6.SINIF TÜRKÇE KİTABI METİNLERİ
BİR ZAMANLAR ANADOLU'DA FİLMİNİN OLUŞUM SÜRECİ
Anadolu'da Hekimlik
1984 yılının Kasım ayında, soğuk bir Ankara gününde, Sağlık Bakanlığı'nın uzun ve kasvetli toplantı salonunda, mecburi hizmet için kura çekimleri yapılıyordu. 1984 Temmuz kurasında dönem arkadaşlarımın çoğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki ücra sağlık ocaklarına gitmişlerdi. Biraz da böyle bir beklentiyle gittiğim kura salonundan, Ankara Keskin Ceritmüminli (Günümüzde Kırıkkale'ye bağlıdır.) Sağlık Ocağına tayin emriyle çıktım.
Ertesi hafta, aralık ayının karlı bir sabahı, Ankara'nın meşhur AŞOT terminalinden bindiğim ... otobüsünden Keskin yol ayrımında indim.
Elimde bavulum, caddeden aşağıya dümdüz yürüyerek köy dolmuşlarının kalktığı minibüs durağını buldum. Aklımda, Ceritmüminli köyüne gidecek bir araba bulmak ve bir an önce işime, yani hekimliğe başlamak... Köye her gün bir minibüs, o da saat 15.00 gibi minibüs durağından kalkarmış. Minibüsü beklerken Keskin Devlet Hastanesine uğradım. Hastane başhekimi, dâhiliye uzmanı Mevlüt Abi'yle tanıştım. Durumumu anlattım. Çay ikram ettı, espriler yapttı. Saat 15.00 gibi de bir minibüsle Ceritmüminli'ye gittim. Köye girdiğimde beni üzerindeki tuhaf giysiyle bir köy bekçisi karşıladı. Az sonra da muhtar geldi. Sağlık ocağında ise köyün yerlisi bir tıbbi sekreterden başka kimse yoktu. Ne hemşire ne ebe ne de başka biri... O akşam köyde kalmadım. Keskin'e döndüm. Mevlüt Abi'ye yalvarıyordum: "Aman abi, beni buraya hastaneye al, ben orada hiçbir şey yapamam. Zaten bir şey bilmiyorum, iyice körelirim." vs.
Mevlüt Abi sağ olsun ilgilendi, uğraştı. Bir ay içerisinde hastanenin eski bir odasına yerleşmiş, geçici bir görevle de Keskin merkeze tayin edilmiştim. Her şey yoluna girmişti sanki. Gece gündüz fakültedeki eksiklerimi okuyarak ve pratik yaparak tamamlamaya çalışıyordum.
(...)
Kasabada bulunuşumun altıncı ayıydı galiba. Bir cinayet işlenmişti. Katiller cesedi kasabanın epey uzağında bir tarlaya gömmüşler ve ortadan kaybolmuşlardı. Fakat iki gün içerisinde yakalanmışlar ve suçlarını da itiraf etmişlerdi.
Biz o gün akşam saatlerinde, üç araba dolusu insan; komiser, savcı, diğer görevliler ve yanımızda katillerle "cesedi bulmak" için başlayan ve sabaha kadar süren tuhaf bir yolculuk yaptık. Beni çok etkileyen ve uzun yıllar zihnimden çıkmayan bir yolculuktu bu. O yolculuğun belleğimde bıraktığı izleri de takip ederek kasaba hayatıyla ilgili şunları yazmıştım:
Kasabalarda hayat bozkırda yapılan yolculuklara benzer. Her tepenin ardında yeni ve farklı bir şey çıkacakmış duygusu ama her zaman birbirine benzeyen, incelen, kıvrılan, kaybolan veya uzayan tekdüze yollar.
Bu satırlar, yirmi beş yıl sonra Bir Zamanlar Anadolu'da filmini çekmek için gittiğimiz aynı mekânlarda, bizim yol haritamız olacaktı.
Nuri'yi (Bilge Ceylan) bu konuda çalışmaya ikna etmek ve öyküye inandırabilmek için film düşüncesini birtakım materyallerle desteklemem gerektiğini düşünüyordum. Bu nedenle iki kez daha Keskin'e gitım. Daha önce çalıştığım, gezdiğim, vaktimi geçirdiğim yerleri dolaştım. Epeyce fotoğraf çektim. Eski tanıdıklarımı buldum, sohbet etım. O günlerden cinayetle ilgili akılda kalan bilgileri toplamaya çalıştım. O yıllarda birlikte çalıştığım bazı bürokratlar artık hayatta değildi. Hâlâ yaşayanlarla duygulu anlar yaşadım. Bu arada yazdıklarımı da aralıklarla Nuri'ye gönderiyor, konuyla ilgili onu iştahlandıracak ayrıntıları hatırlamaya, kaydetmeye çalışıyordum.
Bir süre sonra bu yolculuğu ve yolculuk boyunca yaşadıklarımı, hissettiklerimi, duygularımı ve gözlemlerimi Cihangir'deki (İstanbul) ofiste, baştan sona bir kameranın önünde Nuri ve Ebru'ya (Ceylan) anlatım. Tüm bunların film olma hikâyesi işte böyle başladı.
(...)
Senaryomuzu yazdık, bitirdik ve sete çıktık...
Uzun yıllar sonra, artık senarist ve oyuncu olarak gittiğim bu topraklarda Tarkovski'nin Solaris filmindeki psikolog Kris gibiydim.
(...)
Keskin'de film çekimi boyunca, o yıllardan kalan arkadaşlarım, eski personelim, kasabanın beni hatırlayan esnafları, ellerinde bazı fotoğraflarla sık sık ziyaretime geldiler. Bu ziyaretlerden beni en çok etkileyen, o yıllardaki aşı kampanyalarında şoförlüğümü yapan Gara Gazi'nin gelişi oldu. Gazi Abi'yi (tılmde Arap Ali) A. Mümtaz TAYLAN oynuyordu ve Gazi Abi'nin artık yaşamadığını düşünüyordu. Gazi Abi ise masada hemen yanı başında oturan kişinin kendisinin yirmi beş sene önceki hâlini oynadığını bilmiyordu. Birbirileriyle tanıştırmadım ve gerçeği söylemedim. Üçümüz sohbet ettik. Hayata ve ölüme dair. Hayatımız biricikti, tekrar edilemezdi ve çok "gerçek"ti. Ama sinemanın kendi gerçeği, "hayatın gerçeğinden" daha da "gerçek" olabiliyordu pekâlâ! Peki, "gerçeği" yeniden yazarken aslında "gerçeği" de bozmuş olmuyor muyduk?
Ercan KESAL Evvel Zaman (Kısaltılmıştır.)
www.dersturkce.com
2024