Dinleme Metni Eskici Hazırlık............................
^ Öğrencilerinizden içinde “dil” kelimesinin geçtiği tekerleme,
bilmece ve yanıltmacaları ezberlemelerini isteyiniz.
^ Öğrencilerinizden, “Dinleme ve Anlama” surecinde kullanmak
üzere Refik Halit Karay hakkında araştırma yapmalarını
isteyiniz.
^ “Yazma” surecinde öğrencilerinize vermek üzere A4 çizgisiz
kağıtlar bulundurunuz.
^ Metni işleme surecinde kullanmak üzere bir Dünya haritası
bulundurunuz.
^ “Hayvan koklaşa koklaşa, insan konuşa konuşa.” atasozunu
tahtaya yazınız. Bu atasözünden ne anladıklarını sorarak
dilin hayatımızdaki önemini vurgulayınız. ^ Öğrencilerinize ezberledikleri tekerleme, bilmece ve yanıltmacaları
söyletiniz.
^ Aşağıdaki şiiri okuyunuz. Öğrencilerinizden, şiirde en cok
tekrar edilen iki kelimeyi bulup söylemelerini isteyiniz. “Dil”, “ana”
kavramları arasında bağlantı kurmalarını sağlayınız ve “ana dili”nin önemi hakkında onları konuşturunuz.
ANA DİLİ
Ey ana dili, ey güzel dil, atam-anamın dili!
Dünyada cok şey öğrendim sen ana dil yoluyla
En once bu dil ile anam beşikte ninni söyledi,
Sonra geceler boyu ninem masal söyledi.
Ey ana dili! Her zaman yardımın ile senin,
Küçüklükten anlaşılmış sevincim, üzüntüm benim
Abdullah Tukay
İlk ve Ortaöğretim için Atatürk
-Türkçemiz Vatan- Bayram Şiirleri
Hazırlayan: Suat Batur
DİNLEME METNİ : ESKİCİ
Alt Tema : Dil Sevgisi
Metin Turu : Hikaye
Sure : 5 Ders Saati
6.SINIF DİNLEME METNİ
ESKİCİ
(Hasan, beş yaşında küçük bir İstanbul çocuğudur. Babasını
ve annesini kaybedince İstanbul’daki tanıdıkları, onu Arabistan’ın
küçük b ir kasabasında yaşayan b ir akrabasının yanına
gönderirler. Kasabada Türkçe bilen yoktur. Hasan için her şey
farklı ve yabancıdır. Tek kelime Arapça bilmemektedir. Bu yüzden
haftalarca susar, konuşmaz.)
Hep sustu.
Şimdi onun da kuşaklı entarisi, ceketi, takkesi, kırmızı ayakkabıları
vardı. Saclarının ortası, el ayası kadar sıfır makine ile
kesilmiş, alnına perçemler uzatılmıştı. Deri gibi sert, yayvan tandır
ekmeğine alışmıştı; yer sofrasında bunu hem kaşık hem çatal
yerine dürülmeyerek kullanmayı beceriyordu.
Bir gun halası sokaktan bağırarak gecen bir satıcıyı çağırdı.
Evin avlusuna sırtında çuval kaplı yayvan b ir torba, elinde bir
ufacık iskemle ve uzun b ir demir parçası, dağınık kıyafetli bir
adam girdi. Torbasında da mukavva gibi bükülmüş bir tomar duruyordu.
Konuştular, sonra önüne b ir suru patlak, sökük, parça parça
ayakkabı dizdiler.
Satıcı iskemlesine oturdu. Hasan da merakla karşısına geçti.
Bu dort yanı duvarlı, tek kat, basık ve toprak evde canı öyle sıkılıyordu
ki... Şaşarak, eğlenerek seyrediyordu. Mukavvaya benzettiği
kalın deriyi iki tarafı keskin incecik, sapsız bıçağıyla kesişine,
ağzına bir avuç çivi dolduruşuna, sonra bunları birer birer, İstanbul’da
gördüğü maymun gibi avurdundan çıkarıp ayakkabıların altına
çabuk çabuk mıhlayışına, deri parçalarını, pis bir suya koyup
ıslatışına, mundar çanaktaki macuna parmağını daldırıp tabanlara
sürüsüne, hepsine bakıyordu. Susuyor ve bakıyordu.
