SOL AYAĞIM
“A” Harfi
5 Haziran 1932’de Rotunda Hastanesinde doğdum. Benden önce dokuz, benden sonra ise on tane çocuk vardı, yani ben ortanca grubuna giriyordum. Toplam yirmi iki çocuğun on yedisi yaşadı, dördü bebekken öldü, hayatta olan on üçü hâlâ ailenin devamını ellerinde tutuyorlar.
(…)
Benle ilgili bazı sorunlar olduğunu ilk fark eden annemmiş. O zaman dört aylık kadarmışım. Beni ne zaman beslemeye çalışsa kafamın kendiliğinden arkaya doğru düştüğünü fark etmiş. Eliyle boynumun arkasına destek yaparak düzeltmeye çalışıyor fakat kafam, elini çektiği anda düşüyormuş.
(…)
Beni gören ve inceleyen doktorların neredeyse hepsi, beni çok ilginç ama ümitsiz bir vaka olarak değerlendirmişler. Birçoğu anneme kibarca benim zihinsel engelli olduğumu ve bu şekilde
kalacağımı söylemişler. Önceden beş sağlıklı çocuk yetiştirmiş genç bir anne için bu ağır bir darbe olmuş. Doktorlar kendilerinden o kadar eminlermiş ki annemin benimle ilgili duyduğu inanç onlara neredeyse bir münasebetsizlik gibi görünüyordu. Onu, benim için hiçbir şey yapılamayacağına inandırmışlardı.
(…)
Doktorların benden ümidi kesmesini veya başka bir deyişle benim bir insan olduğumu unutmasını hatta benim sadece beslenecek, yıkanacak ve tekrar bir kenara bırakılacak bir şey olduğumu söylemenin dışında hiçbir şekilde yardım etmediklerini gören annem, o noktada meselelerle kendi
ilgilenmeye karar vermiş. Ben, onun çocuğu ve bu ailenin bir parçasıydım. Her ne kadar bedenen arızalı olsam ve anlama zorluğu çeksem de bana diğerlerine davrandığı gibi davranmaya, misafirler varken asla söz edilmeyen arka odadaki “tuhaf şey” olarak kalmamama karar vermişti. Bu, gelecek yaşamımla
ilgili çok önemli bir karardı. Annemin, yapacağım tüm savaşlarda her zaman yanımda olacağı, yenileceğimi hissettiği zamanlarda ise bana güç vereceği anlamına geliyordu.
(…)
Annem bir gün bana, benimle üst katta saatlerce oturup uzun, büyük bir hikâye kitabındaki resimleri gösterip, içindeki değişik hayvanların ve çiçeklerin isimlerini söyleyerek onları tekrarlamam için nasıl başarısızca çabaladığını anlattı. Benimle uzun uzun konuşup gülüşerek saatlerini geçirmiş, sonra da
bana doğru eğilip kulağıma yavaşça fısıldamış:
“Hoşlandın mı, Chris (Kıris)? Ayıları, maymunları ve tüm bu güzel çiçekleri sevdin mi? İyi bir çocuk gibi evet diyorsan başını salla.” Oysa ben anladığıma dair ona küçücük bir işaret bile veremedim. Yüzü umutla bana doğru eğilmişti. Aniden tuhaf elim uzandı ve boynundan kalın bir demet hâlinde sarkan
koyu buklelerden bir tutamını kontrolsüzce, istemsizce kavradı. Sıkılı parmaklarımı kibarca açmasına rağmen parmaklarımın arasında hâlâ birkaç koyu renk saç teli kalmıştı.
Sonra meraklı bakışlarıma sırt çevirip ağlayarak odayı terk etti. Kapı arkasından kapandı. Tamamen umutsuz gibi görünüyordu.
Şimdi bir kurumdan bahseder olmuşlardı. Bu, ona teklif edildiğinde, “Asla!” diye bağırmış annem
sertçe, “Sorunlu olan vücudu, beyni değil. Bundan eminim.”
Beni çok fazla cezbeden şey tebeşirdi. İnce, uzun ve parlak sarı bir çubuktu. Bundan önce öyle
bir şey görmemiştim. Kara tahtanın siyah yüzeyinde o kadar belirginleşiyordu ki ondan altın bir çubukmuşçasına etkilenmiştim. Aniden kız kardeşimin yaptığı şeyi yapmak için çok büyük bir istek duymuştum.
Sonra -ne yaptığımı tam olarak düşünmeksizin ve bilmeksizin- sol ayağımla kız kardeşimin eline uzanıp
tebeşiri ondan aldım.
