Metni, noktalama işaretlerine dikkat ederek sesli okuyunuz.
Kızgın Bir Lira
İzmir’in Buca’sında, ortaokulda parasız yatılı okuyorum. Yaşım on üç. Adım Hasan Güleryüz.
Buca’da hava daha serin, daha tatlı, daha yumuşaktır. Şubatta her yere bahar gelmiş gibi olur.
Çimenler yeşerir, menekşeler açar. Hele yağmur yağdıktan sonra ortalık öyle değişir ki...
Cumartesi pazar günleri, İzmir’de hiç tanıdığım olmadığı için okulda kalırım. Derslerimi hazırlar, ödevlerimi yaparım. Arkadaşlarla okulun bahçesinde top oynarız. Sonra okuldan çıkar, Buca’da
gezeriz.
Buca’yı İzmir’e bağlayan demiryolunun çevresi çok güzeldir. Burası apayrı bir bahçe gibidir.
Çam ağaçlarının ördüğü korular, üzüm bağları ve sebze bahçeleri İzmir’e doğru uzanır.
(...)
Sanıyorum bir mart günüydü. Hava o denli sıcaktı ki... Sanki yaz günü gibiydi. İnce pardösümü
almamıştım. Terlemiyordum. Sosyal Sigortalar Hastanesini geçtim, aşağıya doğru yöneldim. İşte
bu sırada gözüme bir parlaklık çarptı. Demiryolunun sağ rayında, güneşin ışıklarıyla parlayan bir liralık vardı. Vagon tekerleklerinin geçe geçe parlattığı rayın üstünde öylece duruyordu. Bir kez daha
baktım liraya, sonra çevremi gözden geçirdim. Çevrede hiç kimse yoktu. Tam karşısında durdum
bir liranın. Bu anda, içimde korkuyla karışık bir üzünç beliriverdi. Eğildim, lirayı aldım. Öyle sıcaktı
ki... Güneş, parayı kaynatmıştı sanki. Bu sıcaklık, parmaklarımdan her yerime yayıldı. Gülümser gibi
oldum. Çocuklar koymuş olacaklardı bu parayı. Biz de yapardık böyle, trenin tekerlekleri büyütürdü
parayı çünkü.
Yürüdüm. Adımlarımı atıyordum ama içim değişmişti. Çevremdeki çiçekleri, yeşilliği görmü-
yordum artık. Hem yürüyor hem de küçük kentimde yaşıyordum. Bir gün, böyle kızgın bir liranın
coşkusunu yaşamıştım.
Altı yaşımdaydım. İlkokula başlamamıştım daha. Evimiz iki katlıydı. Annemlerin yatak odası,
ikinci katın birinci odasıydı. Ben, aşağıdaki küçük odada yatardım.
Sanıyorum güz mevsimiydi. Hava bulutluydu. Bir akşamüstü evde yalnızdım. Annemle babam
bir yere gitmişlerdi. Canım sıkılmıştı. Sokağa çıkmış, oyun oynamış, arkadaşlarım evlerine gidince ben
de eve dönmüştüm. Nereden geldiyse aklıma ikinci kata çıktım. Annemin yatak odasının kapısı açıktı.
İçeriye girdim. Gözüm, babamın pencerenin yanında asılı yeleğine takıldı. Babam, giysisini değiştirmiş, bu eski yeleği oraya asmıştı. Yeleğin bir yanı aşağıya sarkıktı. Babam, bozuk paralarını yeleğinin
sağ alt cebine koyardı. Kabarık cep, gözlerimi ve elimi çekti. Pencereye yaklaştım. Elimi uzattım. İki
parmağımın ucunda bir lira vardı. Sevinmekle üzünç arasında şöyle bir durakladım. İçimden bir yıldı-
rım geçmiş gibi oldu. Ama lirayı avucumun içine sıkı sıkı yerleştirmiştim. Dışarıya çıktım, aşağıya indim. Ayaklarım yürüyordu ama ben nereye gittiğimi bilmiyordum. Sokak kapımızı kilitleyip anahtarı
yerine koyduğumu anımsıyordum.
Çarşımız, bir tepe üstündeydi. Çarşıya çıkan yollar hep yokuştu. Yokuşu çıktım. Her zaman şeker
aldığım büyük mağazaya yaklaştım. Bir lira avucumun içindeydi. Şekercinin camlarındaki kavanoz-
larda bulunan renk renk şekerleri gözden geçirdim. Lokum mu alsaydım, yoksa şeker mi? Şekerin
nanelisi mi olsaydı, ağdalısı mı? Mağazanın açık kapısından girdim. Hiç kimse yoktu. Şekerci amca
elinde bir makas, şeker kesiyordu. Şeker ağdalarını tezgâhının üstünde uzatıyor, sonra makasla kesiyordu. Renk renk şekerler, tık tık düşüyordu masaya. Dükkânın içi şeker kokuyordu mis gibi.