Bir aralık nerede ve kimlerle olduğunu keyfinden unuttu, dalgınlığından
ana diliyle sordu:
- Çiviler ağzına batmaz mı senin?
Eskici, başını işinden hayretle kaldırdı. Uzun uzun Hasan’ın
yüzüne baktı:
- Türk çocuğu musun be?
- İstanbul’dan geldim.
- Ben de o taraflardan... İzmit’ten!
Eskicide sac sakal dağınık, göğüs bağır acık, pantolon dizlerinden
yamalı, dişler eksik ve surat sarı, sapsarıydı; gözlerinin
akına kadar sarıydı. Türkçe bildiği ve İstanbul taraflarından geldiği
için Hasan, şimdi onun sade işine değil, yüzüne de dikkatle
bakmıştı. Göğsünün ortasında, tıpkı çenesindeki sakalı andıran
kırçıl, seyrek bir tutam kıl vardı.
Dişsizlikten peltek çıkan bir sesle tekrar sordu:
- Ne diye duştun bu cehennemin bucağına sen?
Hasan anladığı kadar anlattı.
Sonra Kanlıca’daki evlerini tarif etti; komşunun oğlu Mahmut’la
balık tuttuklarını, anası doktora giderken Tunel’e bindiklerini, bir
kere de kapıya beyaz boyalı hasta otomobili geldiğini, içinde yataklar
serili olduğunu söyledi. Bir aralık da kendisi sordu:
- Sen niye buradasın?
Eskici başını ve elini şöyle salladı, uzun iş manasına ve mırıldandı:
- Bir kabahat işledik de kaçtık!
Asıl konuşan Hasan’dı, altı aydan beri susan Hasan... Durmadan,
dinlenmeden nefes almadan, yanakları sevincinden
pembe pembe, dudakları taze, gevrek, billur sesiyle durmadan
konuşuyordu. Aklına ne gelirse soyluyordu. Eskici hem çalışıyor
hem de ara sıra “Ha! Ya? Oyle mi?” gibi dinlediğini bildiren sözlerle
onu söyletiyordu. Artık erişemeyeceği yurdunun bir deresini,
bir rüzgârını, bir türküsünü dinliyormuş gibi hem zevkli hem yaslı
dinliyordu. Geçmiş günleri, katettiği yerleri düşünerek benliği sarsıla
sarsıla dinliyordu.
Daha çok dinlemek için de elini ağır tutuyordu.
Fakat nihayet bütün ayakkabılar tamir edilmiş, iş bitmişti. Demirini
topraktan çekti, koselesini durdu, civi kutusunu kapadı, çiriş
çanağını sarmaladı. Bunları hep aheste aheste yaptı.
Hasan, yüreği burkularak sordu:
- Gidiyor musun?
- Gidiyorum ya, işimi tükettim.
O zaman gördü ki küçük çocuk, memleketlisi, minimini yavru
ağlıyor... Sessizce titreye titreye ağlıyor. Yanaklarından gözyaşları
birbiri arkasına, temiz vagon pencerelerindeki yağmur damlaları,
dışarının rengini, geçilen manzaraları içine alarak nasıl
acele acele, sarsıla çarpışa dökülürse öyle, bağrının sarsıntılarıyla
yerlerinden oynayarak pırıl pırıl akıyor.
- Ağlama be! Ağlama be!
Eskici başka söz bulamamıştı. Bunu işiten çocuk hıçkıra hıçkıra,
katıla katıla ağlamaktaydı; bir daha Türkçe konuşacak
adam bulamayacağına ağlamaktaydı.
- Ağlama diyorum sana! Ağlama!
Bunları derken onun da katı, nasırlaşmış yüreği yumuşamış,
şişmişti. Önüne geçmeye çalıştı ama yapamadı; kendisini tutamadı;
gözlerinin dolduğunu ve sakallarından kayan yaşların Arabistan
sıcağıyla yanan kızgın göğsüne b ir pınar sızıntısı kadar
serin, ürpertici, döküldüğünü duydu.
Refik Halit Karay
Yazar Hakkında Bilgi İçin Tıkla:::::::
www.dersturkce.com
2024