Bunu yapmak için neden sol ayağımı kullandığımı bilmiyorum. (…)
Ayak parmaklarım arasında
tebeşiri sıkıca tuttum ve bir dürtüyle hareket edip kara tahtanın üzerine sert bir karalama yaptım. Sonra durdum, biraz şaşkın ve hayretle ayak parmaklarım arasındaki sarı tebeşir parçasına daha sonra ne yapacağımı bilmeden, onun oraya nasıl geldiğini anlamaksızın bakakaldım. Sonra kendime geldim ve
herkesin konuşmayı kestiğini ve bana sessizce baktığını gördüm. Kimse kımıldamıyordu. Siyah bukleleri küçük, tombul yüzünü çevreleyen Mona kocaman gözleri ve açık ağzıyla bana bakıyordu. Yanan ateşin karşısında yüzü alevlerle aydınlanmış olarak babam oturuyordu, öne doğru eğilmiş; elleri, dizleri
üzerinde açık ve omuzları gergindi. Alnımdan sızan teri hissetim. Annem kilerden elinde dumanı çıkan çaydanlıkla geldi. Masa ve ateşin ortasında odada oluşan gerilimi hissederek durdu. Bakışları takip etti
ve beni gördü, köşedeydim. Gözleri yüzümden, ayak parmaklarım arasında sıkışmış tebeşirli ayağıma
kadar süzüldü. Çaydanlığı bıraktı. Daha önce birçok kez yaptığı gibi yanıma geldi ve çömeldi:
“Sana bununla ne yapılacağını göstereceğim Chris.” dedi, çok yavaşça. Garip ve ani bir
şekilde yüzü sanki bir çeşit heyecanla kızarmıştı. Mona’dan başka bir parça tebeşir aldı, duraksadı, sonra gayet isteklice önümdeki yere “A” harfini çizdi.
Yüzüme ısrarla bakarak “Aynısını yap!” dedi. “Aynısını yaz Chris.”
Yapamadım.
Etrafıma baktım; bana dönen gergin, heyecanlı, o anda donmuş, sabit, sabırsız, bir mucize
gerçekleşmesini bekleyen yüzler gördüm.
Sessizlik derindi. Oda gözlerimin önünde dans eden alevler ve gölgelerle doluydu, gergin
sinirlerimi bir çeşit uyur uyanıklıkla sakinleştirmişti. Kilerdeki musluktan damlayan suyun sesini, ocak
rafındaki saatin tıkırtısını ve yanan kütüklerin çıtırtısını duyabiliyordum. Tekrar denedim. Ayağımı attım, ani ve sert bir denemeyle oldukça eğri bir çizgiden başka bir şey yapamadım. Annem kara tahtayı
benim için sabit tutuyordu.
“Tekrar dene Chris!” diye fısıldadı kulağıma, “Tekrar!”
Yaptım. Vücudumu kastım ve sol ayağımı üçüncü kez attım. Harfin bir tarafını çizdim. Diğer
tarafının yarısını da çizdim. Sonra tebeşir kırılmış ve şaşkına dönmüş bir hâlde kalakalmıştım. Onu atmak
ve vazgeçmek istedim. Derken annemin elini omzumda hissettim. Bir kez daha denedim. Ayağım öne
gitti. Titredim, terledim ve bütün kaslarımı gerdim. Ellerim o kadar sıkı kenetlenmişti ki tırnaklarım etime
geçmişti. Dişlerimi o kadar sıkmıştım ki neredeyse alt dudağımı deliyordum. Odadaki her şey, etrafımdaki suratlar beyaza dönene kadar yüzüştü. Yine de yazmıştım “A” harfi önümde yerdeydi. Titrek, uyumsuz
ve bozuk köşeleri ve hiç düzgün olmayan bir orta çizgisi vardı. Ama “A” harfiydi o. Kafamı kaldırdım. Bir
an için annemin yüzünü gördüm, yanaklarına gözyaşı düşmüştü. Sonra babam eğildi ve beni omzuna
aldı. Başarmıştım! Zihnime, kendini ifade etme şansını veren şey başlamıştı. Doğruydu, dudaklarımla
konuşamıyordum ama şimdi söylenenlerden daha kalıcı bir şeylerle konuşacaktım, yazılı kelimelerle.
Ayak parmaklarım arasında sıkışmış bir parça kırık, sarı tebeşirle yere çizdiğim o tek harf yeni bir
dünya için yolumdu; zihinsel özgürlüğümün anahtarı. Çarpık bir ağzın arkasında “ifade edebilmek” için can atan gergin ve telaşlı ben için bir rahatlama kaynağı olmuştu.
Christy BROWN (Kıristi BIRAVN)
Çev.: Filiz KAHRAMAN
(Kısaltılmıştır.)
www.dersturkce.com
2024