METNE HAZIRLIK
kitapları metni işleme sureci boyunca sergiletiniz ve okutunuz.
beğendikleri bir tekerlemeyi ezberlemelerini isteyiniz.
hatırlatmaları yapınız.
duyguları yansıtan insan resimlerini (tartışan yetişkinler, el ele tutuşan
çocuklar, goz goze bakışan yaşlı bir cift vb.) sınıfa getiriniz.
Getirdiğiniz resimleri öğrencilerinize gösteriniz. Hangilerinin konusunun
sevgi olduğunu sorarak yorumlamalarını isteyiniz.
düşüncelerini açıklamaları icin öğrencilerinize çeşitli sorular sorabilirsiniz.
SEVMEK SEVDİKLERİNİZİ MUTLU ETMEKTİR
Kendimizi sevelim, insanları sevelim, sevginin parayla satın
alınmayacağını, ancak paranın alamayacağı her şeyi sevgiyle
alabileceğimizi unutmayalım.
İnsan olağanüstü güzel, olağanüstü güçlü b ir varlıktır. İnsan
olmaktan kıvanç duyun. Aradığınız her çözüm içinizdedir. Her biriniz
dünyada eşi benzeri olmayan bir tek varlıksınız.
Kendinizi sevin, başkalarını sevin, yaşamı sevin. Çocuklara
sevgiyi, saygıyı, yaşamı öğretin; sevgiye zaman ayırın ve onu
başkalarıyla paylaşın. Yaşam sevgi demektir, sevgi yaşam demektir.
Ataner Yıldırım
Sevgiye Yolculuk
Evvel zaman icinde, kalbur saman icinde, cinler cirit oynarken,
eski hamam içinde... Üşüdüm Allah üşüdüm, daldan armut
düşürdüm. Armudumu yemişler, bana cirkin demişler... Cirkin
değil, güzelim, inci, mercan dizerim. Ben mercandan gecemem,
Aksaray’a göçemem... Aksaray’ın kilidi, bana vuran kim idi? Emmim
oğlu Musacık, eli kolu kısacık... Cık cıkalım cardağa, taş
atalım çaylağa; çaylak başın kaldırmış, ayvaları caldırmış... Hani
kağıt, hani defter? Bir de gelmiş çevre ister; cevrede güller,
sendeki diller; ben gider oldum, duymasın eller...
6.SINIF METNİ
NİLÜFER PRENSES
Bir varmış, bir yokmuş. Buralardan çok uzakta küçük bir ülke varmış. Yanı başında uçsuz bucaksız
bir orman uzanırmış. Ormanda dereler akarmış şırıl şırıl. Yüzyıllık ağaçların kocaman gövdelerini
yalayan serin sular, derin bir yardan atlayarak masmavi bir büğette dinlenirmiş. Gümüş renkli balıklar
oynaşırmış büğette. At kuyruğu saclar gibi dökülen suların gündüz oluşturduğu gökkuşağı, nilüferlerin
rengine renk katarmış. Geceleyin çağıltılarla uyurmuş orman mışıl mışıl. Yalnız orman mı?
Ülkenin sakinlerinin de ninnisiymiş çağıltılar.
Küçük ülkenin akıllı bir kralı, güzel bir kraliçesi varmış. Halk ikisini de çok severmiş. Kral ve kraliçe,
insanların mutluluğu için ellerinden geleni yapar, hiçbir özveriden kaçınmazlarmış. Ülkede herkesin
işi, aşı, evi varmış. Toprak verimli, su bol, hava temizmiş. Yürekler sevgi ile doluymuş. Kimse
kimseyi kırmaz, hiçbir kotu olay olmazmış. İnsanlar mutluymuş hem de çok mutlu... Kral ve kraliçenin
tek çocuğu varmış; bir prens. Prens evlenme cağına gelmesine karşın, bir turlu evlenmemiş.
Kimseleri beğenmezmiş. Ülkenin en güzel kızları, komşu ülkelerin prensesleri prense aşıkmış... Ama
neye yarar, hiçbirinde gözü yokmuş prensin. Prens çok yakışıklıymış. Güçlüymüş, cesurmuş. Doğayı,
insanları severmiş. Ülkesini karış karış gezer, halkın sorunları ile ilgilenirmiş. Halk da prense hayranmış.
Prens sık sık ormana gidermiş. Çağıltıları dinlemek, büğeti saran gökkuşağını, suda dans eden
nilüferleri seyretmekten haz duyarmış. Nilüferlerin kimileri beyaz, kimileri pembe, kimileri maviymiş.
