İLK DERS
(Feride, öğrencilik yıllarında ne şesi, yaptığı şakaları, ele avuca sığmaz bir kız oluşu nedeniyle “Çalıkuşu” olarak adlandırılır. Feride, kendi iste ği ile Anadolu’da öğretmenlik
yapar. Öğretmenliği sırasında bir günlük tutar, ba şından geçenleri günü gününe yazar. Aşağıdaki bölümde, öğretmenlik yaptığı Zeyniler köyünde öğrencisi Munise ile ilk karşılaşmasını anlatır.)
Derse başladığımın, galiba beşinci sabahıydı. Sıraları göz gezdirirken birdenbire kalbim tatlı bir heyecanla çarptı. En arka sıranın ucunda, bembeyaz denecek kadar uçuk sarı saçlı, duru beyaz tenli, melek gibi güzel çehreli bir kız çocuğu, inci gibi dişleriyle bana gülümsüyordu. Bu çocuk kimdi? Birdenbire nereden çıkmıştı? Elimle işaret ettim.
- Yanıma gel bakayım, dedim.
Bir kuş hafifliğiyle yerinden atladı. Benim mektepte yaptığım gibi sıçraya sıçraya yanıma geldi.
Yavrucak, son derece fakirdi. Ayakları çıplak, saçları darmadağınıktı. Mini mini ellerinden tuttum:
- Yüzüme bak küçük, dedim.
Korka korka başını kaldırdı, kıvırcık kirpiklerinin arasında iki lacivert göz parladı.
Zeyniler’de, çektiğim ıstırap beni ağlatmamıştı. Fakat bu yarı çıplak çocuğun gözleri, kırmızı ağzının içinde iki inci dizisi gibi gülen dişleri, o dakikada kendimi tutmasaydım, beni hıçkıra hıçkıra ağlatacaktı.
Hafifçe çenesini okşadım, bütün kızlara sorduğum gibi ona da:
- Senin adın Zehra mı yoksa Ayşe mi, dedim.
O temiz İstanbul telaffuzlu ve inanılmayacak kadar tatlı sesiyle:
- Benim adım Munise, hoca hanım, dedi.
- Sen bu mektepte mi okuyorsun?
- Evet, hocanım.
- Niçin kaç gündür gelmedin?
- Abam göndermedi hocanım, işimiz vardı. Bundan sonra gelirim.
- Senin annen yok mu?
- Abam var hoca hanım.(Munise, ablaya aba diyordu.)
- Annene ne oldu?
Küçük kız gözlerini önüne indirdi, sustu. Bana öyle geliyor ki bu çocuğun kalbinde, bilmeden bir gizli yaraya dokundum. Daha ziyade ısrar etmeyerek başka bir şey sordum:
- Dün akşamüstü türkü söyleyen sen miydin Munise?
Bir gün evvel civar bahçelerden birinde ince bir çocuk sesinin türkü söylediğini işittim.
Bu ses, öyle tatlı, burada işittiğim seslerden o kadar farklıydı ki başımı pencereye dayayarak gözlerimi kapamış, birkaç dakika kendimi başka yerlerde, adını anmak istemediğim vefasızlık memleketlerinde sanmıştım. Türkü söyleyen bu küçük kızdan başkası olamazdı.
Munise, utana utana başını salladı:
- Bendim hocanım, dedi.
Çocuğu yerine gönderdikten sonra derse başladım. Kendimde bir fevkaladelik hissediyordum. Bu küçük kız, bana ılık bir ilkbahar güneşi gibi tesir etmişti. Karlar içine gömülmüş kuş yuvalarına düşen sarışın bir ışık parçası…
Yuvanın soğuk ne şesizliği içinde başını kanatlarının arasına saklayarak titreyen hasta ve küskün Çalıkuşu, yavaş yavaş canlanmaya, eski şenliğini tekrar bulmaya başlıyordu.
Reşat Nuri GÜNTEKİN
www.dersturkce.com
2024