklediler. İhtiyar, Türklerin yanına varınca önüne ilk geleni tutup öpmeye başladı. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Hâline bakanların hepsi üzülmüştü. Heyecanı biraz yatışınca ona sordular:
— Kaç yıldır esirsin?
— Kırk.
— Nerelisin?
— Edremitli.
— Adın ne?
— Kara Memiş.
— Kaptan mıydın?
— Evet.
İhtiyarın yanındaki askerler birbirine karıştı. Bir çığlıktır koptu. "Bey'e haber verin! Bey'e haber verin!" diye bağrışıyorlardı. İhtiyarın kollarına girdiler. Kuş gibi, deniz kıyısına uçurdular. Bir sandala koydular. Büyük bir kadırgaya çıkardılar. Askerin içinde onun hikâyelerini bilmeyen, ününü duymayan yoktu. Biraz güvertede durdu. Sevinçten şaşırmıştı. Sırtına bir kaftan attılar, başına bir kavuk koydular.
—Haydi, Bey'in yanına! dediler.
Kendini gemiye getiren askerlerle birlikte yürüdü. Kara, pala bıyıklı, sırmalı elbisesinin üzerine çelik zırhlar giymiş bir adamın karşısında durdu.
—Sen, Kara Memiş misin?
—Evet, dedi.
—Aç bakayım sağ kolunu.
İhtiyar, kaftanın altından kolunu çıkardı, Bey'e uzattı. Pazısında haç şeklinde derin bir yara izi vardı. Bu yarayı, gecesi altı ay süren bir adada savaşırken almıştı. Bey, ellerine sarıldı, öpmeye başladı.
—Ben senin oğlunum, dedi.
—Turgut musun?
—Evet.
İhtiyar, sevincinden bayılmıştı. Kendine gelince oğlu ona:
—Ben karaya cenk etmeye çıkıyorum. Sen gemide rahat et, dedi.
Eski kahraman kabul etmedi:
— Hayır, ben de beraber cenge çıkacağım! —Çok ihtiyarsın baba.
— Fakat kalbim kuvvetlidir. Oğlu:
Vurulursun, vatana hasret gidersin, diyerek onu gemide bırakmak istedi.
Kara Memiş, o vakit gençleşmiş bir arslan gibi doğruldu. Duramıyordu. Kılıç, kalkan istedi. Sonra, gemide sallanan sancağı göstererek:
— Şehit olursam bunu üzerime örtün! Vatan, al bayrağın dalgalandığı yer değil midir? dedi.
Ömer Seyfettin
(Kısaltilmıştir.)
www.dersturkce.com
2024