İçlerinde bir tanesi kırmızıymış. Hüzünlü bir görünümü varmış; ötekiler dans ederken kırmızı nilüfer
onları seyretmeyi yeğlermiş nedense. Prens en çok kırmızı nilüferi sever, gözünü ondan hiç ayırmazmış.
Arkadaşları da bunun farkındaymış. Bir gün içlerinden biri, “Sevgili prensim mademki kırmızı
nilüferi bu denli seviyorsunuz, onu sokup sarayın havuzuna koyalım.” demiş. Prens kabul etmiş.
Birisi büğete atlamış; yüzerek kırmızı nilüferin yanına gitmiş. Koparmak için elini uzattığı sırada,
bir ağıt duyulmuş: “Yapmayın! Koparmayın beni!” Aynı anda öteki nilüferlerden de acı bir ses gelmiş:
“Yapmayın! Koparmayın prensesimizi! Koparacaksanız bizleri koparın lutfen!” Ağlamaklı bu yalvarış
karşısında herkes çok şaşırmış. Prens, büğetteki arkadaşına çıkmasını söylemiş. Sonra toplanmışlar,
düşünmüşler, konuşmuşlar ama hiçbir sonuca varamamışlar. Sessiz sedasız sarayın yolunu
tutmuşlar.
Saraya varır varmaz prens her şeyi anne ve babasına anlatmış. Çok duygusal olan kraliçe, kendini
tutamayıp ağlamış. Kral da üzülmüş, baş veziri çağırıp ondan ülkenin bilgelerini toplamasını istemiş.
Her yana haber salınmış. Birkaç gün sonra bilgeler kralın huzuruna çıkmış. Prens de babasının
yanında yer almış. Gördüklerini, duyduklarını bilgelere anlatmış. Bunun üzerine herkesin “Bilge
Dede” dediği yaşlı bir bilge söz almış. “Yüce kralım” diye söze başlamış: “Uzun bir sure önce duyduğum
bir olayı anımsadım. İzninizle anlatmak isterim.”
Kral, “Olur.” anlamında başını sallamış. Bilge Dede konuşmasını sürdürmüş:
“Kafdağı’nın ardında bir ülke varmış. Bu ülke bir gün, ‘Gigante’ denilen dev kuşların saldırısına
uğramış. Giyendeler yırtıcıymış, insan yermiş. Kanatları geniş, pençeleri güçlüymüş. Gördükleri insanları
pençelerine almış, uçmuş gitmişler. Kaçırılanların arasında, kralın biricik kızı prenses de varmış.
Giganteler uçmuş, uçmuş, Kafdağı’nı aşmış, ülkemizin ormanına ulaşmışlar. O sırada Rüzgarların
Meleği ormandaymış. Ulu çınarlara yuva yapan minik kuşları seviyor, okşuyormuş. Giganteleri görünce
onları ormandan uzaklaştırmak için fırtına estirmiş. Rüzgârın gücüne dayanamayan Giganteler,
canlarını kurtarabilmek için oraya buraya uçuşmuşlar. Bu arada pençelerindeki insanları bırakmışlar.
Prenses ve ötekiler ormanımızın büğetine duşmuş. Büğetin suyu sihirliymiş, meğerse en güzel
nilüferlerin açması için Çiçeklerin Meleği sihirli asası ile suyu daha önceden kutsamış. Büğete
düşenlerin hiçbiri ölmemiş ama suya değer değmez nilüfer çiçeği oluvermiş hem de ne nilüferler!..
Pembeden beyaza, maviden sarıya... İşte bu nedenle yüce kralım, nilüferler bizler gibi konuşabiliyor,
üzülüp ağlıyorlar.”
Öykü bittikten sonra kral gözyaşlarını tutamamış. Prens de ağlamış için için. “Peki Bilge Dede ne
yapabiliriz?” diye sormuş kral. “Bilemem yuce kralım, duşunelim.” yanıtını vermiş Bilge Dede. Bilgeler
düşünmüşler, düşünmüşler... Sonunda genç bir bilge söz almış. “Yüce kralım!” diye söze başlamış:
“Sorunu ancak Ciceklerin Meleği cozebilir. Bir yolunu bulup onunla konuşmamız gerek. Bildiğiniz
gibi, Çiçeklerin Meleği Venüs’te oturur. Anka Kuşu’na binip önce Kafdağı’na, oradan da Venüs’e
ulaşılabilir. Ancak bu yolculuk ölümcül tehlikelerle doludur. Kim cesaret edebilir? Bilemem!”
Genç bilge daha sözünü tamamlamadan prens atılmış, “Yüce kralım, sevgili babacığım, izin verin
ben gideyim! Prensesi ve masum insanları kurtarayım!” demiş.