— Az bekle küçük, bak işim var, dedi.
Adamın arkasında bir ocak, üstünde büyük bir tencere kaynıyordu.
Benim dikildiğim yerde de büyük bir gaz ocağı yanıyordu harıl harıl.
Gaz ocağının üstünde de büyük bir tencere vardı. Adam, durmadan
kesiyordu şekerleri. Ağdalar sarılı, kırmızılı, yeşilli birikiyordu, harman gibi masanın üstünde. Ne kadar çok şeker vardı!
Ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum, avucumdaki bir lira kaydı, gaz
ocağının üstünde kaynayan tencerenin içine düşüverdi.
— Param, dedim.
Adam bağırdı:
— Ne oldu?
— Param, tencerenin içine düştü.
Şekerci geldi, elini uzattı, lirayı aldı ve bana verdi.
— Dalma, iyi tut paranı, dedi.
Bir lira öyle ısınmıştı ki... Elim yanar gibi olmuş, lirayı bir elimden öteki elime aktarmıştım. Şekerci
işine dalmıştı. Birdenbire geriye döndüm. Hızla mağazadan çıktım, yokuş aşağıya koşmaya başladım.
İçimdeki ağırlık kalkmış, sevinir gibi olmuştum. Avucumdaki para elimi yakmıyordu. Evin yolunu yarılamıştım. Bir yağmur başladı, ama ne yağmur! Hızlı, gür, sık... Evlerin saçaklarının altına gizlendim.
Biraz, caminin önünde bekledim. Bir türlü dinmiyordu yağmur. Bir yandan da ıslanmıştım.
Kendimi evimizin kapısından zor attım içeriye. Annemler dönmüş, babam yukarıya çıkmıştı, oradan sesi geliyordu. Annem, üstüme atıldı:
— Ne oldun sen Hasan, diye sordu.
— Islandım anneciğim.
— Nerelere gittin?
— Sokaktaydım.
— Ben sana dışarıya çıkma demedim mi?
Annem bir yandan da ceketimi, pantolonumu çıkarıyordu.
Annem durmadan söyleniyor, ben ona hiçbir yanıt veremiyordum.
Para avucumun içindeydi, onu göstermiyordum. Bu sırada babam gülerek yukarıdan indi.
— Bak, ben oğluma neler aldım! Hasan al bakalım bunları, dedi.
Babamın elinde iki küçük kese kâğıdı vardı. Aldım onları. Sevinemiyordum. Suçun altında ezilmiştim. Zorla gülümsüyordum. Ama sağ avucum
açılmıyordu. Şekercinin ağda bulaşığı, liramı da ağdalaştırdığı için elime yapışmıştı iyice. Babam, sedire atarken kendini:
— Hasan, ne var avucunda, diye bağırdı.
İki küçük kese kâğıdını bir elimde tutuyor, babama bakıyor, bir şey söyleyemiyordum. Annem geldi, avucumu açtı:
— Harcamadın mı oğlum paranı?
Başımı kaldırdım hayır anlamında.
Annem, bana para verdiğini mi sanıyordu yoksa beni zor durumdan mı
kurtarmak istemişti?
Kurtulmuştum. Elimin ağdasını yıkadım. Babamın verdiği kese kâğıtlarını açtım. Birinde akide şekeri, ötekinde de benim sevdiğim lokumlardan
vardı.
Bu olaydan sonra anneme, babama haber vermeden hiçbir yerden para almadım.
Biraz daha yürümüştüm ki tümseğin ardından beş altı çocuk çıktı, bana parayı soruyorlardı.
— Siz mi koymuştunuz, dedim.
Sarı saçlı, iri gözlü bir yaramaz atıldı:
— Evet ağabey!
Lirayı verdim, Şirinyer’e doğru yürümeye başladım.
(Kısaltılmıştır.)
İbrahim Zeki BURDURLU (1922 - 1984)
Anılarını, Atatürk sevgisini, memleket
gerçeklerini ve birçok konuyu kendine
özgü üslubuyla dile getirmiştir. Şiir,
masal, roman gibi birçok türde eser
vermiştir. Eserlerinden bazıları: Toprak İnsanları, Anılardan Öyküler,
Köroğlu Destanı…
www.dersturkce.com
2024