Oğlunun cesur sözleri kralı gururlandırmış. Bilgelerin çılgınca alkışları arasında, onu alnından
öperek kutlamış. Bu arada gözlerinden düşen iki damla yaş, prensin alnını ıslatmış.
Gece olmuş. Heyecandan prens uyuyamamış. Yatakta bir o yana donmuş, bir bu yana. Prensesi
merak ediyormuş. “Kim bilir ne kadar güzeldir!” diye mırıldanmış. Yataktan kalkmış, pencereden
bahçeye bakmış. Bahçede çeşit çeşit gül varmış. Lacivert güllerin arasında bir kız görmüş. Başında tacı,
uzun sacları, elinde asasıyla çok güzelmiş. Asanın ucunda küçücük bir yıldız pırıl pırıl parlıyormuş.
Şaşkınlıktan ne yapacağını bilememiş prens. Bahçeye koşmuş. Gördükleri gerçekmiş. Güzel
kız prense tatlı tatlı gülümsemiş. Kimmiş bu güzel kız biliyor musunuz? Çiçeklerin Meleği. Meğerse
Çiçeklerin Meleği, bilgelerin toplantısında konuşulanların hepsini duymuş.
Prensin insan sevgisiyle, özveriyle dolu sözlerinden çok etkilenmiş. Onun tehlikelerle dolu bir yolculuk
yapmasına gönlü razı olmamış. Kıyamamış yakışıklı prense. Anka Kuşu’nun da bir kanadı yaralıymış
zaten. Kuşun acılar içinde uçması onu çok üzecekmiş. Bu nedenle prensi Venüs’te beklemek
yerine, kendisi gelmeyi yeğlemiş. Çiçeklerin Meleği’nin duygu yüklü bu davranışı prensi de duygulandırmış.
Prens, meleğin elini öpmüş, melek de prensin yanağını. Çiçeklerin Meleği prense,
“Haydi, büğete gidelim, Nilüfer Prenses’i kurtaralım!” demiş. Sonra prensin elinden tutmuş, birlikte
havalanmışlar. Ağaçların, derelerin üzerinden uçmuşlar. Uçarken Çiçeklerin Meleği’nin elleri titremiş,
yöreciyi güm güm atmış.
Prens ve Çiçeklerin Meleği büğete inmişler. Orman ve sakinleri uykudaymış. Büğete dökülen suların
çağıltısından başka ses duyulmuyormuş. Çiçeklerin Meleği yıldızlı asasını nilüferlerin yapraklarına
birer birer dokundurmuş. Büğetin suları dalgalanmış, ılık bir rüzgâr süpürmüş ormanı pufur pufur.
Rüzgarların Meleği de o sırada ormandaymış; ulu bir çınara oturmuş, Çiçeklerin Meleği ile prensi izliyormuş.
Bir sure sonra rüzgâr kesilmiş, sular durulmuş. Nilüferler insan olmaya başlamış. Prensin
gözü kırmızı nilüferdeymiş. Derken kırmızı nilüfer yok olmuş, yerini dünya güzeli bir kız almış. Elbisesi
kırmızı, sacları kızılmış. Gözleri de zeytin yeşili. Yeniden insan olmanın sevinci içinde, herkes
birbirine sarılmış, sevinç gözyaşları dokmuş. Onlar mutluluğu böylesine paylaşırken Çiçeklerin Meleği
bir eli ile Nilüfer Prenses’in, öteki ile prensin elini tutmuş; birlikte havalanmışlar. Yeşil bir deniz
gibi uzanan ormanın üstünden uçarak saraya varmışlar. Çiçeklerin Meleği, prens ve prensesi lacivert
güllerin arasına bırakmış. İkisinin de ya- ı
n akların d an öpmüş; onlara omur boyu mutluluk
dilemiş. Sonra, uçsuz bucaksız gökyüzüne
bırakmış kendini.
Sabah herkes olanları öğrenmiş. Kral se- I
vincinden bayram ilan etmiş ülkede. Prensle
Nilüfer Prenses evlenmişler. Düğünde, Nilüfer
Prenses’in annesi, babası, büğetteki nilüfer
arkadaşları ve bilgeler varmış. Ayrıca, sarayın
bahçesinde, lacivert güllerin yanı başında
davetsiz iki konuk da sessiz sedasız düğünü
izlemiş. Ama onları kimse görememiş... “Kimmiş
bunlar?” diye sormayın lütfen!
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...
Uğur Büğet
(Düzenlenmiştir.)
Yazar Hakkında Bilgi İçin Tıkla:::
Bir insanın sevgiyi hak etmesi için mükemmel olması gerekmez, sevdikçe mükemmelleşir
insan.
Osman Yılmaz
www.dersturkce.com
2024